Koşullar ve takımların konumları ne olursa olsun, sonucu kestirilemeyecek maçlar vardır. Ligde can çekişen bir Galatasaray ve liderliğini perçinlemek isteyen Trabzonspor arasındaki mücadele gibi.
Son haftalarda dikkat çekmeye çalışıyorum, tepki alıyorum. Trabzonspor geriden gelmeyi alışkanlık haline getirdi. Bu çok önemli bir avantaj. Lakin doğru kullanmak gerek.
Şampiyonluğa oynayan takımın ruh hali nasıl olur? Uçar, kaçar, yakalar, atar. Karadeniz ekibi acayip bir rehavet içinde idi. Dün akşam bunu yıktı mı? Hayır. Son bölümü saymıyorum, ne yaptı da kazandı? İnancını yitirmedi, vazgeçmedi ve hep kazanmayı istedi.
Bu arada unutmayalım. Ligin ilk yarısındaki Trabzonspor ile son altı haftadaki takım arasındaki farkı göremeyen sadece biz miyiz? Abdullah Avcı tehlikenin ayak seslerini işitmiyor mu?
Hücum organizasyonu zayıf. Orta alan yol geçen hanı olmuş. Takım savunması evlere şenlik. Kaleci Uğurcan olmasa? Nicedir halleri. “Kazandık ama hakkımızla” diyebiliyor mu? Ya Uğurcan olmasa? Tüm bunlar bir araya gelince mi “eze eze geliyoruz” diyebilir?
Galatasaray’ın hakkını verelim de, konuk ekip açısından “rezil” bir ilk yarı oldu. Rakip kaleyi bulan tek şutun, bir pozisyonun olmaması ne demek? Bu mu şampiyonluk adayı? Öyle bir ilk yarıyı kim kabul edebilir? Maçın geneli için de aynı tespitim geçerli.
İkinci yarıda farklı bir Trabzonspor vardı sahada. İyi de, daha önce nerede idiniz diye sorası geliyor insanın. Rakip savunmayı zorlamak için neden bu kadar beklediniz? Madem bu kadar iştahlı idiniz neden bu kadar beklediniz?
Son bölüm hariç, şampiyonluğa koşan bir takım her şeyi, yetenekleri ile ön plana çıkmalı idi. Gollerden çok, kazanma isteği ile dönüş yaşamak çok önemli idi.
Bu maç kesinlikle ölçü değil. Ama yapabileceklerini görmek adına değerli. Vazgeçmemek en büyük kazanç. Ama bir ders daha var.
Yol dikenli, bilmen gereken asla vazgeçmemek. Trabzonspor bu maçı sadece kalecisi Uğurcan’ın çabası ile kazanmadı. Takım olarak inandı ve sonucu buldu.