SiyasetSosyal Avrupa için 'Hayır' oyu verdiler

Sosyal Avrupa için 'Hayır' oyu verdiler

06.06.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

Onaran, "AB Anayasası her şeyi piyasaya bırakıyordu. Referandumdaki 'hayır'ın mesajı, 'Sosyal Avrupa istiyoruz, sermayenin Avrupası'nı değil' oldu. 'Hayır', AB'ye değil" diyor

Sosyal Avrupa için Hayır oyu verdiler

İTÜ İşletme Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Özlem Onaran: axsiy012.jpg DERYA SAZAK: Fransa ve Hollanda'da AB Anayasası'na çıkan 'hayır' oyları AB'nin genişleme politikalarına olduğu kadar, 'sosyal devlet'i tehdit eden liberal politikalara, küreselleşmeye de bir tepki şeklinde yorumlanıyor. Referandum sonuçlarını ve Türkiye'nin müzakere sürecini de etkileyecek yeni durumu nasıl okumalıyız? Örneğin Fransa'da kazanılmış en büyük haklardan biri haftalık 35 saatlik çalışma süresiydi. Hükümet iki yıldır bu süreleri esnetmeye çalışıyordu. Buna büyük tepki vardı. ÖZLEM ONARAN: Le Monde Diplomatique'te çıkan radikal sol bir yazarın analizinden hareketle şunu söyleyebilirim: 'Hayır bir felaket değil!' Fransız solu açısından bu referandum, AB kazanımlarının savunulması noktası. Dayanışmacı, hiç de içe kapanmacı olmayan, farklı ülkelerde çalışan insanların birbirlerine rakip olmadığı, ucuz işgücünün değil, insani çalışma koşullarının, eğitimin sağlığın hak olarak savunulduğu bir model için 'hayır' diyorlar. Taşlar yerinden oynuyor ama bu o kadar da kötü değil. Ulusalcı değiller Anayasa, her şeyin piyasa kurallarına bırakılmasının yasal çerçevesini oluşturuyor. Fransa'da, 'uluslararası sermaye hareketlerinin yurttaşlar lehine vergilendirilmesi' amacıyla çalışan sivil toplum grupları var. ATTAC örneğin. Bu hareketlerin hiçbiri 'ulusalcı' hareketler değil. Uluslararası dayanışma hareketleri. Soldan besleniyor ama sol partilerle angajmanı olmayan insanları harekete geçirebiliyor. AB'nin refahı yaygınlaştıracağı öne sürülürken, AB Anayasası'nın 'sosyal devleti kaldıracağı' düşüncesine nasıl varıldı. 68 hareketi benzetmesine yeni kuşaktan biri olarak şöyle itiraz edeyim: ATTAC'ın içinde ve sendikalar içinde güçlü 'hayır' kampanyasını, umutla antikapitalist Avrupa çapında yeni bir siyasi harekete taşımaya çalışan Devrimci Komünist Birlik Partisi'nin, Fransa'daki son cumhurbaşkanlığı seçimindeki başkan adayı, 30 yaşında bir postacıydı. 68'lerin o eski, kitleleri harekete geçirmeyi bilen entelektüel kadrolarının etkisi görülmekle birlikte, yeni kuşaklar ortaya çıktı. Sendikalar ve üniversite gençliği 'hayır' kampanyasında çok etkili oldu. Küreselleşmeyi sorgulayan bu tür sivil toplum hareketlerinin Fransa'daki referandumda etkili olmasını, yeni bir 68 kuşağı dalgası olarak görenler var. Referandumun mesajı, 'Sosyal bir Avrupa istiyoruz, sermayenin Avrupa'sını değil' oldu. Hayır'ı 'AB'ye hayır' şeklinde okumak yanlış. AB sona ermedi. AB sona ermedi Ben Fransa'daki tepkiyi, antiküresel değil, küresel adaletten yana, içe kapanmacı değil, uluslararası dayanışmayı savunan bir hareket olarak niteliyorum. Türkiye'deki Kızılelmacılar, kapitalizmle bir derdi olmaksızın ulusal çözümler arıyor. Devletçi ama aynı zamanda demokratik olmayan bir ulusalcılık söz konusu. Fransa'da, sağcı partilerden çok, sendikalar, öğrenciler ve yurttaş girişimleri 'hayır' kampanyası örgütlüyor. Bu tepki, Türkiye'deki 'Kızılelma' koalisyonuna benzetilebilir mi? Milliyetçi sağdan komünist partiye uzanan cephe! Avrupa sağı iki yüzlü Göçmen politikaları, AB'nin Doğu Avrupa'ya doğru genişlemesinin yol açtığı sıkıntılar, Türkiye'nin önünü kesme siyaseti... Müslümanlığa karşı Hıristiyanlık. Bunlar etkili oluyor. Avrupa sağında iki yüzlü pragmatizm var. Bir parmak bal verirken, aslında kapitalist politikalarla onların canını yakıyor. Hıristiyan demokratların, iktidardaki merkez partilerden liberalizm anlamında hiç farkı yok. Biri daha ulusalcı, diğeri dışa açılmacı ama emekçiler açısından durum değişmiyor. 35 saate iki taraf da karşı. Sömürüye açık düzene karşı çıkmıyor. Avrupa'daki radikal sağın yükselişinden bağımsız görülebilir mi, Fransa'daki referandum sonuçları?.. AKP neoliberal bir parti Türkiye ekonomisi, dönemsel krizler karşısında her zaman kırılgan. Ekonomi sermaye girişine mahkûm. Türkiye'de döviz kurunun sürdürülemez olacağına ilişkin en ufak beklenti, yabancı sermayeyi kaçırır. Türkiye'nin AB müzakere süreci kesintiye uğrarsa bir kriz çıkar mı? Ayrıca Fransa ve Hollanda'nın AB Anayasası'nı reddetmiş olmaları, AB projesine olan heyecanı düşüreceği konusunda bir endişe yaratır. Ekim 2005'te müzakereler başlarsa, belki çok fazla etkisi olmaz ama kendi derdine düşmüş Avrupa gerçeği, Türkiye'yi de kapsayan olumlu beklentilerdeki yükselme faktörünü durdurabilir. Endişe yaratabilir Borçlar yeniden yapılandırılır. Son olarak Arjantin bunu yaptı. Üstelik bunu radikal sol yapmadı. Merkezde duran Peronist parti, tarihin en büyük borç operasyonunu yaptı ve ülke borçlarının yüzde 70'ini sildi. IMF de ses çıkarmadı. Türkiye kaynak sorununu nasıl aşabilir? Yabancı sermaye girişi azalırsa, yatırımlar olumsuz etkilenmez mi? Zaten borç yükü çok ağır... Umutsuzluk ve yoksulluktan muhafazakâr, faşist veya kökten dinci partiler de payına düşeni alabilir. 1980'ler boyunca sol, yediği askeri darbenin etkisinden kurtulamadı. Siyasetin ekseni sağa kaydı. Türkiye'de benzer iklimde niye sol partiler iktidara gelemiyor? Brezilya'da Lula bunu başardı. Neoliberal politikaların önemli bir uzantısı, Türkiye'nin AB'nin bir parçası olması. AB üyeliğini en fazla destekleyenler Avrupa'nın büyük şirketleri. Türkiye solu, 'sosyal Avrupa'yı savunmalı ve uluslararası dayanışmayı artırmalı. Unutmayalım, 17 Aralık sürecini en çok Avrupa Parlamentosu'ndaki sosyalist blok destekledi. Buna karşılık Hıristiyan Demokratlar, 'imtiyazlı ortaklık' önererek iki yüzlü bir tavır sergiliyor. AKP etkilenebilir Sonuçta AKP de, Avrupa'daki merkez partiler gibi, uyguladığı ekonomik programla neoliberal bir parti. IMF programını sürdürmekle krizin yoksullaştırdığı toplum kesimlerine umut vermedi. Şimdi AKP'nin seçmen deposu olarak gördüğü kent varoşlarında başka radikal sağ akımlar yükseliyor. AB hedefi gevşerse, mutsuz ettiği kesimleri milliyetçi sağ kesime kaptırmamak için AKP sertleşebilir. Kürt sorunu, Ermeni soykırımı gibi konularda Türkiye'deki politik ortam milliyetçi muhafazakâr olduğu için bu tepkiler, hoşnutsuzluklar sağı güçlendiriyor. Fransa'daki hayırcılar, teknokrat elit Avrupa'ya hayır derken, ulusalcı milliyetçi politikaların ötesinde şunu da söyleyebiliyor: 'Katılımcı bir AB istiyoruz.' AKP, Avrupa'daki 'hayırcı' dalgadan nasıl etkilenecek? AB rüzgârına çok fazla bağlanmıştı iktidar. İstenen, daha çok ulus-devlet değil Genişlemenin duracak olması yönünde bir sinyal vermesine karşın tek sorun bu değil. Sosyal, homojen bir Avrupa'dan çok, rahatsız oldukları alanı şöyle ifade ediyorlar: 'Kendi ulusal çıkarlarımızı koruyarak, Polonya'nın tarımına bizim köylümüz kadar kaynak transferi yapılmasının yolunu kapayacağız.' Sağcıların hayır kampanyası iki yüzlü. Liberal politikalara itirazları yok. Sermaye lehine politikaları, ulusal bazda önererek, oy toplamaya çalışıyorlar. Benim samimi bulduğum solun 'hayır'ı. Onlar, adaletsiz bir küreselleşmenin eşitsizlikleri daha çok artıracağını söylüyor, Avrupa'yı tamamen açık pazar haline getirecek AB projesine karşı çıkıyorlar. Alternatifleri de daha çok Fransa, daha çok ulus-devlet değil. ATTAC, dünya yurttaşlarının çıkarlarından söz ediyor. Sermaye hareketleri vergilendirilsin, oradan toplanan fonlar sağlığa, eğitime harcansın. Asıl sorun, genişlemenin AB'ye faturası olsa gerek. Refah toplumundan ekonomik durgunluğa, işsizliğe kayan Avrupalılar, kazanımlarını daha fazla paylaşmak istemiyorlar. Küresel sermaye çekirge sürüsü gibi Sağlık, eğitim ve sosyal güvenliğin ulusal gelirdeki payı yüzde 25'lerde.Avrupa'nın sorunu da burada. Refahı koruyamıyor. Küresel sermaye çekirge sürüsü gibi denetlenemez halde, Fransa'dan Macaristan'a gidiyor, orası işine gelmezse Çin'e gidiyor. Küresel rekabet denilen şey de bu, düşük ücretle, kendi ürettiğini alacak işçilere ürettirilen malların dünyaya pazarlanması, böylece şirketlerin önüne yeni imkânlar açılması. IBM mesela, kendi işçisini istihdam etmeyen bir şirket. Üretim işçisini bile kiralıyor artık. Taşeronlaşmanın en üst aşaması; Çin'de ücretler daha düşükse gözünü kırpmadan Fransa'daki, Macaristan'daki fabrikasını kapayıp Asya'ya gidebiliyor. Sıcak paraya önlem... Tobin vergisi. Bunlar bizde de tartışılıyor. Türkiye'de ulusal gelirin yüzde 25'i faize, ranta gidiyor, AB ülkelerinde ise bu oran yüzde 5'lerde, Avrupa sosyal modelinde hâlâ insan ön planda. AB projesi, ABD ve Çin eksenli 21. yüzyıl güçlenmesine karşı bir seçenek oluşturma iddiası değil miydi? Tek bir Avrupa'dan, federalizmden vazgeçilerek, ulus-devleti, tek tek ülke egemenliklerini korumaya dönük anlayışa mı dönülüyor? Başka seçenek yok mu?Radikal solun burada umut verdiği bir alan var: Ulusalcı değil, uluslararası alanda dayanışma ve örgütlenme. Farklı ülkelerdeki işçilerin birbirinin rakibi olmayacağı ortak sendikalar yoluyla yeni oluşumlara gidilebilir. Sermayenin talan alanı haline gelmiş bir dünyanın geleceğini sorgulamak lazım. Küreselleşmenin bu tür etkilerini, AB Anayasası'nı reddederek önlemek mümkün mü? Düşüncede bile devrimci değiliz Peki bunu tartışalım ama neoliberal politikaların sürdürülmesinin gerçekçiliği var mı? Alternatifler zor ve uzak olabilir, ama bugünkü dünya düzeni de ufkumuzu sınırlıyor. Düşüncelerimizde bile devrimci olamıyoruz. Oysa başka bir dünya mümkün. Neoliberal sistemi incelersek şöyle bir kısır döngüye girildi: 1950-60'ların 'altın çağı' olan sosyal refah devleti Avrupa'da geride kaldı. Ancak kapitalizmin altın çağının galibi, işçiler değil sermaye oldu. Küresel rekabetle baş etmek için de maliyet kırıcı yöntem olarak kullandığı silah, ücretleri düşürmek. Bu sürecin sonunda emeğin payı düşüyor. Ulus-devlet politikaları da sermaye lehine güçleniyor. Gelişmekte olan ülkelerin bir başka sorunu da sermayenin giderek fiziki yatırımlara değil finansal piyasalara yönelmesi, krizlere karşı kırılgan ortamlar yaratıyor. Küresel politikaların alternatifi var mı? Türkiye'nin de açmazı burada, sürekli borç üreten, halkı yoksullaştıran, istihdam yaratmayan IMF programını sürdürmek zorunda. Alternatif iktisat modeli var mı? Ekonomi piyasaya bırakılmamalıdır 1980-2000 verilerine bakalım; Fransa'da sermayenin milli gelirden aldığı pay yüzde 28'den 39'a çıkmış. Almanya'da yüzde 30'dan 35'e çıkmış. ABD modelinde de oran yüzde 31'den 35'e yükselmiş. Buna karşılık yatırımların artış vaadi tutmamış. Fransa'da yüzde 24'den 20'ye düşmüş, Almanya'da yüzde 25'ten 22'ye düşmüş. ABD'de durağan. Küreselleşmenin altın çağında Amerikan rüyasının da sonuna geliyoruz. ABD ekonomisi bugünkü görünümünü aşırı borçlanmayla korumaya çalışıyor. Amerikan borsasındaki uluslararası sermaye ABD hane halkının borçlarını finanse ediyor. ABD'de işsizlik artıyor ama bunun nedeni yatırımlar. Yatırım yoksa istihdam olmaz. Fransa'daki 'hayır'cı oylarda asıl faktör, neoliberal politikaların yol açtığı sosyal erozyon mu? Ekonomiyi, sadece piyasa kurallarına bırakmamak çözüm olabilir. Türkiye modeline bakarsak, 2001 krizi ertesindeki büyümeyi iç talepteki daralma sağlıyor. Ücretlerde son 3 yılda enflasyondan arındırdıktan sonra reel ücretlerdeki gerileme yüzde 17. Verimlilik ise yüzde 25 artmış. Bu ne kadar sürdürülebilir? Yabancı sermaye girişi var, Türk lirası aşırı değerli ama cari açık giderek büyüyor. Herhangi bir strateji olmadan her şeyi piyasaya bıraktığınızda patlama dönemindeki büyüme dönemlerini kriz dönemleri izliyor. Ne yapmak gerekiyor? Avni nasıl simge oldu? 1980'lerde Belçika'da politik sürgündeyken Yiğit Bener, çalıştığı politik dergide 4. Enternasyonal'in yayın organında kullanıyor. Oğuz Aral'a yolluyor. O dönemin Gırgır'ında kapak oluyor. Avni, Belçika'dan Fransa'ya, Meksika'ya gidiyor. Sol muhalefetin bir simgesi haline geliyor. Oğuz Aral'ın mizah kahramanı Avanak Avni'nin Fransa'ya yolculuğuna ne diyorsunuz? Hayır kampanyasının etkili figürlerinden biri oldu. Özlem Onaran, 1992 Bilkent Üniversitesi Endüstri Mühendisliği mezunu. Bilkent'te ekonomi yüksek lisansı yaptıktan sonra doktorasını İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) işletme bölümü iktisat ana bilim dalında aldı. 2004'te Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) teşvik ödülünü kazandı. Çok sayıda makalesi yayımlanan Doç. Dr. Özlem Onaran İTÜ İşletme Mühendisliği bölümünde öğretim üyesi. Halen Viyana Ekonomi ve İşletme Üniversitesi'nde misafir öğretim üyesi olarak görev yapmakta. Doç. Dr. Özlem Onaran kimdir?