08.02.2021 - 01:58 | Son Güncellenme:
AA
Şentop, Ülke TV canlı yayınında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu ve soruları yanıtladı.
"FETÖ'nün 7 Şubat MİT kumpasına" ilişkin soruyu yanıtlarken Şentop, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde FETÖ'nün özellikle yargı ve emniyetteki yapılanmalarına dikkat ve hassasiyet gösterdiğini belirtti.
Erdoğan'ın kendisine 7 Şubat sonrası "özel yetkili mahkemelerle" ilgili yürütülen çalışmaya katılmasına ilişkin talimat vermesine rağmen "bürokratik gerekçelerle çalışmadan uzak tutulduğunu" dile getiren Şentop, FETÖ'nün, yapılanması fark edildiği için harekete geçtiğini söyledi.
Şentop, 28 Şubat darbesinin TSK değil, yargı eliyle yapıldığını ve AK Parti iktidarının ilk yıllarında Danıştay'ın aldığı kararlarla adeta milli eğitim ve sağlık bakanlıklarını yönettiğini kaydederek, FETÖ'nün "bu güçlü vesayet organını" ele geçirmek için yargıda yapılanmaya başladığına işaret etti.
O dönem Başbakan olan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, FETÖ'nün yapılanmasını önlemeye yönelik adımlar attığını vurgulayan Şentop, Erdoğan'ın kararlı duruşunun, FETÖ'nün başarılı olmasına izin vermediğine dikkati çekti.
Şentop, "FETÖ'cüler bir şey yapınca hükümet veya siyasi iktidar harekete geçmemiştir. Tam tersine FETÖ'cülere ilişkin ipuçları ve varlığına karşı kanaat hasıl olmuş, buna karşı bir tavır geliştirildiği için onlar ortaya çıkıp hamleler yapmak durumunda kalmışlardır." değerlendirmesinde bulundu.
"ANLAŞILAMAYAN KONULAR MİLLETE GÖTÜRÜLEBİLİR"
Meclis Başkanı Şentop, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Yeni anayasaya ihtiyaç var." açıklaması ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin buna destek vermesine ilişkin değerlendirmesinin sorulması üzerine, 1982 Anayasası'nın, yapım sürecinden itibaren tartışılan ve bizzat darbecilerin yaptığı anayasa olduğunu, kabul edildiği dönemde milletin demokratik hayata dönüş için bu düzenlemeyi gerekli gördüğünü anlattı.
Anayasanın darbe gölgesinden kurtarılması gerektiğini belirten Şentop, öte yandan yapılan birçok değişiklik sebebiyle maddeler arasında uyumsuzluklar görüldüğünü söyledi.
Şentop, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin değiştirilmesini isteyen siyasetçiler bulunduğunu dile getirerek, "(Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçelim.) şeklinde tartışmalar, aslında bir anayasa değişikliği tartışması. Bunu tartışıyor." şeklinde konuştu.
2011 yılında oluşturulan uzlaşma komisyonunun yeni anayasa için görüş topladığını söyleyen Şentop, o dönem Başbakan olan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çalışma sonunda mutabık kalınan 60 maddenin geçirilmesini istediğini aktardı. Mustafa Şentop, "Baştan 'Evet.' dediler fakat sonra caydılar nedense, bilemiyorum. 'Hayır' dediler." ifadelerini kullandı.
TBMM Başkanı Şentop, yeni anayasa konusunda iktidar ile muhalefet arasında nasıl bir uzlaşma sağlanabileceğine ilişkin soruyu yanıtlarken geçmiş örneklerde de olduğu gibi bazı siyasi partilerin anayasa görüşmeleri için ön şart getirdiklerini, bu durumda anlaşmanın mümkün olmadığını söyledi.
"Olmayacak bir şeye heves etmeyelim. Tam mutabakatla anayasa yapabilmek mümkün değil." diyen Şentop, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Burada mutabık kalınacak yönler, mutabık kalınamayacak yönler var. Kanaatim, mutabık kalınacak konular kolaylıkla halledilebilir. Hatta bunlar için referanduma bile gerek olmaz. Millet zaten o yetkiyi vermiş. Belli sayısal çoğunluğu bulursanız anayasa yapma yetkisi vermiş. Bu yapılabilir. Anlaşılamayan konular işin sahibine, millete götürülebilir. 'Anlaşmazlığı millet gidersin.' denilebilir. Yeni anayasa bir ütopya, erişilmez bir şey değildir. Bu, gerçekleşebilir bir şeydir, yeter ki iyi niyetle olsun, yapma konusundaki irade olsun."
"TAVUK MU YUMURTADAN, YUMURTA MI TAVUKTAN TARTIŞMASI GİBİ"
TBMM Başkanı Şentop, "Yeni anayasa için kurucu meclis gereklidir." şeklindeki söylemlerin anımsatılması üzerine, "Aslında tersi doğrudur. Anayasayı yapan meclis, kurucu meclistir. Bir meclisin kurucu meclis olup olmadığını anayasa yaptığı zaman görüyoruz. Yaptığı zaman bu sıfatı alıyor. Kurucu meclis olduğu için anayasa yapmıyor. O bakımdan bu tartışma abes. Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan tartışması gibidir." dedi.
Şentop, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener'in "Sıfırdan bir anayasa yapmak gibi bir iddiaysa bu, o zaman ikinci cumhuriyetin kuruluşu anlamını taşır." sözlerini değerlendirirken "Cumhuriyetleri numaralandırmak, Fransa adetidir. Fransızlar 5. cumhuriyetteler." ifadelerini kullandı.
Mustafa Şentop, "Bu, 1924 Anayasası değil ki. Bu, o anayasa olmuş olsa 'Cumhuriyet'in temel anayasasını değiştiriyorsunuz.' der. Bunu değiştirmiş zaten 61'de darbeciler, 82'de bir daha değiştirmişler. Aslında belki bu anayasa, bu anlamda Cumhuriyet'in kuruluşundaki temel anlayışlara, felsefeye dönüşe imkan verir. Şu anki felsefe, darbecilerin ortaya koyduğu bir paradigma, felsefe." değerlendirmelerinde bulundu.
Yeni anayasa konusunda partilerin yaklaşımlarının hatırlatılmasının ardından Meclis Başkanı olarak bu konuda inisiyatif alarak partilerle görüşüp görüşmeyeceğinin sorulması üzerine Şentop, "Bir niyet varsa Meclis Başkanı olarak üzerime düşen ne varsa yaparım." karşılığını verdi.
"FETÖ'NÜN OTURMAK İSTEDİĞİ YER ORASIYDI"
27 Mayıs'taki anayasanın hazırlanış süreciyle ilgili değerlendirmede bulunan Şentop, Türkiye'de darbeciler eliyle kurulan "vesayetçi sistemi" de sürücü kurslarındaki eğitim araçlarına benzettiğini belirtti.
Eğitim araçlarında eğitmenin oturduğu ön koltukta da gaz ve fren gibi aracı kontrol etmeye yarayan aparatların bulunduğunu, eğitmenin dilediğinde aracı yürütüp durdurabildiğini ve şoförü işlevsiz hale getirebildiğini anlatan Şentop, şu ifadelere yer verdi:
"Türkiye'deki vesayetçi sistem dediğimiz sistem bu. Bu sistemde seçim kazanan başbakan, hükümet, 'Şunları yapacağım.' diyor. Bakıyorsunuz, bir şey yapamıyor. Sistem böyle olunca bazıları sağ tarafa oturmaya heves ediyor. Düşünülen nedir? Siyaset yoluyla ülkeyi yönetmek. O, sürücü kursu örneğindeki aracın sol koltuğudur. 'Siyaset yapalım, kazanalım, gelelim, ülkeyi yönetelim.' ama bazıları aracın mekanizmasını iyi bildiği için, 'bürokratik elitler', onlar esas diyorlar ki 'Araç sağ taraftan idare ediliyor. Sol taraf önemli değil, sağ tarafa oturmak lazım.' FETÖ'nün de oturmak istediği yer orasıydı. Siyasi parti kurmak, görev yapmak gibi hevesleri yoktu fakat 2002'den beri, Cumhurbaşkanımızın liderliğinde Türkiye'deki o değişiklik önce fiilen siyasetin alanını genişleterek, daha sonra kanunlarda, anayasada yapılan değişiklilerle siyasetin alanı gelişti, vesayetin alanı daraldı.
Vesayetin alanı daraldıkça aparatların bir kısmı söküldü, en son hükümet sistemi değişikliğiyle beraber o aparatların söküldüğü kanaatindeyim ama araba yine aynı, arabanın tamamen yenilenmesi belki daha doğru olacaktır."
"BUNU BİR REKTÖR ATAMASI BAĞLAMINDA İZAH EDEBİLMEK MÜMKÜN DEĞİL"
Boğaziçi Üniversitesindeki olaylara ilişkin Şentop, rektör atamasının ardından protestoların yapıldığını dile getirerek, "Olan biten bundan mı ibarettir? İzmir'de, Ankara Kızılay'da, İstanbul Kadıköy'deki eylemler, Boğaziçi Üniversitesine atanan rektörü beğenmedikleri için yapılan gösteriler olarak izah edilebilir mi?" diye sordu.
Eyleme katılanlardan bir kısmının Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi, bir kısmının da hiç öğrenci olmadığının tespit edildiğini anımsatan Şentop, bu kişilerin profesyonel eylemci olduklarını, nerede eylem olursa oraya götürüldüklerini, daha önceki planlamalar içinde rolleri bulunanların olduğunu belirtti.
Şentop, ayrıca söz konusu kişilerden terör örgütleriyle bağlantılı olanların bulunduğunun da açıklandığını kaydetti.
Bütün bu olaylar beraber değerlendirildiğinde meselenin sadece bir rektörü istememek, rektörün atanış şekline karşı çıkmak gibi bir bağlam içinde düşünülmesini engellediğini söyleyen Şentop, "Buradaki mesele biraz daha geniş. Bütün dünyada yavaş yavaş özellikle çevremizde gelişen, Rusya'daki olaylarla beraber birlikte baktığımızda sanki bir süre sonra yapılması düşünülen, beklenen muhtemel olaylar için burada bir eylemlilik çekirdeği oluşturmak, bunu sıcak tutmak gibi bir amaç varmış gibi düşünüyorum çünkü bunu başka türlü izah edebilmek, bunu bir rektör ataması bağlamında izah edebilmek mümkün değil, tüm parametreleri bir araya getirdiğimizde." ifadelerini kullandı.
2000 yılında Samsun'daki üniversiteye yapılan rektör atamasını hatırlatan Şentop, bu dönemde öğretim üyelerince belirlenen ve YÖK tarafından Cumhurbaşkanına gönderilen üç isimden birincinin 297, ikincinin 73, üçüncünün de 71 oy aldığını, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in 71 oy alan üçüncü sıradaki kişiyi rektör olarak atadığını dile getirdi.
Yüksek oy alan rektör adayını destekleyen öğretim üyelerinin söz konusu atamaya tepki göstermek için Atatürk anıtına çelenk bırakmak ve basın açıklaması yapmak istediklerini ancak polisin buna müdahale ettiğini söyleyen Şentop, şöyle konuştu:
"100'ün üzerinde öğretim üyesinin bir kısmı cübbeleri yırtılarak, yerlerde sürüklenerek gözaltına alınmış. Slogan, taşkınlık yok, çelenk koyup açıklama okuyacaklar, buna müsaade edilmemiş. Öğretim üyeleriyle ilgili Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na aykırı davranmaktan dolayı dava açılmış, öğretim üyelerinin tamamı hakkında ayrıca üniversitede soruşturma açılmış. Bu üniversitedeki öğretim üyeleriyle ilgili verilen cezalar var. Yine bazı siyasi partilerin yöneticileri, öğretim üyelerini Samsun'da denize dökeceklerini söylemişler. Öğretim üyelerinin ifadelerini almak için rektörlük makamına verilen yazıda, 'Cumhurbaşkanının Anayasa'nın 130'uncu maddesine göre takdir hakkını kullanarak üniversite rektörlerini atadığı, bu nedenle de protesto edilmesinin suç teşkil ettiği' görüşü savunulmuş. Buna dayanarak ceza verildi öğretim üyelerine."
Şentop, Boğaziçi'ndeki olayların ise rektör atamasıyla yorumlanabilecek parametrelerin dışına çıktığına işaret ederek, "Burada başka bir tablo var. Başka bir hazırlığın ipuçları görülüyor, seziliyor. Buna devlet müsaade etmez." dedi.
"MECLİS'TEN YAPMASINI İSTEDİĞİNİZ SOMUT BİR ŞEY YOKSA BU MADDİ HATAYI DÜZELTİN' DİYECEĞİZ"
Anayasa Mahkemesinin Enis Berberoğlu kararını da değerlendiren Şentop, şunları dile getirdi:
"Anayasa Mahkemesi, iki karar verdi ama kararlar teknik olarak birbirinden farklı. Burada seçme seçilme hakkının, kişi hürriyetinin ihlal edildiğine dairdi ilk karar. 'Milletvekili seçildiği için yeniden dokunulmazlık kazanmıştır, kazandıktan sonra da yargılamanın durdurulması lazımdı, durdurulmamıştır.' diye verdi. Bunu ilk derece mahkemesine gönderdi. Bu konuda hukuki tartışmalar yapılabilir. Şahsi kanaatim, ilk derece mahkemesi karar verdiği zaman ilk derece mahkemesinin karar verdiği sırada Berberoğlu'nun dokunulmazlığı yoktu. İstinafa gitti, orada bir karar verildi, o zaman da dokunulmazlığı henüz yoktu. Yargıtay'a gittiğinde Berberoğlu seçildi ve Meclis'e geldi. Bu karar, Yargıtay aşamasında verildi. Durma kararı verilmesi gerekiyorsa bunu Yargıtay verecek. Bir ihlal söz konusuysa bunun muhatabı ilk derece mahkemesi değil, Yargıtay olması gerekirdi. İkinci karar ise 14. Ağır Ceza Mahkemesi buna uymadığı için, uymaması sebebiyle bir ihlal ortaya çıkıyor. Mevcut ihlal devam ettiriliyor, bundan dolayı verilmiş bir karar.
Anayasa Mahkemesi, bu kararında, 145. paragrafında 'Bu, hukuk düzeninin, anayasal düzenin ihlalidir mahkemeninki. TBMM başta olmak üzere, HSK ve diğer kamu kurumları da bu konuda bir şeyler yapmalıdır.' anlamında, 'Gelin, hep beraber çözelim bu konuyu.' gibi bir yaklaşım içinde, bir nevi Meclis'e de tembihte bulunuyor, öğüt veriyor. Bilgi için Meclis ve HSK'ye bunu gönderiyor. Ne gerek varsa? Çünkü Resmi Gazete'de yayımladığınız bir şeyden bilgi sahibi oluyoruz. İçerideki bu ifadelerde sanki Meclisin yapacağı bir şeyler var, onları Meclis yapmıyormuş da hatırlatalım gibi tablo ortaya çıkıyor. Bu, sadece benim anlayışım ya da evhamım falan değil. Birçok kişi böyle anlamış. Kararı baştan sona okudum. Meclis'in yapacağı bir şey görülmüyor. Meclis ne yapacak? Belirtilmemiş."
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nde hükmün bulunduğunu, tavzih ve maddi hatanın düzeltilmesi talebinde bulunulmasının mümkün olduğuna işaret eden Şentop, "Böyle bir talepte bulunacağız. 'Burada Meclis ile ilgili şeylerden bahsediyorsunuz. Bu nedir? Bunu biz anlamadık, bunu bir izah edin, Meclis'ten ne yapmasını istiyorsunuz? Eğer gerçekten Meclis'ten yapmasını istediğiniz somut bir şey yoksa o zaman bu maddi hatayı düzeltin.' diyeceğiz. Sonuç itibarıyla bir şey varmış gibi bir çağrışım ortaya çıkıyor. Buna kimsenin hakkı yok. Bu şekilde dolaylı da olsa Meclis'i töhmet altında bırakmaya Anayasa Mahkemesinin hakkı yok ama böyle bir intiba oluşturmak, erkler ayrılığı bakımından da çok sıkıntılı bir tablo." değerlendirmesinde bulundu.