19.05.2018 - 12:23 | Son Güncellenme:
İşte İbrahim Kalın'ın o yazısı:
"ABD'nin büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma kararı hasar ve acı üretmeye devam ediyor. 14 Mayıs'ta 62 Filistinli İsrail askerleri tarafından şehit edilirken, yüzlerce kişi de yaralandı. Son gelişmeler, Trump yönetiminin Orta Doğu barış sürecinde oynadığı rolün sonuna geldiği anlamına geliyor.
Son karar, iki devletli çözüm için kalan umutları bitirdi. Trump yönetimi, tarihsel olarak "sahada gerçeklik üretme" ve güvenlik ile 'doğal büyüme' bahaneleriyle Filistin topraklarını gasp etme politikası izleyen İsrail'e tam destek veriyor. Bu yaklaşım hiçbir zaman Filistin halkının güvenliğini, özgürlüğünü ve refahını göz önünde bulundurmadı. Filistinlilerden 70 yıldır süren işgali kabullenmeleri, herhangi bir direniş gostermemeleri ve şikayet etmemeleri bekleniyor. İşgal altındaki Filistin'in hikayesi kadar trajik ve ikiyüzlü bir başka modern siyasi hikaye yoktur.
Zaten en başta ABD'nin Orta Doğu barış sürecinde dürüst bir arabulucu olduğuna inananların sayısı çok değildi. Trump'ın Kudüs kararı ise sürecin tabutuna çakılan son çivi oldu. Filistinliler bu ABD yönetimiyle görüşmek istemiyor ve bu tavırlarında sonuna kadar haklılar. Zira Trump yönetimi Filistinlilere umut, destek veya onları müzakere sürecinde tutacak hiçbir şey sunmadı. ABD yönetiminin üyeleri aylardır hiçbir detay paylaşmadan "yeni bir barış planı üzerinde çalışıyoruz" diyordu. Neticede bu planın yalnızca bölgeyi ateşe verme potansiyeline sahip olduğu ortaya çıktı. ABD'nin Kudüs kararı bazı Evanjelist Amerikalıların ve siyonistlerin tuhaf teolojik inançlarını desteklemiş olabilir ama şimdiden ciddi zarar verdi. Sözde Batılı liberal düzen ve onun hükümetleri ise mesele İsrail işgali olunca ya sessiz ya da çaresiz kalıyor. İsrail’in her iddiasını doğru kabul ederken, politikalarını İsrail lobilerinin talepleri doğrultusunda şekillendiriyorlar. Ne ABD ne İsrail ile yüzleşecek, onlardan sorumsuz, provokatör ve suç niteliği taşıyan hareketlerinin hesabını soracak arzuları veya cesaretleri var. Bunun yerine sorunlar kendiliğinden ortadan kaybolsun istiyorlar. Bu süreçte İsrail işgalini kınayan sayısız BM kararı bir kenara bırakıldı. Dünyada başka hiçbir ülke veya işgal gücü, İsrail kadar çok BM kararını ihlal etmemiştir.
Sahadaki siyasi gerçekler ışığında İsrail’in "parça parça işgal" politikasına devam edeceği söylenebilir. İsrail, Filistin halkını dünyadan silme stratejisine bağlı kalacak. İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu "İsrail yok olmanın eşiğinde" kartını oynarken asıl Filistinliler, bir askeri makine ve apartheid devletinin ellerinde yok olma tehdidiyle karşı karşıya. Esasen İsrailliler, resmen bir topluluk olarak tanımadıkları Filistinlilerin adını bile anmıyor.
Netanyahu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a saldırarak ne işlediği suçları ne de içeride yaşadığı sorunları örtbas edebilir. Belki uluslararası toplumun kısmi sessizliğini ve Arap dünyasındaki bölünmeyi kullanabilir ama Filistin halkının iradesini ve bizim onlara yönelik desteğimizi ortadan kaldıramaz. Netanyahu, Erdoğan'a İsrail şiddetinin işgal altında yaşayan bir halkı yok etme çabası olduğunu söyleyen tek lider olduğu için saldırıyor. Cumhurbaşkanımız, demokratik yollardan göreve gelmiş bir lider olarak İsrail’in Filistin halkına karşı işlediği suçları eleştiriyor.
Elbette her zamanki gibi savaşta ilk ölen gerçekler oluyor. Bir kez daha Avrupa ve ABD medyası yaşananları anlatmaktan aciz kaldı. "Gazze'de düzinelerce kişi öldürüldü" manşetleri atanlar İsrail şiddetinden bahsedemedi. Neticede sanki Filistinliler bir afet veya salgın hastalık sebebiyle olmuş gibi bir izlenim uyandırıldı. Batı medyasının katille maktulü eşit gören haberleri, İsrailli yetkililerin savunmasız bir halka karşı şiddeti pervasızca desteklemeleri dışında bir sonuç üretmiyor. Ancak bu durum yeni değil. İsrail ne zaman Filistinlilere saldırsa aynı haberler yazılıyor. Filistinliler konuşma hakkından mahrum bırakılarak ikinci kez mağdur ediliyor. Bir apartheid devleti tarafından katledilen Filistin halkı, aynı zamanda terörle ve şiddet yanlısı aşırılıkla itham ediliyor. Filistinliler kendi topraklarında işgal altında yaşamak zorunda bırakılıyor ama evlerine sahip çıkma hakları inkar ediliyor. Her gün ayrımcılığa, hakarete ve mülksüzleştirmeye maruz kalıyor, ama anti semitizmle suçlanıyorlar. Batı medyasında çıkan haberlerin çoğu, modern tarihin yazdığı en büyük adaletsizlik ve zulüm hikayesini meşrulaştırmaya çalışıyor.
Bir an eğer 14 Mayıs'ta İsrailliler değil Filistinliler 62 kişi öldürseydi dünyanın nasıl tepkiler vereceğini hayal edin. Böyle bir olay sıradan bir haber olmazdı. Bölgesel ve küresel dengeler değişir, Batılı devletler suçluları cezalandırmak için tüm imkanlarını seferber ederdi. Ordular sahaya sürülürdü. Ama fail İsrail, kurbanlar da Filistinli olunca bunların hiçbiri olmuyor. Orta Doğunun en ölümcül ordusuna ve koşulsuz ABD desteğine sahip olan İsrail, taş atan kadınlardan ve çocuklardan korkuyor. Oysa Filistin halkının kendilerini, ailelerini, yaşlılarını, evlerini, zeytinliklerini, hayatlarını ve haysiyetlerini koruyacak başka hiçbir şeyleri yok.
Türkiye bu durumu göz önünde bulundurarak İslam İşbirliği Teşkilatı'nı olağanüstü toplantıya çağırdı ve Müslüman ülkeleri, İsrail şiddetine karşı Filistinlileri savunmak için harekete geçirdi. Ayrıca üç günlük yas ilan edildi, Washington ve Tel Aviv'deki büyükelçiler geri çağrıldı ve TBMM olağanüstü toplandı.
Trump ve Netanyahu yönetimlerinin sorumsuz ve popülist politikaları yüzünden barış, bugün her zaman olduğundan daha uzakta. Müslüman ülkeler, Avrupalılar, Afrikalılar, Asya ve Latin Amerika ülkeleri, bir araya gelerek İsrail’in uluslararası hukuk ihlallerini ve Filistinlilerin mağduriyetini engellemelidir.
Filistin'de asıl sorun işgalin kendisidir. İşgal sona erdirilmeden kimse için ne barış, ne güvenlik ne de kalkınma mümkün olabilir."