Sevgili Ayşe Arman, geçtiğimiz cumartesi köşesinde Türk kadının toplumsal yarasını erkeklerin gözünden anlatmış. Diyor ki “30 yaş üstü kadınlarda evlilik histerisi var.” Evlilik histerisi yaşayan bir çok kadınla çalışan biri olarak belirtmeliyim ki, tespit çok doğru. Hatta bu teze ufak bir düzeltme önerebilirim; İlk panik dalgası 25’i az geçe başlıyor.
Ayşe Arman’ın köşesinde duygu ve düşüncelerini paylaşan beyler hep aynı noktaya parmak basmış. Türk kadınları tanıştıkları andan itibaren erkeğin evlenilebilir olup olmadığını tartmaya başlıyor. Olumlu karar çıktığı anda, tüm çabaları ilişkiyi evliliğe taşımaya yöneliyor. Hal böyle olunca, hep yarına yönelik mesajları almaya başlayan erkek bunalıyor elbette ama asıl kayıp kadının. Geleceğe ve evliliğe odaklanmaktan, bugünü ve ilişkiyi yaşayamıyor aslında. Bugün birlikte geçirerek alınacak keyif uçup gidiyor. Çünkü bu akşam birlikte yenen yemekte sohbete ve birlikte eğlenmeye odaklanmak yerine, kadın erkeğin evlilikle ilgili düşüncelerini onu ürkütmeden nasıl öğrenebileceğine, onu nasıl ikna edeceğine takıyor aklını. O an akıp gidiyor.
Türk kadının çoğunun annesiyle derdi var. Anneyi memnun etmek veya annesi gibi olmamak üzerine bilinç altına yerleşmiş arazlar, kadın 30’lu yaşlara geldikçe su üstüne çıkmaya başlıyor. Ne yaşamış olursa olsun, kolunda evleneceği bir adamla ailesinin karşısına çıkmayı, kadın bir arınma ve başarısını ispatlama gibi algılıyor.
Geleneksel aileler için kızlarını baş göz etmek önemli. Sanki ele güne karşı “Bakın bizim kızımız o kadar düzgün ve iffetli ki, bir erkek onu evlenmeye layık buldu” diyebilecekler ve bu durum aslında onların kızlarını ne kadar düzgün ve evlenilesi yetiştirdiklerini ispatlayacak. Hem “30 yaşıma geldim artık karışmayın bana” diye asileşen kızları, artık kendi sorumluluklarından çıkıp kocalarının sorumluluk alanına girecek. Oh ne rahatlama. Biraz da kocası “oraya gitme, bunu giyme” desin. O da kırsın dizini otursun.
Hem bak komşunun kızı, kardeşinin kızı, eltisinin kızı …..hepsi evlendi. “Senin kız evde kaldı. Hayırdır?” demezler mi.
Baba aynı şeyleri düşünse de kızıyla yüz göz olmamak adına geri çekilip genelde anneye devreder bu konuyu. Anne baskısı bu kadar yoğun olunca, 30’lu yaşlardaki kadınların anneleriyle yaşadıkları bütün sevgi, korku, inatlaşma vs. bağları ortaya çıkar.
İç sesi “Sen evde kalmadın. Daha doğru insanı bulamadın ” dese de anneyi mutlu etme iç güdüsü ağır basmaya başlar. Ya da tam tersi, kendi özgürlüğünü alabilmek adına, bu güne kadar gezdikleri, giydikleri yüzünden annesiyle hep itişmiş durmuştur. Şimdi annesinin “gördün mü bak” kelimeleriyle başlayacak cümlelerinin altında kalmamasının, rahatlığının evliliğine engel olmadığını ispat etmesinin tek yolu evlenmektir. Zaten içten içe korkar annesinin haklı olmasından.
Bir de biyolojik saat meselesi var elbette. Biyolojik saatin kısıtlaması kadının üzerinde kılıç gibi sallanır. Bu saatten sonra birini tanıyacaksın, evleneceksin. Hemen çocuk yapılmaz. Yapılır mı acaba? Ya sonra ikinci çocuğu isterse. Yaşı geçecek bu defa .Off of.
Üstüne adı konmuş ilişkilerin garantisi zannedilen sorumluluklar var . Adı konmuş ilişkilerde toplum kişilerin nasıl davranması gerektiğini belirliyor zaten. Zannediliyor ki evlenince adamın kadını aldatma ya da yanlış bir şey yaparak üzme ihtimali azalıyor. Kimse “Senin bir sevgilin var. Bu yaptığın yanlış değil mi” demiyor da “Evli barklı adamsın, utanmadın mı?” cümlesi daha bir vurgulu söyleniyor. Sanki erkeğin kadını üzecek bir davranışta bulunması ilişkide önlenemez ve fakat evlenince yasaklı.
Hepsinin sonucunda kadınlar evliliğe şartlanıyor. Okuduğu masalların hepsinin sonu olan,” prenses ve prens evlenip sonsuza kadar mutlu yaşamışlar” rüyasını yaşamak, ele güne karşı birileri için çok değerli olduğunu ispatlamak istiyor. Değer görme sancısı, evlilik imzasıyla sonlanacak sanıyor kadın.
30’lu yaşlarında, henüz evlilik histerisine kapılmadan evlenmiş bir kadın olarak belirtmeliyim ki evlilik güzel ama zor. Asla “mutlu son” değil, “güzel bir başlangıç”. Önemli olan sürdürmek isteyeceğiniz bir ilişkiyi evliliğe karşılıklı istekle taşımak. Maalesef o kadar çok “katlanılan” evlilik var ki.
Hayatta başarılı olmanın şartı, kişinin kendi içinde mutlu ve başarılı olması. Mutluluğu evlilik şartına bağlamak ise başlı başına terapi gerektiren bir durum. Kendine değer vermeyen bir kadına, kaç erkek değer verse yetmez.
Sevgiler