“Desperate Housewives” adlı diziyi bilir misiniz? Yaklaşık 7 senedir süren ve bir çok ödül alan bu dizi, Türkiye’de de tam çevirisi “Çaresiz Ev Kadınları” adı ile yayınlanıyor. İlişkileri son derece renkli bir şekilde irdeleyen, farklı karakterlerin olayları farklı yorumlamasıyla hem bakış açılarının farklılığını ortaya koyması hem de eğlendirmesi sebebiyle kaçırmadan ,izlemeye gayret ettiğim bir dizi.
Dizinin bir bölümünde, üzerinde bir hayli düşünmemi sağlayan ve aslında hayatın her zorluğunda sık sık içine düştüğümüz bir yanlışı vurguladığına inandığım bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Dizinin karakterlerinden Lynett Scavo, izleyenler bilir, son derece realist, güçlü ve çok zeki bir kadın. Son derece parlak olan kariyerine, üst üste doğurduğu çocuklarına bakmak için ara veren, ama bunu mutlulukla yapan bir anne. Sorunların üzerine gitmeyi bilen, kolay kolay yılmayan, kriz anlarında çözümleri herkesten önce üretebilen bir kadın. Gerçekçiliği ve savaşçı ruhu onu romantizmden ve bazen de empati kurabilme yeteneğinden uzaklaştırıyor.
Lynett bir gün kanser olduğunu öğreniyor. Ve yeni bir savaş başlıyor.
Lynett her zamanki güçlü yapısıyla tedaviye başlıyor. Etrafındaki en yakın dostlarından bile hastalığını gizliyor. Dökülen saçlarını peruklarla gizliyor, çocuklarına rahatsızlığını belli etmemek adına, kendine fazlasıyla yükleniyor. Ve tüm acısını, tüm öfkesini, rahatsızlığını bilen tek kişi olan eşine yansıtıyor.
Eşi Tom, karısını ve çocuklarını çok seven, biraz çocuk ruhlu ama son derece müşfik ve şefkatli bir. Lynett’in hırçınlıklarına zaten alışık olduğu, hele bu zor döneminde ne kadar çabaladığını gördüğü için sürekli alttan alıyor. Kırgınlıklarını gizliyor, Lynett’in dikkatini başka yerlere çekip onu eğlendirmeye çalışıyor.
Ancak bu anlardan birinde Lynett büyük bir öfke patlaması yaşıyor ve Tom’a bağırıyor. Kendisini yeteri kadar anlamamakla, destek olmamakla suçluyor Tom’u. “Ben kanser hastasıyım, diyor. Her şeye hakkım var.”
Tom beni çok etkileyen bir konuşma yapıyor. Kelimesi kelimesine hatırlamasam da diyor ki, “Benim de karım hasta. Ben de sevdiği kadını kaybetmekten deli gibi korkan bir erkeğim.Seni iyileştirmek için elimden hiçbir şey gelmiyor. Elimden tek gelen şeyi yapmaya çalışıyorum, öfkeni bana boşlatmana izin veriyorum. Seni oyalamaya, başka şeyler düşünmeni sağlamaya çalışıyorum. Ama ben de çok üzgünüm, ve kimse bana “sen nasılsın” demiyor. Senin hastalığının beni nasıl etkilediğini hiç düşündün mü? Ödüm kopuyor, geceleri sana bir şey olacak diye korkumdan uyuyamıyorum, gündüzleri seni yalnız bırakmaya korkuyorum. Bu hastalık yalnızca seni değil, beni de alt üst etti. Bunu sen tek başına aşmayacaksın, birlikte aşacağız.”
Bazen sevdiklerimize ne kadar yükleniyoruz, öyle değil mi? Biz kötüysek, hasta veya üzgünsek kendimize öyle odaklanıyoruz ki, bizi seven insanların da bizim kadar üzüldüğünü, bizim için korktuklarını unutuyoruz. Bir çok yerde hasta yakınları için psikolojik destek merkezleri vardır. Nedensiz olduğunu düşünmeyelim.
Ama bunu sadece hastalıkla da sınırlamayalım. Sağlık dışındaki konuları da bir gözden geçirelim. Bizi üzen her konunun, bizim yüzümüzü karartan, göz yaşlarımıza mal olan her durumun en yakınlarımızı da üzdüğünü hiç unutmayalım.
Sevgiler