İş dışında tanıştığım insanlar, mesleğimi söylediğimde genelde meraklı bir gülümsemeyle karşılar. “Sizin çocuğunuzla iletişiminiz süperdir, ne şanslı çocuk, uzman bir annenin kızı”, ya da “Eşiniz çok şanslı, sizin evliliğiniz çok iyidir” gibi yorumlar alırım zaman zaman. Allaha şükür her şey yolunda ama bunun salt benim uzmanlığımla ilgisi yok elbette. Ne eşimin, ne kızımın bu konuda bir uzmanlığı yok, tek taraflı bir uzmanlık ne kadar işe yarıyor bilmiyorum. Elimden geleni yapıyorum sadece. Bu konudaki inancım, insanın öğrettiğini kendi hayatında da uygulayabilmesi yönünde. Sanırım faydası oluyor. Ama onların hakkında yememek lazım.
Geçen gün enteresan bir yorumla karşılaştım. Bir hayli düşündürdü beni. Toplumun bakış açısını, dizilerde seyrettiğimiz karakterleri gerçek kabul etmeye, tanınan insanları örnek alma yanlışına da uygun bir örnek sanırım.
Eşimle birlikte gittiğimiz bankada, bizimle ilgilenen banka memuresi, ne işle meşgul olduğumu öğrendiğinde merakla sorular sormaya başladı. Beni düşündüren soru ise şuydu; “ Siz hiçbir zaman boşanamazsınız, değil mi Yeşim Hanım.” İnşallah hiçbir zaman boşanma isteğim olmaz, evliliğim hep iyi gider umarım, ama üzerimde böyle bir baskı olduğunu düşünmemiştim hiç!
Eşim işi şakaya vurdu.”Bunu duyduğum iyi oldu, demek ki çok da özenli davranmama gerek yokmuş diye.” Banka memuresinin sorusunu soruyla cevapladım. “Eşimi kendime göre doğru seçmiş olmam benden beklenen bir şey olmalı haklısınız. Ama, hayat bu. Diyelim ki eşim bir başkasına aşık oldu. Ya da atlatamadığı bir bunalım geçirdi, beni döven, hakaret eden bir eş haline geldi. Sizce bu kadar kötü bir evliliği sürdürmek bir evlilik danışmanına boşanmaktan daha mı çok yakışır?”
Bir insanın uzmanlığını kendi hayatına aktarabilmiş olması elbette önemli ve güven verici bir unsur. Randevu almak için arayan bir çok danışanım evli olup olmadığını, ya da anne olup olmadığımı sorguluyor mesela, çok doğal. Elbette danışanlarıma kendi tecrübelerimle değil, aldığım eğitimlerle yardımcı olmaya çalışıyorum. Ama evliliği ve anneliği kendi hayatımda tecrübe etmiş olmam onları daha çok rahatlatıyor biliyorum.
Kendi hatası nedeniyle iflas etmiş bir finans danışmanına ya da giyimini beğenmediğimiz bir modacıya güvenmemiz kolay olmaz herhalde. Bu nedenle danışanlarıma tavsiye ettiğim şeylere karşıt davranışlarım olmamasına dikkat etmeye çalışırım hayatımda. İçselleştiremediğim bir şeyi tavsiye edemeyeceğime inandığım için, doğru bildiklerimi kendi hayatıma da katmaya çalışırım.
Ancak, toplumdaki bu sert algılar gerçekten düşündürücü değil mi? Diş hekimlerinin dişi çürümez mi mesela? Ya da gözlük kullanan göz doktoruna güvenmememiz mi gerekiyor?
Birkaç gün sonra gelen bir danışanım, bu düşüncelerimin derinleşmesine sebep oldu. Bir süredir devam ettiği terapistin boşandığını öğrendiği için güveninin kırıldığını, terapiyi bıraktığını söyledi. Kendine faydası olmayan bana nasıl yardım edecek diye düşünüyor? Ne olur yapmayın, yanlış.
Bizim insanlara yardım edebilmemizin en önemli temel taşlarından biri objektif olabilmemiz. Ama kendi sorunlarımız konusunda objektif olamamamız doğal değil mi? Danışmanların da üzülmeye, strese girmeye , bazen çözüm bulamamaya hakkı yok mu? İnsanız hepimiz. Yurt dışında hemen her terapistin bir terapisti vardır. Kimse bunu ayıplamaz, hatta çok sağlıklı olduğuna, terapistlerin kendi ruh sağlıklarını korumalarının, danışanlarına karşı yükümlülüğü olduğuna da inanırım. Ancak bu kadar sert çizgiler çizen bir toplumda bu rahatlığı kullanmak kolay değil maalesef.
İşimiz güven işi. Hatta, beni randevu almak için arayan danışanlarıma iyi bir araştırma yapmalarını, güven duyduklarını hissediyorlarsa çalışmaya başlamamız gerektiğini özellikle vurguluyorum. Ancak daha bilinçli bir toplum olmak adına, dikkat ettiğimiz konuları iyi tartmak gerek. Yoksa rol gereği dizide ölen bir hayal kahramanının ardından cenaze namazı kılmaktan bir farkı kalmıyor maalesef.