Uzaylılarla ilgili araştırmalar yapıldığını tahmin ettiğimiz ne idüğü belirsiz bembeyaz bir tesiste, astronot kılıklı bir adam, karşısında tutsak ettiği gence tuhaf sorular sorarak ve hiç renk vermeden sarı sayfalı defterine notlar alırken şöyle der:
“Ne kadar ilerlemiş olsak da kalem gibi bir şeyin hala işe yarıyor olması ilginç!”
Benim gibi edebiyat düşkünü birisi iseniz, ne edebiyatın ne de sanatın uzaylı istilasında bile son bulamayacağı, insanoğlu var oldukça, her yeni günle, düşlerinden ve iradesinden fışkırarak var olmaya devam edeceği gibi okkalı bir cevabı, oturduğunuz yerden astronot kılıklı bu çok ilerlemiş beye mırıldanabilirsiniz.
2014 yapımı, şu an sinemalarda gösterimde olan Sinyal, aslında tam da bunu anlatıyor:
İnsan iradesiyle birleşen mükemmel uzaylı teknolojisi!
Göçmen’in Peşinde . . .
MIT öğrencisi ve çok kısa bir süre öncesine kadar koşucu olan Nic, sevgilisi Haley ve ikisinin de en iyi arkadaşı olan Jonah, kişisel bilgisayarlarına kadar erişen Nomad (Göçmen) isimli bir hacker’ın peşine düşerek arabalarıyla yollara düşerler.
Nic’in koltuk değnekleri ile güçlükle yürümesine ve Haley ile aralarının bozuk olmasına rağmen, üçlü hacker’ın ve yolladığı sinyalin peşini bırakmadan devam ederler. Öyle ya, katıldığı son maratonda düşerek bacaklarını fena sakatlayan Nic, başkoyduğu herhangi bir işin peşini bırakacak türden biri değildir. Jonah’nın da Nic’ten geri kalır yanı yoktur ve ikisi de teknoloji alanında şimdiden zehir gibi iki gençtir. Sağ duyulu Haley ise kavga etmelerine rağmen bir şekilde sevgilisini bırakmak istemez . . .
Sinyal, meraklı ve kararlı üçlüyü, gecenin karanlığında, Nevada’da kimselerin uğramadığı bir yere, terk edilmiş bir kulübeye kadar götürür. Olayların sonrası, üçlüyü yerle yeksan edecek, birbirlerinden ayıracak kadar zordur.
Gerçekten Seçildiler Mi?
Nic gözlerini, beyazlara bürünmüş tesiste açar. Tekerlekli sandalyededir. Dr. William Damon adında biri, karantina kıyafetleri içinde kendisini sık sık tuhaf sorularla sorguya çeker. Tek başına ve bomboş bir odada günlerini geçirmeye mahkum olan Nic, arkadaşını ve sevgilisini arar fakat onlara bir türlü erişemez. Ve bir gün apansız, aklına durgunluk verecek kadar büyük ve acı bir sürprizle karşılaşır.
Çılgına dönen Nic kurtulabilecek midir, arkadaşlarını bulabilecek, onları da kurtarabilecek midir?
Peki ya peşini sürdükleri sinyal aslında nedir? Nomad gerçekte kimdir? Doktor ve etrafta gezinen diğer tuhaf insanlar kimdir, gerçek amaçları nedir? Nic ve arkadaşları doktorun dediği gibi sinyal tarafından seçilmiş kişiler midir?
Karışacaksınız . . .
Neo’ya Selamlar!
Dr. Damon rolüyle Laurence Fishbourne, Matrix’teki Neo’ya da ufaktan bir selam çakarcasına, Sinyal’de de izleyiciyi ağzı açık merakta ve yay gibi gergin bırakıyor.
89 doğumlu Avusturalyalı genç ve yakışıklı aktör Brenton Thwaites’in hakkını vermeli.
Filmin diğer başrol oyuncuları, 2011 yapımı J.J. Abrams ve Steven Spielberg imzalı Super 8’te Breen rolünde gördüğümüz Beau Knapp ve pek yakında gösterime girecek olan gerilim filmi The Quiet Ones’ta izleyeceğimiz güzel yüzlü Olivia Cooke oyunculuklarıyla göz dolduruyor.
Benim için filmin en güzel sürprizi ise Mirabelle rolüyle döktüren usta tiyatrocu, televizyoncu ve oyuncu Lin Shaye oldu. Kısacık fakat ne şahane bir oyundu!
Nic’in Bir Düşü Vardı
William Eubank’ın yönetmenliğindeki Sinyal, insana hiçlik, yalnızlık, gerginlik ve hatta çaresizlik hissini verirken, diğer tarafta Nic’in beklenmedik ve kısacık düşleriyle başka boyutlara taşıyor.
Ve bir süre sonra hakikaten de en başa, düşlere dönüyoruz . . .
Hatırlayın: Ne zaman ve nasıl sona erecegi belirsiz ölüm kalım savaşındaki Nic’in bir düşü vardı; koşmak! Tutkusunda, yaptığı şeyde en iyisi olmak. Nic kendi iradesiyle koşmayı seçtiği gibi yine kendi iradesiyle en iyisi olmak için uğraştı. Peki ya sonuç? Sonucu izleyince göreceksiniz.
Kalemin basit varlığına ve günün sonunda ona hala ihtiyacımız olmasına şaşıran mükemmel uzaylı teknolojisi, önünde sonunda yine düşleri ve insanın içindeki çekirdekten gelen iradesini arıyor.
Bence de pek ilginç, Dr. Damon!
İyi seyirler dilerim.