“Bir ülke dolusu mutsuz kadınla mutlu olunmaz. Hayatın en önemli bilgisi bu olmalı.”
Hani bir şeyi içten içe çok iyi bilirsin de bilmezden gelirsin, “aman” der, “sonra” der ötelersin, kendi kendine düzelmesini beklersin ya. Dostum yazar Hakan Şenocak’ın bıçaktan keskin bu sözleri bana, bizi her gün yeni bir tokatla yere çarpan “kadın” mevzusunun, biz onu sırtlanmadıkça, sonuna kadar üstüne gitmedikçe asla düzelmeyeceğini hatırlattı.
Halbuki biz, bunca mutsuz kadını hangi aralık yarattığımızı çok iyi biliyoruz.
Biz, bunca mutsuz kadını hala mutsuz etmeye devam ettiğimizi de çok iyi biliyoruz.
Koca bir ülke dolusu mutsuz kadını hala mutsuz etmeye devam ederken, bizden hiç-bir-şey olmayacağını, çocuklarımıza, geleceğimize iyiliğin, bilgeliğin bir parçasını bile bırakamayacağımızı da biliyor muyuz acaba?
Ancak içim acıyarak söyleyebilirim bunu, evet, eskiden beri kadınları el üstünde tutan bir toplum değiliz, aslına bakarsanız ataerkil düzene geçildiğinden bu yana, yani binlerce yıldır dünyanın kendisi böyle değildi. Kadınlar bir eşya gibi alındı, verildi. Sözleri duyulmadı, söz hakları olmadı, çoğu yerde, çoğu zamanda, nezaket ve toplum kurallarında dahi kendilerinden söz edilmedi. Yazarlıkları, sanatçılıkları, zanaatkarlıkları hiçe sayıldı. Bunlarla ilgilenmek isteyen kadınlar, türlü bahanelerle (biz bu bahaneleri de çok iyi biliyoruz) cadı, deli, kötü ilan edildi, evlere kapatıldı, yakıldı, yok edildi. Diktatörler, erkekleri yeni kadınlara sahip olma vaadiyle savaşa çağırdı, her savaşın sonu muhakkak ve çok yazık ki kadınların aleyhine bitti.
Sonra ne olduysa oldu, dünya değişmeye başladı. Ne güzel, ne bilge, ne büyük kadınların varlığından haberdar olur olduk. Var oluşlarıyla mest olduk, onur duyduk, onlardan ilham aldık.
Ne var ki, “dışardakiler”in refah seviyesi hızla yükselirken, “bizimkiler”in büyük kısmı hala kendi ayaklarının üstünde durabilme savaşı veriyor. Dahası bir kısmı içerde, bir kısmı küskün, bir kısmı dört duvarına kapanmış halde, bir kısmı çoktan hayallerinden, gücünden, dik duruşundan vazgeçti belki, belki bir kısmı kendi kendini yok etti, belki de yok edildi. Bazılarını duyduk, bazılarını hiç duymayacağız.
Bahanemiz, gerekçemiz, cevabımız ne olursa olsun, biz bunca mutsuz kadını hangi aralık yarattığımızı çok iyi biliyoruz.
Bunca kadını gözümüzü kırpmadan, bile isteye ötelediğimizi, ötekileştirdiğimizi çok iyi biliyoruz.
Kadınları, kadın haklarını yasalarımıza, sokaklarımıza, evlerimizin, gönüllerimizin içine almamak için ne numaralar çevirdiğimizi çok iyi biliyoruz.
Geldiğimiz noktada yaralı, neredeyse çaresiziz.
Neredeyse.
Tümüyle değil.
Bunu, yenilgiyi, asla kabul etmeyelim.
Ne Şarap, Ne Müzik
Şimdiye kadarki yaşantımda görerek, duyarak, hissederek bildiğim bir şey var:
Bilhassa babasının saygı göstermediği hiçbir kız çocuğu, yetişkinliğinde erkeklerden saygı göremiyor, yanı sıra kendini saygın tutmayı da, kendi değerini de bilemiyor. Sonrasında da hem oğluna, hem kızına böyle bildiği bir kadınlığı anlatıyor. Elbette aynı şekilde büyüdüğü evde kadınlara saygı duymayı görmeyen, duymayan hiçbir erkek, hayatının hiçbir evresinde kadınları gerçekten sevemiyor, gerçekten hiçbir kadına saygı duymuyor, hiçbir kadını mutlu edemiyor.
Tam da bununla ilgili olarak, Çetin Altan’ın beni derinden etkileyen, unutamadığım bir yazısı aklıma geliyor, yazının başını noktasına virgülüne dokunmadan paylaşıyorum:
“Pek yakında onbeşine basacak olan büyük oğlum geçen sabah:
- Baba hayatta en önemli şey kadın galiba diyordu.
- Galiba ne demek, elbette kadındır, dedim.
Kadınsızlığın ne olduğunu, üşüyen bir kedi gibi bir kadın sıcaklığı özlemiyle büyük şehirlerde tek başına yaşayan erkekler bilir. Ne Haliç'in gurubu, ne Marmara'nın sisleri, ne Kozyatağı'nın toprak yolları, ne lokantadaki şarap, ne radyodaki müzik bir kadınla paylaşılmıyorsa bir hatıra güzelliğiyle hafızada yerleşmez.
Bir koltuğa oturunca etekliğinin altından diz kapaklarının, yuvarlaklığını göstererek uzanan bacaklar... Her gülüşte ışıklanan dişler... Dalgalanan saç, işveyle kalkan omuzu, ceylan esnekliğindeki bel, ilkiyle milyonuncusu arasında aynı lezzeti taşıyan, yarım kapaklı gözlerle dudaktan öpüşmesi. Cam üstünde kayan şurup damlası gibi dudaktan boyuna kayan erkek dudakları... Kadın da hayatın en önemli şeyi değilse, önemlilik sözcüğü anlamsız kalır hayatta.”
Bu sözlerin üstüne daha fazla gevezelik etmeyeceğim ama, şu devasa soru aklımın koridorlarını terk edecek gibi değil, belki sizde cevabı vardır:
Sahiden, yenilgiyi kabul edecek miyiz?
Fotoğraf: Oprisco / http://oprisco.deviantart.com