Yazarlar
11.08.2014 21:00
| Son Güncelleme:
“Hayat bize bir milyar yıl önce verildi. Peki biz ne yaptık?”
Kimilerinin her gün düşündüğü, kimilerininse aklına geldiği an ödünün koptuğu bu meşhur soru ile başlıyor Lucy.
Avengers, Iron Man ve Kaptan Amerika derken, Scarlett Johansson’u bir süredir yeni ve üstelik de balıketli “actiongirl” olarak izliyoruz. Bana nedense bir şekilde eğreti gelen bu rollerin ardından, Lucy’deki bu son oyunu ile Scarlett Johansson’ın bendeki inandırıcılığı bir kaç tık birden yükselmiş bulunuyor. Bunda, Under the Skin’deki (2013) duygusuz, donuk uzaylı performansının da payı büyük.
Johansson, kendisinden romantik performanslarında ve Marvel filmlerinde alamadığım duyguyu bu kez hakkıyla veriyor. Ve bence rastgele bir kadının nasıl mutlak bir güce dönüştüğünü, korkusuz, acısız ve arzusuz bir insana, hatta insandan öteye geçişini zevkle izletiyor.
İnsanoğlunun Dillere Pelesenk Kapasitesi
Lucy, tarihteki en insansı ilk maymunla adaş, berbat bir yeni sevgiliye sahip talihsiz bir kız. Hikayesi de kendi gibi gayet sıradan.
Herşey, kötü sevgilinin Lucy’yi sözde kısa sürecek, ufak bir teslimat için mecburi kurye yapmasıyla başlıyor.
Lucy’nin başı, çok güçlü, pek zalim bir uyuşturucu kaçakçısının eline düşmesiyle fena halde derde giriyor. CPH4 isimli bir uyuşturucuyu zavallı Lucy’nin karnına yerleştirip, kurye olmasını istiyorlar. Lucy daha yolun başında sıkı bir dayak yiyince, karnındaki koca bir torba CPH4 kanına karışıyor ve çılgınlık işte tam burada başlıyor.
Öte yandan, Profesör Norman rolündeki Morgan Freeman’ı, insanoğlunun varoluş amacını ve beyninin hiç bilmediğimiz ve kullanmadığımız o dillere pelesenk kapasitesini anlatırken izliyoruz.
Defalarca duyduğumuz ve belki de çoktan klişeler rafına kaldırdığımız bir çok söylem, filmde akıllı uslu sebeplere dayandırılarak, neredeyse bilimsel bir temelde tartışılıyor. Bu açıdan film, oldukça “gaza getirici” öğeler de taşımıyor değil. İnsanın beynini daha çok kullanmak için çaba sarfedesi, kendisine her sabah ve akşam bunu hatırlatası, elinden geleni yapası geliyor. (Yapabilenler denesin!)
Mesela, Profesör Norman’ın dediğine göre, eğer beynimizin %20’sini bile kullanıyor olsaydık, kendi vücudumuza erişim ve kontrol sağlardık. Norman, vücudumuzdaki tüm bağlantıların esasında devasa bir bilgi ağı olduğunu ve bizim bu ağa hiçbir zaman erişemeyeceğimizi ekleyerek devam ediyor. (İlham verici, öyle değil mi?)
Lucy, Kendi Beynini İşgal Ediyor
Norman anlatadursun, uyuşturucunun bedenini ve zihnini ele geçirmesinin ardından, Lucy, profesörün söylemleri ile eşzamanlı olarak gittikçe artan bir yüzde ile algılarının kapılarını bir bir ve hızla açmaya başlıyor. Bir nevi kendi beynini işgal ediyor!
Henüz bir bebekken bile oynadığı kediyi tarif ediyor, hafızasının en ücra köşelerini keşfediyor, damarlarında dolaşan kanı, havayı, derisini, beyninin kıvrımlarında dolaşan düşünceleri ve hatta diğer insanların düşüncelerini duyuyor, duyumsuyor ve kontrol edebiliyor. Kısacık bir zamanda herşeye vakıf olan, hem fiziksel hem de zihinsel düzeyde süper bir güce dönüşüyor.
Evrenin Asıl Ölçüsü Matematik Değil
Yönetmen Luc Besson, insanların takıntılı bir şekilde “eşsiz” olduklarını düşündüklerini ve bu yüzden evrenin asıl ölçüsü olan “zaman”ı unutmak için kendi elleriyle yarattıkları sahte bir ölçüyü, “matematiği”, hayatlarının merkezi yaptıklarını anlatıyor. Zamanın birleştiriciliğine ve bizi var edişine akıl sır erdiremediğimizden, matematiğe ve kendi elimizden çıkma rakamlara, günlere, senelere, formüllere ve bin bir çeşit teoriye sıkı sıkıya sarıldığımızı anlatan Besson, filmi insan aklını “en mantıklı yollardan” açıklamak uğruna kendi kendini yiyen bilimle dalgasını geçerek bitiriyor.
Bu anlamda, Besson’dan “patlak” sonlar beklemeye alışkın izleyiciyi bence eğlenceli bir son bekliyor.
Tayvanlı uyuşturucu kaçakçısı ve Fransız polisle yaşanan aksiyonu bol sahneler için filmin oyalantı sahneleri diyenler olacaktır. Yine de benim tarafımda film boyunca abartılan ve can sıkan pek de sahne olmadığını belirteyim.
Açıkçası, daha önce Limitless’ta kusursuz bir sürükleyicilikte izlediğimiz konunun kahramanının bu kez kadın olması ve girişte de belirttiğim gibi Scarlett Johansson’ın beyaz perdedeki yeni “cool” imajı benim için filme dair artı hanesine yazıldı bile.
Kadın kahramanları seviyoruz; hele hele, beyninin %100’ünü kullanabilenleri daha da çok seviyoruz!
Lucy’yi izlerken Scarlett’in güç gösterisine ve heyecanına, Besson’ın gizli mizahına katılın, felsefeye kafa yorun ve bilimi bu kez çok da ciddiye almayın; kendinizi ve evreni -yapabildiğinizin en iyisiyle- hissetmeye bakın derim.