"Savaşa gitmeyen, ama savaşın en büyük kaybedenleri" olan kadınların kitabı . . .
“Savaşların bütün hafızalardan silinmesi için bir hatırlatma . . .”
“Kadın Yazarlardan Savaş Öyküleri”ni derleyen yayıncı yazar Halil Gökhan böyle anlatıyor yeni çıkan kitabını.
Ben üstüne ne eklesem eksik kalacak . . .
Kitapta, 24 kadın yazarın 24 öyküsü var; içinde nacizane benim de bir öyküm var.
Kıymetli yazarların isimleri şöyle sıralanıyor:
Alana Beril, Anuşka Şahiner, Aycan Türk, Birsen İnanç, Candan Selman, Çiğdem Keskinbıçak, Ebru Gökçe, Elif Karaca, Emine Ebru, Eda Geven, Gülnaz Kızıldağ, Gülru Pektaş, Hülda Öklem Süloş, Melis Olçum, Mukadder Kayhan, Nuran Budak Akreı, Özlem Tüm, Raşel Rakella Asal, Selma May, Sıdıka Sarpen Pabuçcu, Suna Baykam, Şirin Parkan, Vuslat Erkmen, Zeynep Esra.
Hem kitaba, hem kadın gözüne ve üslubuna dair, hatta daha da ileri gidip kadın ve erkek yazarları –hayat felsefelerinde dahi- kıyaslayarak, sevgili Halil Gökhan ile hakikaten öz ve çarpıcı bir söyleşi yaptık.
Keyifli okumalar dilerim . . .
V.E: Kadın Öyküleri kitabının ardından “görülen lüzum” üzerine ikincisini yayınladınız. Nedir bu lüzmun aslı?
H.G: Bundan tam bir sene önce yayınlanan Kadın Yazarlardan Kadın Öyküleri, hayatın ve sanatın her konumundan kadın yazarlar için verilmiş bir davet gibiydi. Görülen lüzum, bir parti havasında geçen bu davetin bu yıl da, bu kez seçilen bir temayla yinelenmesi. Tabii bu partiden maksat, bir kadın yazarlar partisi kurmak ya da iktidar olmaları değil; tam tersine erkek yazar figürlerinin peşinden giden, yarışçı, tamamen onların başarı algılarını taklit eden ve görece "başarılı" muktedir kadın yazarlara karşı bir muhalefet aslında. Erkek yazarlar ne aldıklarına bakarken ne verdiklerine bakmaları gereken kadın yazarların erkek yazarlarla aralarındaki ontolojik farkı ortaya koymak yerine onları taklit etmeleri yani yarışmaları ve birinciliğe dair tapınma, kalan herkesi öldürme ve yok sayma alışkanlıkları son derece trajik... Çok lüzumlu bir hareketti, plansız, ama biyo-kültürel olarak gerçekleşti ve çok da iyi oldu ki, yineleniyor tıpkı mevsimler ve gece gündüz gibi.
V.E: Savaş, erkek erkeğe kararı alınan, erkek erkeğe yapılan bir kıyım. Ama en çok yarayı kadınlar alıyor . . .
H.G: Az önce dediğim gibi kadınlar yarışmazlar hayatta; oluşturur, paylaşır ve uzlaşırlar... Aksini yapanlarsa doğadışı olarak eril davranışı taklit eden başarıdan çok başarılı erkeğe, güce göz koymuş taklitçilerdir. Bunlar arasında dünya güzelleri, kadın patronlar, medyacılar ve siyaset erbapları başta gelir. Kadın sanatçıların varolma kaygıları çok endişe verici... Tanrı düşüncesinin nasıl böyle bir kaygısı yoksa kadınların da olamaz. Savaş, evet diğer bütün uygarlık rahatsızlıkları gibi bir hastalık; tedavi gerektiren bir bozukluğumuz. Erkeklerin savaşa kadınları götürmemeleri ile kadınların savaşa gitmemeleri arasında bir nedensellik farkı yok gerçekten de. Kadın biyolojik olarak yaratıcı, ama yarattıklarını korurken de güç olarak zayıflığı tercih ediyor; aslında hiç de zayıf değil... Zayıflık bir anaerkil bir strateji. Ataerkil ise durumun hiç farkında değil... Hormonlarının, savaş hatıralarının ve silahların da coşkusuyla yüzbinlerce yıldır birbirimizi öldürüyoruz erkekler olarak. Kadınlarsa birbirlerini öldürmüyorlar. Belki sadece dünyayı, yaşamı korumak adına. Bunu birilerinin yapması gerektiği için...
V.E: Bu kitap için, “savaşın tüm izlerini hafızalarımızdan silebilmek için bir hatırlatma kitabı” diyorsunuz. Unutmak için önce neyi unutacağımızı hatırlamak gerekiyor değil mi?
H.G: Bazen hatırlamamız gereken bir şeyi unuttuğumuzu anlarız. Silinmiştir. İşlemin farkındayızdır. Hatırlamamız gerekmez savaşı, onu unutmak için. Sadece gittiğimiz yolda yol işaretleri bırakmalıyız geriden gelenler için... Savaşın izlerini örten izler. Yol işaretleri o kadar çoktur ki çoğunu bilmeyiz bile, ama gitmeye devam ederiz. Kimbilir bu içgüdüyle kaç bozukluğumuzu -savaş gibi- geride bıraktık evrimlerimiz boyunca. Örneğin ilkellikten, doğadan vazgeçiş... Sonra aletleri kullanma seçimlerimiz. Savaşlarsa bu vazgeçiş ve seçimleri birbirine bağlayan keskin dönüşlerdir. Günü gelince bu keskin dönüşleri de yumuşatıp yola katabileceğiz. Bundan umutluyum...
VE: Kitapta daha çok ağır basan duygu hangisi? Öfke, acı, yoksunluk . . . ?
H.G: Bu kitabın farkı öncekine göre, bir temasının en başta yazarlara verilmiş olması ve öykülerin sadece bu kitap için yazılmış olması. Kadının, erkeklerin egemenlik alanları üzerine düşünceleri ya da düşünmemeleri onların en zayıf noktaları... Kadın şiddet karşısında tepkisini doğurmaya devam ederek tavır alıyor. Bu tavır kesinlikle anlaşılmaz erkekler katında. Çok zor... Erkekler dijital, kadınlar analog düşünür derler ya, çok doğru... Aynı konuda erkek yazarlarla çalışsaydık kesinlikle verim alamazdık; erkekler davet ve toplantılara eğer kadınlar yoksa gelmezler bile; sadece erkeklerin olduğu yerden uzak dururlar; hep bir savaş altyazısı akar gider dudaklarının arasında; bu kesinlikle doğru... Demek istediğim, bu derlemeyi erkek yazarlarla asla yapamazdım. İşin içinde güç, erk, yarışma, ödül olmadıkça erkekler kıllarını kıpırdatmazlar. Kadınlar da bu yönden talihli olduklarından çok kıpırdaklar, yani yaparak, yaratarak, yazarak, yazdırarak yaşamın anlamını oluşturuyorlar.
VE: Sizce bu kadın gözünden, yüreğinden savaş öykülerini erkekler de merak edecek, okuyacaklar mı?
İşin içinde bonus varsa kesinlikle okurlar...
V.E: Kadın öykülerinin lezzeti bir okur olarak bana başka geliyor; bir editör ve elbette okur olarak siz ne düşünüyorsunuz?
H.G: Bu benim ciddi bir analiz sorunum zaten uzun süredir: Eril ve dişil yazılar var ayrı ayrı... Birbirlerine benzemeleri taklitten ve güç talebinden başka bir şey değil... “Kadın yazısı” diyebileceğimiz apayrı bir şey var; o yazıda kültürde gizli saklı kalan çok zenginlik ve modern yaşamlarımızı daha etkin, verimli kılacak sonuçlar var.Belki bundan sonra yıllık hale getireceğimiz Kadın Öyküleri de bu aklın bir ürünü olacak ve kadın yazarların gerçek kapasitelerini yazıya, kültüre dökmeleri için fırsatlar sunacak.
Bu anlamda KafeKültür'de H.E.İ.D.İ (Hayat Eğlenceden İbaret Değildir'izm) adlı bir dizimiz var: “Hayatımın Bütün Kadınları”, “Genel Hayat Öyküleri” derlemeleri gibi. Yeni yazmaya başlayan ya da yazmaya hazır kadın yazarlar bu kitaplara doğrudan çalışmalarını sunabiliyorlar ve kendilerini deniyor, bir nevi hazırlanıyorlar. Sonuçlardan memnun kalanlarla, kimlik olarak kendini sorumlu gören ve yazarlıkta kararlı kalanlarla da çeşitli projelerde yeniden buluşuyoruz. Önemli bir detay olarak şunu da eklemeli: Çıtalar yatay olarak ilerliyor (yükselmiyor) yarış yok, kahraman yok, düzen yok, ödül yok, çünkü suç ve ceza da yok. Sadece dünyayı koruyor ve kurtarıyoruz, sürekli olarak.