“Temelde benim filmlerimde yinelenen iki nota budur: yürek dağlayan aşk ve hafiflik”
Dünyaca ünlü yönetmen Ferzan Özpetek’in ilk romanı İstanbul Kırmızısı’nda geçen, kendi işinin özüne, ruhuna ilişkin bir cümle; ilham verici!
Yaklaşık 140 sayfalık kitabı –romandan ziyade, bir novella bu- akşamüstünden sabaha bitirdim, pek çok cümlenin altını çizdim, buraları yeniden ve yeniden okudum, sürüklendim, bitmesin istedim ve hikaye nihayete erdiğinde üstümde Özpetek’in o büyük, ferah ve duygulu filmlerinden esen büyülü rüzgar kaldı.
Zaman Gezi, mekan İstanbul!
Kitabın karakterleri aynı uçak ile bir süreliğine İstanbul’a geliyor. Zaman “Gezi” zamanı. Etraf karışık, etraf esin dolu, etraf aşk dolu. Her yerde slogan, her yerde şiir. Şiir de sokakta, aşk da sokakta. Özpetek’in ilhamlı, kardeş ve sevgili kalabalıkları kitapta da karşımıza çıkıyor.
İki ana karakterin ilki, birinci tekil şahıstan konuşan, hikayesinden yola çıkarak yazarın kısmen veya bizzat kendisi olduğunu düşündüğümüz “Ünlü Yönetmen”. İlk aşkı Yusuf’u, büyümeyi ve erkek olmayı, babadan gelen baskıyı, annenin aşka hasretini ve desteğini anlatıyor hikaye. İlk aşkın sonu hüzne eriyor:
“Bir ittifaktı bizimki, güçten ve hassasiyetten oluşan. Babam bunu kırdı, hem de lekeleyerek.”
Bu sefer Yönetmen’in sonraki vakitlerdeki aşkı Neval ile karşılaşmasını okuyoruz:
“ . . . oysa, o benim bir parçam, daima içimde. Neval benim yaşayabileceğim, sahip olma olasılığım olan hayatı temsil ediyor.”
Anneye gelecek olursak, anne işte kitaba sloganını veren o müthiş kıymetli cümleyi kuruyor sık sık:
“Hiçbir şey aşktan daha önemli değildir.”
Kitabın ikinci ana karakteri, kocası ve asistanı ile beraber bir iş için İstanbul’a gelen ve hemen oracıkta büyük bir acı ve ardından muazzam bir düş kırıklığı yaşayan Anna. Anna’yı kendi ağzından değil de yazarın gözünden okuyoruz. Anna, kocasına hayran, asistanına karşı tensel bir çekim içinde; ama kendini hep geri çekmeyi, otokontrolü daima elinde tutmayı biliyor. Öyle görmüş, öyle de gidecek sanıyor. Fakat işler öyle bir değişiyor ki . . .
Anna’nın önce büyük bir öfke ve hüsranla kafası karışıyor, sonra kendini zamanın ve mekanın davetkar seyrine bırakıyor. Kendi de şaşıyor bu duruma: korkuyor, cesaret buluyor; hoşlanıyor, aşk yaşıyor; kızıyor, yüzleşiyor; soruyor, cevaplarını buluyor.
“O artık saçları yapılı, tırnakları manikürlü, bakımlı kırklık kadın değildi. Meşgul, hep koşturan, hep cep telefonuyla konuşan, bütün hayatı kontrol altında olan o kadın. Şimdi deniz yükselmişti, radarı yoktu, haritadaki yerini bile bilmiyordu. Ama boğulmadığının farkındaydı; yüzüyordu, işte o kadar. Sonsuz bir şimdide yaşıyordu: geçmişin değeri kalmamıştı, geleceğin de pek önemi varmış gibi görünmüyordu.”
Film Gibi . . .
Teknik açıdan kitap, tıpkı bir filmi izletir gibi, okuyucuya iki kahramanın da hikayesini sıralı ve tertipli bir kurgu içinde, okuyucuyu detaya boğmadan ve canlılıkla veriyor. Sürprizler, yine filmlere özgü netlik ve kararlılıkta; diğer bir deyişle ancak filmlerde olur dedirten cinsten. Yine de iki kahramanın da duyguları öyle doğal, akış öyle sürükleyici bir şekilde verilmiş ki, kitabı okurken tıpkı Özpetek’in yazdığı gibi tatlı bir hafifliğe, uçucu yaz günlerinin rehavetine kapılıp gidebilir okuyan.
Asıl Mevzu: Yüzleşmek
En başta söylenecek şey, en sona kaldı diyeceksiniz;
İstanbul Kırmızısı’nı okurken, başta yönetmenin annesinin rujunda ve ojelerinde olmak üzere, kırmızı rengini İstanbul’un her yerine yayılmış olarak –aslında bildiğimiz bir şeyi yeniden- keşfediyorsunuz. Yazarın hikayeyi anlattığı zaman, tam da ateş kırmızısı bir zamana, Gezi Parkı günlerine denk düşüyor ki, Özpetek o günlerin üstünden naif ve olgun bir sorguyla, içtenlikle geçiyor.
Kitabın ismini kendi adıma çok sevdim; kırmızılar hikayeye hiç yormadan serpiştirilip, yedirilmiş; fakat bana kalırsa tüm hikayedeki asıl mevzu: yüzleşmek. Yüzleşmenin yakıcılığı ve kabullenişin ardından omuza alınan serin, ipek bir şalın yarattığına benzer bir ürperti ve nihayet rehavet . . .
Yüzleşme mevzusu çarpıcı, kahramanlar, coşkular ve büyük şairlerden şiirlerle bezenen hikaye içtenlikle örülü ve serüven alabildiğine hızlı! Hele mekan İstanbul, zaman ise Mayıs-Haziran 2013 olunca . . .
Filmlerine hayran olduğumuz Ferzan Özpetek’in ilk kitabı “İstanbul Kırmızısı” kesinlikle okunmaya değer, kitaplıklardaki yerini hakkıyla alacak bir roman . . .