Taptaze raflarda.
Bir çırpıda okunacak ve sonra tekrar tekrar dönülecek, yavaş yavaş yeniden okunacak ve sonunda baş ucundan eksik edilmeyecek bir kitap Ebru Gökçe'nin ilk kitabı. Kısa kısa ama ille de öz notlarla hayatın tam orta yerine dalan, oradan hiç çıkmayan bir kitap.
Tam bir hayat kitabı bu!
Ebru Gökçe'yle derinlere değen, sıkı bir röportaj yaptık:
Neden “Kişisel Değil”?
Kitabın adı Kişisel Değil; çünkü içimdeki anti tarafı yansıtıyor. Birçok kişi bu kitabı kişisel gelişim türü olarak değerlendirse de, bana göre bu kitabın türü bir denemedir. Diğer yandan, içerik olarak tüm bireyleri ilgilendiren hayata dair pek çok konuyu ve alanı kapsıyor. Bu yüzden de kişisel olamaz.
Seni sevenler ve bilenler ne zamandır bekliyordu, kitabın çıkış zamanlaması hakkında neler söylersin?
Aslında kitabı önce Mart'ta bir yayınevine teslim etmiştim ve oradan çıkacağına çok emindim. Ama hayat işte, her şey planlandığı gibi gitmediği gibi her şeyde bir hayır da vardır. Bu yayın eviyle ruhlarımız hiç uyumlu olmadığından, planlar değişti. Araştırmaya devam ettim ve sonunda çok sevgili bir arkadaşım şu an beraber çalıştığım Kafe Kitap'ın kurucusu Halil Gökhan'la tanıştırdı beni. “Anlaşacağınızı düşünüyorum, o da senin gibi sistem dışı bir adam" deyince o anda içim ısındı bu fikre ne yalan söyleyeyim ve Mart'tan beri beklenilen kitap sonunda dünyaya geldi.
Kitap, hayata dair pek çok duygu ve detay hakkında oldukça öz bir tavra sahip. Hayatı da böyle net ve yoğun mu yaşıyorsun?
Evet, kesinlikle oldukça net düşüncelere ve tavırlara sahip olduğumu söyleyebiliriz. İnsanların benimle ilgili sonradan şoka girmek gibi bir durumda kalmaları çok zor. Geçenlerde 25 yıllık dostumla sohbet ediyoruz. Biriyle ilgili "Beni yanlış mı anladı acaba?" dedim ve aslında ömrümde aldığım en güzel iltifatı aldım. "Sen hayatımda tanıdığım yanlış anlaşılması en zor insansın. O kadar netsin ki" dedi. Kısa bir düşünme anından sonra üzerine kısa bir kıkırdaşma bile yaşadık. Çünkü hatta bazen fazla net bile olabiliyorum. Yoğun konusuna gelince ben bir akrebim, hayatı yaşarken yüzeyde kalmam çok zor. Yaşam enerjim çok yüksek. Ayım da oğlakta olduğu için düşünce ve duygu anlamında da yüzeyde kalmam zor. Bu yüzden birçok kişiye göre tüm duyguları, renkleri yaşama dair her şeyi biraz daha yoğun yaşıyorum diyebiliriz.
“Bizler bu dünyaya mutluluğumuz için savaşmaya geldik” diyorsun. Gün olsa iç sesimiz cılızlaşsa, viraneler altında bile kalsa, hayat enerjisi yolunu bulur diyorsun. Bir nevi bu kitabın tamamı, iç sesimizi ayakta ve farkında tutmak için yazılmış gibi . . .
Doğru, “farkındalık” kavramı bu kitabın omurgası diyebiliriz. Birey tek başına öylesine güçlü bir öze sahip ki, bizler arada bunu unutarak bilinçsizce ve şuursuz bir koyvermişlik içinde savrulabiliyoruz. Böyle durumlarda benlikleri dürterek uyandırmayı seviyorum diyelim. Kendi benliğim de buna dahil tabi ki . . .
Bildiğimiz anlamda dindar biri olmadığını biliyorum ve kitabında dua etmekten, inançtan ve umut etmekten bahsettiğin pek çok kısım var. İnsanın manen dimdik kalabilmesi, görüşünü durulaştırabilmesi için bu üçü çok önemli değil mi?
Ah evet, bu konuda insanların algıları çok karışıyor. Dini inançla hiçbir ilgisi olmayan bir inanç sistemi mevcut. Bireyler Tanrı'ya inanmasa da özlerine ve bütüne karşı geliştirecekleri bir inanca sahip olmak durumundalar. Bu konudan bahsettiğim zaman kafalar karışabiliyor ve hemen olayı dini inanca bağlayabiliyorlar. Oysa dediğim gibi, bahsettiğim inanç sisteminin bununla hiç ilgisi yok. Duacı olmak sure okumak anlamına gelmez. Yürekten dilenecek her şey evrene bir dua olarak savrulur. Bu bir enerjidir ve evren bu saf bir inançla yapıldığı zaman bu enerjiye asla kayıtsız kalmayacaktır. İsteyen bunu Tanrı süzgecinden de geçirebilir. Bunda hiçbir sakınca yok. Ancak her zaman söylerim, bizler doğal bir sihir setiyle doğmuş şanslı varlıklarız. İçimizde istediğimiz ve iyi niyetli olan her şeyi mümkün kılacak müthiş bir güç var. Böyle olmasa kanser hastalarının iyileşmesi veya büyük sarsıntılardan tekrar düze çıkmamız asla mümkün olmazdı. Bu da uzun konu ve 2. kitapta bundan daha derin bir şekilde bahsedeceğim.
Facebook’taki özel hesabında da her gün tıpkı kitabındaki gibi birbirinden farklı konularda belki de insanların hiç hesaba katmadıkları taraflardan bakarak yazıyorsun. Sosyal medya, etki-tepki için çok daha kolay bir yer. Nasıl tepkiler alıyorsun?
İçten bir enerjiyle davrandığın sürece içten karşılıklar alıyorsun. İletişimim güçlüdür. Sakın yanlış anlaşılmasın; bunu kendimi övmek için söylemiyorum. Ama hiç tanımadığım insanların beni çok fazla sevmesinin en büyük nedeni gerçekten samimi olabilmemden ve güçlü iletişimler kurabilmemden kaynaklanıyor. Hiç tanımadığım insanların birbirinden bağımsız sorunlarıyla ilgili attıkları mesajlara da mutlaka yanıt veririm. Bu sebeple çok fazla dost edindiğim gibi, hiç yüz yüze gelmesem de o beyaz ve donuk ekranın ardından karşılıklı kaliteli enerjiler paylaşabildiğim ve sıcacık iletişimler sürdürdüğüm çok değerli insanlar var. Herkesin görünmez bağlarla birbirine bağlı olduğuna sonsuz inanıyorum. Sanırım bu inancımın güçlü oluşu da iletişimi kolay kılıyor. Bu sözlerimden bazı limitlerim olmadığı sonucu çıkmamalı; ama genel anlamda iletişim konusunda engelleyici duvarlar ören bir yapım da yok.
Kitapta sana dair pek çok an, anı ve hikaye var . . . Mesela, Halil Cibran’ın “Kırık Kanatlar”ından dem vurarak anlattığın kısmı okuyunca ben çok duygulandım. Yaşanmışlıklar okuyucuyu gerçekten etkiliyor mu?
Bana göre bir yazar ne kadar içten ve gerçek olursa o kadar etkileyici ve saydam olur. Bu sebeple kendimi asla gizli saklı ve geride tutmadan yazarım ben. Çünkü bu benim bir yazarda aradığım ilk ve en önemli özelliklerden biridir.
Çok sıkı bir hayvan hakları savunucusu olduğunu ve kedi dostlarınla yaşadığını biliyorum, kitapta da onlarla ilgili çıkarımların ve hislerin var; yazarken seni rahat bırakıyorlar mı?
Elbette hayır. Ama ben her şeyi onlarla beraber yapmaya çok alışkınım. Arada dikkatim dağılsa da, bana verdikleri huzur ve dinginlikle her şeyi rahatça yapıyorum. Yaramazlık söz konusuysa kısa bir azar molası verebiliyorum. Bunun dışında kucağımda, oturduğum sandalyenin arkasında ve hatta ayaklarımın üzerinde bile yatan ve sürekli pırpır ederek mutluluk enerjisi yayan sıcak varlıklar olması şifa verici bir nimet benim hayatımda.
Bir sonraki kitabın konusu ve/veya tavrı belli mi?
Arada başka bir proje olabilir. Bana çok fazla danışılan ve bu konuyla ilgili detaylı bir paylaşım yapmamla ilgili beklentiler olan bir konuda diyelim. Ama netleşmeden paylaşmak istemiyorum. O sürpriz olsun. Kişisel Değil’in ikincisi, içerikte farklı konulardan da bahsedecek olsam da aynı tavırda olacak.