“Dünya adil olsaydı, karşınızda eğilmem gerekirdi” diyordu Sultan, koskoca bir şehri vebadan kurtaran hekimlere. Ve hemen ardından “Fakat, dünya adil değil” deyip, müstehzi bir kahkaha savuruyordu.
Geç seyrettiğim ve çok etkilendiğim filmlerden birinde, The Physician’da (2013) geçiyor bu replik.
Ne kadar da doğru . . .
Dünya adil bir yer olsaydı, pek çok şey şimdikinden bir hayli farklı olurdu kuşkusuz:
Mesela, dünya adil bir yer olsaydı; pek çok çocuğun yeteneği, büyüyünce “adam” olması uğrunda çarçur edilmezdi.
“Her çocuk sanatçı doğar. Esas sorun, büyüdüklerinde de öyle kalmalarını sağlayabilmektir.”diyor ya Pablo Picasso ve eminim hepimiz kafa sallayıp, iç geçiriyoruz ya ve korkuyoruz, hayallerimizin, yeteneklerimizin peşinden gitmekten, çocuklarımızı bu yolda özveriyle desteklemekten . . .
Halbuki, kendi doğasından gelen tamlık ve pürüzsüzlükte akan suya yol vermek ne de kolay, insan yapımı beton merdivenleri tırmanmaktan?
Ve evet, eğer dünya hakikaten adil bir yer olsaydı; pek çok genç insan tam kendini bulacakken, gerçekte içinin hiç almadığı, gönlünün istemediği o “süslü” ve önceden hazırlanmış bildik yollara sürüklenmezdi. Adımını atacağı her basamak ve hatta zaman dilimleri kendisi için önceden belirlenmiş olmazdı da, herkes kendi patikasında usul usul yol alırdı belki? Her bir bireyin bambaşka bir dünyası olduğu kabul edilir, buna hürmet ve sevgi duyulur; çocuklar ve gençler olmak istedikleri, heves ettikleri, düşledikleri gibi büyürlerdi. Çünkü insan gün gelip de istemediği birine dönüştüğünü anladığında, sığınacağı tek limanı yine çocukluğu oluyor. Ve biz belki de bu yüzden -kendimize itiraf edemesek dahi- yarım yamalak, bir yerlere sığamayan, dingin, ergin ve yetişkin de olamayan çocuklar olarak kalıyoruz . . .
Düşünsenize, dünya adil bir yer olsaydı; pek çok sanatçı, ekmek parasını kazanabilmek için ruhen ve bedenen tüm enerjisini yan yana konmuş masalar üstündeki bilgisayarlara akıtmak zorunda kalmazdı. Kendilerinin, yeteneklerinin bile farkında olmayan pek çok insanla (bunu bir düşünün), sanatlarından hayatlarını kazanamayan, saygı duyulmayan ve hatta ayıplanan, yasaklanan tüm bu insanlar, eğer dünya adil bir yer olsaydı, günün yarısına yakın vakti, sırf “normal” bir hayat sürebilmek uğruna anlamsız e-postalar, aciliyeti bitmeyen sunumlar, toplantılar, memuriyet ve içi bomboş diğer işlerle yok etmek mecburiyetine düşmezlerdi.
Velhasıl, şayet dünya adil bir yer olsaydı; eli kalem, boya, kerpeten, çekiç, gitar, flüt, keski tutan; fikirleri, hayalleri zihinlerinin koridorlarında hevesle, coşkuyla dolaşan insanlar için de adil bir yer olurdu herhalde. O zaman, yenilik, tekillik ve özgünlük kıymetli olur, denenmemişi denemekten korkmazdı insan oğlu.
Öyle görünüyor ki, dünya hakkıyla adil bir yer olsaydı, ne biz ondan sıkılırdık, ne de o bizi öldürmek için kendini tüketmeye başlardı.
Dünyanın adil bir yer olması iyi olurdu.
Şansımız hala var . . .
Resim: Picasso, "Child with Dove" | "Çocuk ve Kuğu"