Yeni bir eğitim anlayışının mümkün olup olmadığı son zamanlarda sıkça tartışılan bir konu. Bu meselenin günden güne daha da önemli hâle gelmesi geleneksel eğitimin, ailelerin ve öğrencilerin karşılaştığı sorunlara cevap verememesinden kaynaklanıyor.
Eğitimde reform alanında öncü bir ülke olan ve tüm dünyaya, başarılı yerel eğitim sistemiyle örnek teşkil eden Finlandiya’dan bu konuda öğreneceğimiz pek çok şey var. Okul reformu alanında çalışan Finlandiyalı eğitim uzmanı Pasi Sahlberg, şu anda dünyada 75 milyon gencin işsiz olduğuna ve bu gençlerin muhtemelen hiçbir zaman iş bulamayacağına dikkat çekiyor.
Sahlberg, giderek ağırlaşan bu sorunun benimsediğimiz geleneksel bakış açısıyla çözümlenemeyeceğini söylüyor. Bizler, anne-babalar ve eğitmenler olarak başka bir kuşağın, bambaşka bir bakış açısının ürünüyüz.
Sahlberg’e göre bizler, eğitim almak istediğimiz alanı seçip üniversiteye giden, diploma alan, sonra bir iş bulup yıllarca aynı işte çalıştıktan sonra emekli olan bir neslin çocuklarıyız. Fakat günümüzde tek bir işte hayat boyu çalışıp emekli olmak büyük bir lüks ve çocuklar bu gerçekliğin farkındalar. Yani gelecek belirsizlikler ve çeşitli zorluklarla dolu. Veliler olarak yapmamız gereken çocuklarımıza bu dikenli yolda ilerlerken hem yardımcı olmak hem de içinde bulundukları koşulları dikkate alarak onlarla empati kurmak.
Sahlberg empati kurmanın anne-babalar için ilk başta çok kolay olmayacağını da belirtiyor. Çünkü empati kurmak demek karşınızdakini anlamak ve aktif bir çabayla ona destek olmak anlamına geliyor. Çocuklarımız, “Neden üniversiteye gitmem gerekiyor?” diye bir soru yönelttiklerinde onları anlayıp bu sorunun temelinde yatan kaygıyı ve farklı bakış açısını görebilmemiz gerekiyor.
Sahlberg’e göre, çocuklarımız kabul edilemez gibi görünen bir soru yönelttiklerinde bile durup onları dinlemeliyiz. “Ben üniversiteye gittim, sen de gideceksin” ya da “Ben okuyamadım ama sen üniversite okuyacaksın” gibi yaklaşımların eğitimde aradığımız reformu getirmesi mümkün değil. Anne ve babalar olarak tüm bu soruları ciddiye almalı, çocuklarımızın isteklerine saygı duymalıyız.
Pasi Sahlberg, gelecekte üniversite diploması sahibi olmanın eskisi kadar önemli olmayacağını da belirtiyor. Üniversiteye gitmemeyi tercih eden gençlerin sayısının artacağını ve bu gençlerin yeteneklerini ve becerilerini kullanarak üniversite mezunlarından daha fazla gelir elde edebilecekleri iş alanları yaratabileceklerini söylüyor.
Peki çocuklarımızı bu değişen ve belirsiz geleceğe nasıl hazırlayacağız?
On beş-yirmi yıl öncesine kadar iyi eğitim, öğrencilere temel bilgileri veren ve onları uzun vadede gidecekleri diğer okullara hazırlayan ve sonrasında da iyi gelir getiren bir iş bulmalarını sağlayan bir süreç olarak görülüyordu. Ancak bu eğitim anlayışının yeni kuşakların ihtiyaçlarına karşılık vermediği görülüyor. Bu nedenle, iyi eğitimi çocuklarımızın iyi üniversitelere girmesini ve iş bulup iyi bir çalışan olmasını sağlayan bir süreç olarak görmekten vazgeçmemiz gerekiyor. Çocuklarımız aldıkları eğitimin neticesinde başkalarının sunduğu fırsatları yakalayabilen kişiler değil, yaratıcılıklarıyla kendi fırsatlarını da yaratabilen bireyler hâline gelmeli. Genç nüfusun artmasıyla ve ekonomik daralmayla beraber istihdam imkânlarının da azaldığı düşünüldüğünde gençlerin kendi fırsatlarını yaratabilen bireyler olarak eğitilmesi bir gereklilik hâline geliyor. Üniversite mezunu işsiz gençler yerine kendilerine iş imkânı yaratabilen bir genç nesle ihtiyacımız var.
Okulların Rolü
Okullar artık bilginin tek adresi değil. Küreselleşme, iletişim teknolojilerinin gelişmesi, kitaplara ulaşmanın kolaylaşmış olması bilgiyi daha ulaşılabilir hâle getirdi.
Bu noktada okulların rolü de değişmeli. Okul çocuklara salt bilgi aktaran bir kurum olmaktan ziyade, onlara doğru bilgiyi seçmeyi öğreten; kendileri, dünya ve diğer insanlar hakkında daha fazla şey öğrenme isteği aşılayan bir kurum olmalı. Yani çocukları bilgi bombardımanına tutup öğrenme aşkını söndüren değil, öğrenme isteğini sürekli tetikleyen bir eğitim sistemi benimsenmeli. Hepimiz biliyoruz ki sadece sınavlara yönelik olarak çalışan, iyi bir üniversiteye giren ve sonrasında öğrenme aşkını kaybettiği için evinde tek bir kitap bile bulundurmayan pek çok insan var.
Hâlbuki eğitim insanı bilmekten ve öğrenmekten bıktıran bir yaklaşım benimsememeli. İnsanı daha çok öğrenmeye, yaratıcı olmaya, yeni bilgiler edinmeye karşı heves duymaya yönlendirmeli. Her türlü bilginin okul dışında da öğrenilebildiği dünyamızda okulun asıl amacı öğrencilerin güçlü olduğu alanları, gerçek yeteneklerini ve tutkularını gün ışığına çıkarmak olmalı. Eğer çocuklarımız hayatta ne yapmak istediklerini, onları nelerin mutlu edeceğini ya da topluma nasıl katkıda bulunacaklarını bilmiyorlarsa, sınav sonuçları ne kadar iyi olursa olsun gerçek başarıya ve mutluluğa ulaşmaları mümkün olmayacaktır.
Anne ve Babaların Rolü Ne Olmalı?
Profesör Sahlberg, çocuklarımız için her şeyin en iyisini istesek de zaman zaman durup beklentilerimizi gözden geçirmemiz gerektiğini söylüyor. Çünkü çocuğun iyiliği içinmiş gibi görünen şeyler genelde bizim hayallerimizin birer uzantısı oluyor. Sahlberg’e göre çocukları kendi içsel yeteneklerini göz ardı eden, hatta bunlara ters düşen şeyler yapmaya zorlamak uzun vadede onlara büyük zarar verebilir.
Gelecek ve iş piyasasının koşulları belirsiz olsa da anne ve babaların elleri kolları bağlı değil. Gelecek ne getirecek olursa olsun çocukların yargılarına, hayattan beklentilerine ve yeteneklerine güvenip bize tuhaf gelen yeni fikirleri anlamaya çalışmak ve her ne olursa olsun duygusal desteği esirgememek çok önemli. Çocuklar ana-babalarının onları sevdiğine, ilgi gösterdiğine ve koruduğuna inandıkları sürece başarılı, sağlıklı ve mutlu bireyler olarak hayata atılacaklardır.
Gelecek, sorunlara gebe olsa bile bu sorunların bir aile olarak hep birlikte aşılabileceğini bilmek çocuklarımızın üzerindeki baskıyı azaltıp yeteneklerini ön plana çıkarmalarını sağlayacaktır. Çocuklarımıza gereksiz kaygılar yüklemeden onlara duygusal destek vererek geleceğe hazırlanmalıyız. 21. yüzyılda eğitim ve ana-babalık bunu gerektiriyor.
*Not: Bu makaledeki görüşler Finlandiyalı eğitim uzmanı ve Harvard Eğitim Fakültesi Misafir Öğretim Üyesi Pasi Sahlberg’e aittir.
Serap Yavuzyaşar Özay