27.10.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
Sağlık hizmetleri Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde vakıflar üzerinden sağlanıyordu. Sağlık hizmetlerini modernleştirme çabaları 19. yüzyılda gündeme gelmiş ve bu alanda bazı çalışmalar yapılmıştı. Saray ve ordu ile sınırlı olan sağlık hizmetlerinin kitlelere yaygınlaştırılması için ilk adımların atıldığı, sağlık hizmetinin devletin asli görevi olarak görülmeye başladığı bu dönemde İdare-i Umumiyet Tıbbiye Nizamnamesi yayınlanarak halka hizmet amacı güden kurumların kurulmasının önü açıldı. Hekim Başı kurumu kaldırılarak tüm yetkileri Tıbbiye Nezareti’ne devredilmişti. 1898’de hizmet vermeye başlayan Gülhane Seririyat Hastanesi devlet eliyle hizmet sunan ilk donanımlı hastane oldu. Osmanlı’nın son döneminde sağlıkta modernleşme çabaları Birinci Dünya Savasının başlamasıyla sekteye uğruyor, durumu hiç de iç açıcı olmayan sağlık altyapısı Türkiye Cumhuriyeti’ne miras olarak kalıyordu.
Hem düşmanla hem de hastalıklarla savaş
Kurtuluş Savaşı devam ediyor, Türk halkı zorlu koşullar içinde ayakta kalmaya çalışıyordu. Bir yandan düşmanla diğer yandan yoklukla, hastalıklarla devam eden mücadele sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı halk için ümit verici bir gelişme olmuştu. Meclis’in açılışından çok kısa bir süre sonra 2 Mayıs 1920’de Sağlık Bakanlığı (Sıhhiye ve Muavenet-ı İçtimaiye Vekâleti) kuruldu. Sağlık Bakanı Dr. Adnan Adıvar olmuş savaş yaralarının sarılmasına ve mevzuatın düzenlenmesine öncelik verilmişti. Teşkilat yeniden yapılandırılırken tedavi hizmetlerinin belediyeler ve özel idareler tarafından yerine getirilmesine karar verildi. Aynı zamanda halkı vuran salgınlar için önlemler alınmaya çalışılıyor çiçek, kolera, tifüs aşıları üretiliyordu.
554 doktorla başlayan yolculuk
Cumhuriyetin kurulduğu 1923 yılına ait istatistikler sağlık hizmetlerindeki eksikliği ortaya koyuyordu. 1923’te ülkede 3 devlet hastanesi, 6 belediye hastanesi, 45 özel idare hastanesi ve 32 Özel, Yabancı ve Azınlık hastanesi olmak üzere toplam 6437 yataklı 86 hastane bulunuyordu. Sağlık Bakanlığı 554 doktor, 69 eczacı, 4 hemşire, 560 sağlık memuru ve 136 ebe ile hizmet vermeye başlamıştı. Yapılan çalışmalarla 1935’te hekim sayısı 1625’e, ebe sayısı 400’e, sağlık memuru sayısı 1365’e, hemşire sayısı ise 202’ye ulaştı. Aynı yıl hastane sayısı 175 olmuştu.
Efsane sağlık bakanı görev başında
Cumhuriyetin ilk sağlık bakanı ilerleyen yıllarda başbakanlık da yapacak olan Dr. Refik Saydam oldu. 1923 yılında kısıtlı imkanlarla çalışmaya başlayan Refik Saydam sağlığın her alanında atılımlar başlatıyordu. Nitelikli personelin sayısının artması, hekimlerden hemşirelere, eczacılardan tıbbi teknisyenlere tüm sağlık personelinin eğitimi, bakanlığın öncelikleri arasındaydı. Gençleri tıp fakültesine çekebilmek için burslar verilirken, ücretsiz öğrenci yurtları açıldı. Hekim açığını kapatmak için mezun olanlara zorunlu hizmet şartı getirildi. Bir başka iyileştirme alanı sağlık kurumları oldu. Ankara, İstanbul, Trabzon, Adana, Sivas, Erzurum ve Diyarbakır’da “Numune Hastaneleri”, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde doğum evleri ve çocuk bakım evleri Refik Saydam’ın bakanlığı döneminde açıldı. Salgın hastalıklar konusunda da mücadele veren Saydam, 1937 yılına kadar bakanlık görevini sürdürüyor ve tarihin en uzun süre görevde kalan sağlık bakanı oluyordu.
Salgınlarla sınav
Genç cumhuriyeti bekleyen en büyük sınavlarından biri Anadolu’yu kasıp kavuran salgın hastalıklara karşı verilmesi gereken mücadeleydi. Dönemin kaynakları ülke nüfusunun yarısında sıtma görüldüğünü, 3 milyon kişinin ise trahom hastalığından mustarip olduğunu yazıyordu. Sıtma salgınını bitirmek için hastalar hızla tedavi edilirken, halka koruyucu ilaçlar dağıtılıyor, bataklıklar kurutuluyordu. Adana’da Sıtma Enstitüsü, 11 ilde ise sıtma dispanseri açıldı. Körlüğe neden olan trahom hastalığı ise özellikle Güneydoğu Anadolu’da yaygındı. 1925’te Adıyaman ve Malatya’da trahom hastaneleri açıldı. Kurulan gezici ekiplerle tüm Anadolu taranıyor, tespit edilen hastalar tedavi ediliyordu. 1950’de sayıları 16’ya ulaşan trahom hastaneleri trahomun kontrol altına alınmasıyla 1982 yılına kadar olan süreçte kapatıldı.
Dönemin en önemli hastalıklarından bir diğeri de veremdi. 1923 yılında ülkenin ilk verem savaş dispanseri İstanbul’da hizmete açıldı. 1924’de Heybeliada Verem Sanatoryumu hastalara hizmet vermeye başlıyor, Haydarpaşa ve İzmir bulaşıcı hastalıklar hastaneleri ile diğer devlet ve numune hastanelerinde veremliler için yatak tahsis ediliyordu. Kuduz için de İstanbul, Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Konya, İzmir ve Elazığ gibi ülkenin farklı şehirlerinde kuduz tedavi merkezleri açıldı. Bu dönemde frengi, lepra gibi hastalıklarda önemli azalmalar görülmüş, veba 1947, çiçek 1957 yılında ülkeden silinmişti. Bulaşıcı hastalıklara karşı aşı ve serum üretiliyor, tüm ülkeyi kapsayan aşı kampanyaları yürütülüyordu.
Türkiye’nin ilk kadın doktorları
Cumhuriyet döneminde sağlık alanındaki önemli gelişmelerden biri de Türk kadınlarına tıp eğitimi alma hakkının verilmesiydi. Osmanlı döneminde Darukız öğrenciler tıp eğitimi alamıyor, yurt dışında eğitimini tamamlamış kadın doktorlara da çalışma izni verilmiyordu. Ülkenin ilk kadın hekimi Dr. Zaruhi Kavalcıyan yurt dışında okumuş ve hekimlik yapmasına izin verilmediği için doktor babasının yanında asistanlık ve sonrasında biyoloji öğretmenliği yapmak zorunda kalmıştı. Almanya’daki tıp eğitimini tamamladıktan sonra Türkiye’ye gelen Dr. Safiye Ali ise cumhuriyetin ilanıyla birlikte 1923’te Türkiye’nin ilk kadın hekimi olarak hizmete başlama şansına kavuşuyordu. Tıp Fakültesi’ne kadın öğrenci kabulü 1922-1923 eğitim döneminde başladı. İlk kadın öğrenciler 1927 yılında İstanbul Üniversitesi’nden mezun oluyordu.