Tasarımlarıyla adından sıkça söz ettiren başarılı tasarımcı Nihan Buruk, Mercedes-Benz Fashion Week İstanbul kapsamında Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde “St.Nian” adlı koleksiyonunu moda tutkunlarının beğenisine sundu. Deri, siyah ve elektrik mavisinin hâkim olduğu koleksiyon moda, sanat ve spor dünyasından birçok ünlü isim tarafından da büyük ilgiyle izlendi. Defile sonrası ünlü tasarımcıyla bir araya geldik.
- Koleksiyonunuzu oluşturma sürecinizden bahsedebilir misiniz?
Koleksiyonumu oluştururken önce temamı belirliyorum. Koleksiyonumun adı ‘Gece’. Gece, burada bir imge. Sahip çıkmamız gereken değerlerin üzerinde örtülmüş bir örtü görüyorum. Bu soyut bir durum. Somut bir şekilde bunu koleksiyonumda nasıl görürüm diye düşündüm. Soyut bir konuyu, bir problemi nasıl insan vücuduna giydiririm, onu düşündüm. Daha önce formlar ve desenlerle gerçekleştirmişken, bu sefer renkler ve kumaş dokularıyla yapmayı tercih ettim. Temayı çok minimal çalışmaya özen gösterdim. Birkaç sezon ara vermiştim İstanbul Fashion Week’te şov yapmaya. Bu süreçte markamı konumlandırdım ve koleksiyon kodlarını da bunlar üzerinden hazırladım. Genelde parlak ve ıslak hissi olan kumaşlar kullandım. Siyahın içinde elektrik mavisi tercih ettim. Elektrik mavisini suyu temsilen kullandım. Çünkü şu an çalıştığım temada problem olarak gördüğüm şey suyun eşit olarak tüm canlılara ulaşamaması. Gelecekte yaşayacağımız problemlerden de bir tanesi… Bu yüzden tercihimi deriler ve maviden yana kullandım.
- Bu aşamada size en keyif veren kısım hangisiydi?
Ben deri ile çalışırken çok mutlu oluyorum. Deriyi daha hammadeciden seçerken onun kokusuyla besleniyorum. Daha sonra derinin her aşamasında çok farklı duygular yaşıyorum. O yüzden deri parçalarının yeri bende çok ayrı. Elimden gelse yazın da deri giyilebilecek yerlerde yaşarım. Fakat mecburen diğer kumaşlarla karıştırıyorum.
- Koleksiyonu hazırlarken en zorlandığınız kısım neresiydi?
Kalıp... Ben hazır baz kalıplar üzerinden çalışmıyorum. Eski usül çalışıyorum. ‘Haute-couture’ yapmıyorum. Hazır giyim koleksiyonu hazırlıyorum fakat kalıp çıkarırken haute-couture tekniğiyle kalıplarımı çıkarıyorum. O yüzden kadın kıyafetlerimin hepsini astara dikip giyip kendi üzerimden provalarını yaptım. Erkekler için de zaten 8 erkek belirlemiştim. Onların ölçülerini alıp yine onların üzerine göre drapaj tekniğiyle kalıplarını çıkardım. Diğer zanaat kollarında da aynı şey geçerli. Bir mobilyacı da ya da marangoza baktığınızda, şu an kullandıkları bıçaklar birbirlerine çok benziyor. Artık eski işçilikler bulunmuyor. Dolayısıyla ben kendi işçiliğimi yaratmak için hazır baz kalıplar üzerinden kalıp çıkarmıyorum, benim en zorlandığım taraf kalıp kısmı yani.
- Erkek koleksiyonunu oluştururken mi yoksa kadın koleksiyonunu oluştururken mi daha çok zorlanıyorsunuz?
Aslında erkek kadın diye ayırmıyorum çünkü üniversitede bu bölümü okurken eğitim almaya kadın kıyafetleriyle başlıyorsunuz. Erkekle alakalı kalıp, dikiş vs hiçbir şey öğretilmiyor. Benim erkek modasına özel ilgim olduğu için yapmaya karar verdim. Ama sektörle benim istediklerim ve pazar çok örtüşmediği için kokeksiyonumda kadın kıyafetlerini artırdım. Çünkü pazarın hala kadın kıyafetlerine çok daha fazla ihtiyacı var, bu bir gerçek. Kadında hiç zorlanmıyorum. Erkekte, de benim kıyafetimi giydikten sonraki sonuç mutlu ediyor. Çünkü erkekler duygularını daha net dışa vuruyor. Yaradılışlarıyla da ilgili olabilir bu. Kadınlarsa içlerinde tutmayı daha çok tercih ediyorlar. Kadınlarda da o kadar alternatif var ki… Erkek koleksiyonu 2 ayda bitiyorsa, kadın koleksiyonunu hazırlamak 8 ay sürüyor. Çiziyorum, çiziyorum, çiziyorum…
- İstanbul Moda Haftas'ına yeteri kadar ilgi gösterildiğini düşünüyor musunuz?
Bence İstanbul, moda dünyasında çok daha fazlasını hak ediyor. Çok önemli bir şehir. Türkiye çok zor bir dönemden geçiyor ama İstanbul gelecekte listenin çok yukarılarında olacak bence.
- En büyük ilham kaynağınız nedir?
Müzik.
- Dünyaca ünlü modacılar arasından esinlendiğiniz isimler var mı?
Büyük markalar değişkenlik gösteriyor artık, benim dikkatimi bu çekiyor. Hiç yapmaz dediğim şeyleri yapıyorlar. Bir sezon, çıkıyor ve sokak kültürüyle birleşen bir markaya logosunu veriyor. O yüzden büyük markalardan net bir şekilde istikrarlı bir şey göremiyorum. Bir koleksiyonu çok beğenebiliyorken ya da bir koleksiyondan beş parçanın tutkunu olabiliyorken, iki sezon sonra bambaşka bir şeyler çıkartabiliyorlar. John Varvatos’un geçmiş koleksiyonlarını çok beğenirdim. Son koleksiyonlarında bambaşka bir Varvatos görüyorum mesela. O yüzden size sadece sezon söyleyebilirim, o da çok uzun…
- Dünya modasının gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence çok büyük çıkmazda. Büyük markalar, bütün markalar, herkes birşeyler arıyor ve çok faza kaos var, çok fazla tekrar var. Sanatın kendisinde de zaten modern sanata da baktığımızda da kolajlar vs. artık hep yapılmış şeyler görüyoruz. Bir yerden bir çıkış noktası bulunacak ama ben ciroların da çok tatmin edici olduğunu düşünmüyorum. Estetik anlamda da tekrar gibi görüyorum.
- Bu yaz gardırobumuzda en temel renkler ve parçalar ne olacak sizce?
Koleksiyonumda kullandığım elektrik mavisini bu yaz da göreceğimizi düşünüyorum. Onun dışında çok fazla renk kullanmayan biri olarak hep siyah ve beyazı tercih ediyorum. Bembeyaz bir kombin iddialıdır, beyazı kullanmak zordur çünkü. Ama bu yaz daha çok mavi ve mavi tonlarını göreceğiz.
- Kişisel tarzınız nasıl?
Yıllar içinde çok fazla değişti. Yavaş yavaş olgunlaştığımı düşünüyorum. Belli sebeplerden giymek istediğim birçok şeyi giymemişim, tercih etmemiştim. En doğru tercihlerimi ergenlikte yaptığımı biliyorum. Şu an bunu biraz daha olgunlaştırarak ne yapabilirim diye düşünüyorum. Bu koleksiyonda da dediğim gibi markanın gelecekteki çizgisinin birinci adımını atmış oldum. Çünkü daha önce yaptığım parçaların tekrarı korseler, deriler, deri ceketler ama şimdi renkler, kullandığım deri çeşitliliği, saç, makyaj ve stille biraz daha rock stilinin kodlarını kurguladım. Bunun üzerine bunu daha ne kadar değiştirip farklı bir şey söyleyebilirim ona bakacağım bir sonraki koleksiyonumda da.
- Ülkemizde birçok okul moda tasarım mezunu veriyor. Sizce verilen eğitim yeterli mi? Siz mezunlara ne önerirsiniz?
Finansal sorunlardan dolayı herkes kendi markasını kuramıyor. Bence bu şansa sahip olan insanlar da ekonomik yatırıma, yatırımcıya sahip herkes kendi bütçesinden bunu yapıyor başta. Bu bir gerçek. Eğer bir yetenek avcısı olsaydı Türkiye’de, gençlerden yılda bir kişi bile olsa keşfedip bir vakıfla birlikte bir fon yaratıp devlet desteği vs. ile her sene bir tasarımcı çıkardı. Ama böyle bir sistem olmadığı için çıkamıyor. Ama var olan ekonomik şansı yakalamış insanlar kendi ekiplerini kurabilirler. Fakat orada da şöyle bir sıkıntı var. Okulda şunu öğretmiyorlar; ‘herkes moda tasarımcısı olmayı hayal etmemeli’... Öğrencilerin, ‘var olan bir markanın içine kendimi nasıl adapte edebilirim’e açık olmaları gerekiyor. Onlar da ikiye ayrılıyor; bir, kendi markasını yapmaya çalışanlar… İki, özel firmaların tasarımcısı olarak çalışanlar.... Okulda çok özgüvenli olarak yetişiyoruz. Ayaklarımız yere basmıyor, her şeyi yapabilirmişiz gibi... Ama mezun olup firmalara girdikten sonra işin gerçek yüzü öyle olmuyor. Ondan sonra hep şikayet hep şikayet… Bence bizim kendi genç tasarımcılardan marka yaratmak yerine bünyemizde küçük oluşumlar yaratmamız gerekiyor. İlla kendi markamı yapacağım diye düşünmek gerçekten hayal kırıklığıyla sonuçlanabilir. Çünkü gerçekten çok zor.