Gazeteci Özlem Bay ikinci kitabı ’Gözyaşların Ne Renk?’le, okuyucularını yaşanmış insan hikayeleriyle buluşturuyor. Roman, 30’lu yılların Karadeniz’inde bir şehirde dünyaya gelen Kazım’ın hayatıyla başlıyor, birbiriyle bağlantılı insanların maceralarıyla devam ediyor. Hepsinin ortak yönü ise hayata karşı güçlü ve sağlam durmaları… Özlem Bay’la yeni kitabını konuştuk. Bu arada Bay’ın 3. kitabının da yolda olduğunu öğrendik.
Sizi gazeteci ve köşe yazarı olarak tanıyoruz, ilk çocuk kitabınız ‘İçimdeki Çocuktan Masallar’ da geçtiğimiz yıl yayımlanmıştı, şimdiyse yetişkinler için ilk romanınız ‘Gözyaşların Ne Renk?’ okurla buluştu. Bu romanı kaleme alma fikri nasıl ortaya çıktı, yazım sürecini sizden dinlemek isteriz.
Evet, 22 yıllık gazeteciyim. Hep ekonomi basınında çalıştım ve çalışmaya da devam ediyorum. Kitap yazma serüvenim ise pandemide başladı. Çocuk kitabımın ardından romanım için ufak ufak yazmaya başlamıştım. Ancak hayatımdaki üzücü bir gelişme bu süreci hızlandırdı. Babamı 17 yıl önce kaybettim. Onun boşluğu hiçbir zaman dolmadı ama annem hep yanımdaydı. İki yıl önce ise güzel annem en agresif kanser türlerinden biri olan pankreas kanserine yakalandı. İki ameliyat, tedavi süreci ve hastane odalarında geçen zor bir dönem yaşadık. Annem, kendisi ve babamla ilgili bir şeyler yazmamı isterdi hep. Ben de çok istiyordum bunu ama iş yoğunluğu nedeniyle bir türlü başlayamamıştım. Hastalık bu planımı öne çekti. Hastane odasında annemin anlattıklarını kurgulayıp yazmaya başladım, yazdıkça da ona okudum. Bu dönemde romanın büyük kısmı bitmişti. Sonra geçen yıl 26 Şubat’ta annemi kaybettik. Kitabı tamamlamam ve piyasaya çıkması ise bugünleri buldu. Keşke annemi kaybetmeden önce çıkarabilseydim ve o da görseydi ama olmadı...
Romanın ismine gelirsek, ‘Gözyaşların Ne Renk? bana çok etkileyici geldi. Bu isme nasıl karar verdiniz?
Öncelikle romanın ismini çok düşündüğümü belirtmek isterim. Karakterleri tanıdığım ya da yaşadıklarını bildiğim içindir mi bilmem çok hüzünlendim yazarken, zaman zaman da ağladım… Kitabın bu duygusal tarafını ismine de taşımak istedim. “Gözlerin rengi, biçimi ne kadar farklı olursa olsun, gözyaşlarının rengi aynıdır" diye Afrika atasözü okumuştum bir yerde. O sözden çok etkilendim. Hepimizin gözyaşları aynı ama ağlamamıza neden olan yaşanmışlıklarımız çok farklı. Bu da bende böyle bir ismi çağrıştırdı.
Romanınızın alt başlığı ise “İnsan En Çok Kendine İyi Gelir”... Bunun sizdeki karşılıklarını merak ediyoruz…
Hepimizin hayatında inişler ve çıkışlar oluyor. Zaman zaman da çok ağır, altından kalmamızın zor olduğu olaylar yaşayabiliyoruz. Bu noktada iyi olmak ya da kötü olmak bir seçim. Ancak çözümün yine kendimizde olduğu da bir gerçek. Yani hayatımızı değiştirecek bir insan aramak yerine, aynaya bakmamız yeterli diye düşünüyorum. Tıpkı karadutun lekesini sadece kendi yaprağının çıkarması gibi… O yüzden eskiler; İnsan da aynı bu ağaç gibidir" derler. Yarasına ilacı başka yerde arayan yanılırmış. Her yaranın merhemi; kendi dalındaymış. Bundan yola çıkarak ben de romanımın alt başlığı olarak ‘İnsan En Çok Kendine İyi Gelir’ dedim. Kitaptaki karakterler de kendine iyi gelenler…
Bildiğim kadarıyla kitabınızda hem ailenizden izler taşıyan kahramanları ve onların yaşadıklarını anlatıyorsunuz, aynı zamanda da başkalarından dinlediğiniz yine gerçek hikâyeleri... Üstelik, romanı kaybettiğiniz anne ve babanıza ithaf etmişsiniz. Bu hikâyeleri anlatmayı seçişinizde bir mirası aktarma duygusu da var gibi geldi bana, ne dersiniz?
Kesinlikle doğru tespit. Kim bilir belki de aile karmamızı tamamladım… Ağabeyim ve bana büyük bir ilgi, sevgi ve şefkat gösteren anne Mine ve babam Ziya’ya ithaf ettiğim kitapta bir anlamda onları ölümsüzleştirdiğimi düşünüyorum. Bu da benim için son derece yüksek bir manevi tatmin anlamına geliyor.
Romanda tüm kahramanların buluştuğu nokta, gerek hayatta dibe vursalar, gerekse zirvede olsalar da her zaman ‘güçlü’ durmaları. Ne dersiniz, metnin özünde bu hayata karşı bu “güçlü duruş” var diyebilir miyiz… Vazgeçmemek, umutlu olmak, yeniden başlama gücünü bulmak…
Kitapta okuyucuları yaşanmış insan hikayeleri bekliyor… 1930’larda Karadeniz’de bir şehirde dünyaya gelen Kazım’ın hayatıyla başlayan roman, birbiriyle bağlantılı insanların maceralarıyla devam ediyor. Hepsinin ortak yönü ise hayata karşı güçlü ve sağlam durmaları… Öyle ki, hepsinin dip olduğu zamanlar var. Ancak hiçbiri hayattan umudunu kesmeden yola devam ediyorlar. Tıpkı Hint mitolojisinde adı geçen Phoenix kuşu gibi… Yani küllerinden yeniden doğuyorlar. Bence hayatlarımızda sıfır noktası ile zirve aslında aynı. Çünkü insanlar sıfır noktasına geldiklerinde zirveye çıkmış oluyorlar. Çünkü tam o noktada zirveye tırmanmak için güçle, umutla dolu oluyorlar. İşte bu romanda o güce ve umuda sahip olan insanların hikayeleri var. Hayatta hiçbir acı, hiçbir durum kalıcı değil. Önemli olan bunları kabullenip yola devam etmek.
Son olarak gelecekte sizden yeni romanlar okuyacak mıyız ya da yeni çocuk kitapları… Projelerinizi öğrenmek isteriz.
Roman da çocuk kitabı da yazmaya devam edeceğim. Ancak yeni kitabım işimle ilgili olacak. İş dünyasına yönelik bir kitap üzerinde çalışmaya başladım bile. İş hayatında başarılı olmuş girişicileri keyifli bir dille kaleme alacağım.