‘Agartha Tünelleri’, yazar Erkan Erten’in binlerce yıllık Bizans rivayetlerinin gerçeklikle örtüştüğü, yaşanmış hikayelerin yer aldığı araştırmalarla kaleme aldığı yarı kurgu bir roman. Erten’in “Herhangi bir dijital platformda dizi ya da film yapılmasını çok istiyorum. Türkiye birçok medeniyetin doğduğu, kutsal efsane ve emanetlerin bulunduğu topraklar üzerinde. Eminim Dünya’da çok ses getirebilecek ve turizme katkı sağlayacak bir proje olur” dediği kitabıyla ilgili sohbet ettik.
‘Agartha Tünelleri’ni yazma fikri nasıl oluştu?
90’lı yıllarda Agartha ile ilgili bir makale okumuştum ve ilgimi çok çekmişti. Sonrasında okul kütüphanesinde okuduğum bir kitapta ‘Agartha’ya Yolculuk adlı bir bölüme denk geldim. O günden 2022 yılına kadar konu üzerinde derin araştırmalar yapmaya başladım. Şu anda yeryüzünde bulunan okyanusların toplamından daha fazlası yer altında bulunuyor. Ayrıca yerkürenin çekirdek ısısı, güneşin ısısından 2000 derece daha fazla. Birçok şartın bir araya gelmesi, yer altında da bir yaşam olabileceği fikrimi güçlendirdi. Tarihi yarımadada bulunan birçok yeri birçok kez ziyaret ettim. Çemberlitaş, Sultanahmet Meydanı, Kapalıçarşı, Yerebatan Sarnıcı, Bizans ve Osmanlı’dan kalan yerleri gezdim ve yeraltında kalan saray kalıntılarıyla ilgili yazılan pek çok makale okudum. 2008 senesinde Sultanahmet Meydanı yakınlarında kurulan bir sinema filmi setinde, yıllardır gizli kalmış ve gün ışığına çıkarılan Bizans Sarayı kalıntılarının bulunduğu alana girdim. Yıllardır okuyup, bilgi sahibi olmaya çalıştığım tüneller ve kalıntıların içindeydim. Benim için ‘Agartha Tünelleri’ fikrinin ilk başladığı gün, o gündür. O günden sonra kafamda bu şehrin altında olan bir ya da birden fazla geçiş olduğu kanaatine vardım ve hikayenin köşelerini oluşturmaya başladım.
Zihninizde oluşan süreç ile yazdığınız tarih aralığı ne kadar?
Yazma ve hikayeleri oluşturma fikri 2008 senesinden sonra kafamda canlanmaya başladı. Sadece bu hikayenin nasıl bir zemine oturması gerektiğiyle ilgili kaygılarım vardı. Çünkü bu konu ile ilgili birçok kaynak olmasına karşın, birçoğu hayal ürünü gibiydi. Yani Agartha diye bir yaşam alanı olduğu 1947 senesinde Richard Byrd adlı Amerikalı bir askerin gittiği ve gördüğü hikayesinden öteye gitmiyordu. Ve elle tutulur müspet bir kanıt sunulmamıştı. Bundan yola çıkarak Agartha ile ilgili bir kurgunun oluşmasına ve roman olarak yazmaya karar verdim. En başından en sonuna hesap edersek yaklaşık 30 senedir bildiğim bir konu.
Kitabı özetlemek istersek tam olarak ne anlatıyor?
‘Agartha’ yani yer altında yaşadığına inanılan üstün ırk, Atlantis ve Mu kıtalarının yıkımı öncesinde oralardan kaçan ve yeraltında yaşamlarına devam eden üstün ırkın ülkesi. Yeryüzüne birkaç kez çıkmayı denemelerine rağmen insan ırkının yeterince medeni olmadığına kanaat getirip tekrar yeraltına çekilmişler. Fakat yeryüzü ile bağlarını hiç kesmemişler. Yeryüzünde Agartha’ya ulaşılan birçok kapı ve geçit olduğu söylentisi var. Bu tünellere girip kaybolanlardan bahsedilir. Donuktaş Mabedi’nde, Kapalıçarşı’da bu tünellere girip kaybolan insanların haberleri gibi… Bu tünellerin ya da geçişlerin en değerlisinin de İstanbul’da olduğuna inanıyorum. Çemberlitaş’ır altında Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği çiviler ve kutsal kasenin olduğu iddia edilir. Bu iddiayı güçlendiren kısımsa İstanbul’un işgal yılları sırasında 1918 senesinde Vatikan’dan gelen papazların, yakalanıncaya kadar gizlice bu alanı kazmaları ve 1929 senesinde Danimarkalı Teosof Vett’in kazma girişimleri olmuş ama halkın infial yaratması nedeniyle durdurulmuştur. Bu alanın altında bu emanetler dışında çok daha değerli bir şey olduğuna inanıyorum. Birkaç yıl önce İstanbul’un röntgeni çekildiği ve Çemberlitaş Meydanı’nın altında aynı şekilde bir meydan daha olduğu iddia edilmişti.
Kitabın ne kadarı kurgu, ne kadarı gerçek?
Kitap tamamen kurgusal karakterler barındırsa da, Thule Cemiyeti kurucusu, Fatih Camisi’nde Lahiti çalan kişi, 2.Abdülhamit gibi birçok karakter de kitapta gerçek karakterleri ile bulunuyor. Yani yaşanmış hikayeleri, kurgusal bir dille anlatıyorum. 1456 senesinde İstanbul’a gelerek kutsal emanetlerini almak isteyen İtalyanlar ne kadar gerçekse, 2.Abdülhamit’in o kutsal emanete ulaşması ve teşhir etmesi de o kadar gerçek. Kaldı ki, Kız Kulesi efsanelerinden birini de yeniden gün ışığına çıkartıyorum.
Kitabı yazarken bir araştırma yaptınız mı? Yaptıysanız, ne kadar zaman aldı?
Sanırım son bir yılımı tarihi yarımadada yani gerçek İstanbul’da geçirdim diyebilirim. Kapalıçarşı, Cevahir Bedesteni, Çemberlitaş Meydanı, Ayasofya, Sultanahmet, Hipodrom Meydanı gibi alanlarda binlerce fotoğraf çekip, yüzlerce noktayı tek tek gezdim. Bunun yanında Atlantis ve Mu kıtası ile ilgili internet araştırmaları yaptım. Agartha ile ilgili kanaatim ise Dünya çevresinde gezinen ve uzaydan geldikleri hala kanıtlanamayan ama dünya etrafında görünen UFO’lardan sonra oluştu. Yani bu bahsedilen ve görünen UFO gemilerinin yer altından çıktığına eminim. Çünkü üst akıl ve üstün insan ırkı dediğimiz Agarthalılar, bunları yapabilecek teknoloji ve bilime hakimdiler. Yani Antik Mısır’da kablosuz elektrik kullandıklarını iddia ettiğimiz bir toplum için, zaman ve mekan kavramı olmadan yolculuk yapabilmeleri pek de zor olmasa gerek.
Kitapta geçen Kız Kulesi’nin altındaki tünellerden bahseder misiniz? Bu tünellere dair geçmişte bir çalışma yapılmış mı?
Kız Kulesi ile ilgili birçok hikaye var esasında. Halk dilinde olan efsane ise zamanın imparatorunun kızının bir yılan sokması ile öleceği rivayetinden dolayı ona denizin ortasında bir ada inşa ettirmesi. Kızın adada yaşamını sürdürürürken, adaya giden yiyecekler arasında saklanan bir yılanın ısırması sonucu ölmesinden dolayı adının Kız Kulesi olduğu. Tarihi kaynaklarda ise burasının ilk olarak milattan önce 400’lü yıllarda yapıldığı ve gemi geçişlerini kontrol etmek için kurulduğu yazılı. Daha sonra şehrin simgesi haline gelen yapı, gümrük, geçiş istasyonu olarak kullanılmış. Fakat bizim dahil olduğumuz kısım 1950’lerde cereyan eden bir olaydan sonra gerçekleşiyor. İngiliz bilim insanı ve aynı zamanda bir antika koleksiyoneri olan Sir Francis Crick, bir gün evine gelen gizemli bir kişinin ona verdiği birkaç doküman ve söylediği “İstanbul’a gidip bu tünelleri bul” uyarısından sonra hayata geçiyor. Sir Francis Crick bu gizemli adamın ona verdiği notlar, çizimler ve anlattığı hikayeyi önce bir hayal ürünü olarak kabul ediyor ama daha sonrasında kafasını kurcalayan sorulardan dolayı dönemin Türkiye hükümeti ile irtibat kurup, Kız Kulesi’nde incelemeler yapmak için gerekli izinleri çıkartıyor ve 1960 senesinde İstanbul’a geliyor.
Yine kitapta söz ettiğiniz Yerebatan Sarnıcı ve Abdülhamit ile ilgili kaleme aldığınız bölümü detaylı ve kaynakları ile birlikte anlatır mısınız?
Antik hikayelerde geçen Medusa ve Anadolu’da geçen Şahmeran hikayeleri esasında birbirine benzeyen türde bir yaratığın hikayesidir. Medusa, kendine bakanı taşa çeviren bir canavarken, Şahmeran ise aşkı uğruna kendini feda eden bir yılanlar kraliçesidir. 1453 senesinde İstanbul fethinden sonra Osmanlı İmparatoru Fatih Sultan Mehmet, İstanbul şehrinin Latin istilası sonrası harap haline çok üzülmüş ve şehri imar etmek adına bir seferberlik başlatmış. Bunun yanında kuşatma sonrası şehir dışına çıkan yahudi, hristiyan halkı tekrar geri dönmeleri ve işlerine devam edip şehirde yaşamaları adına birçok girişimde bulunmuş ve başarılı olmuştur. Profesör Halil İnalcık bu konuda yazdığı eserleri ile o günlere ışık tutmaktadır. Fakat Fatih Sultan Mehmet, Bizans İmparatorluğu’nun birçok gizemi ve sırrına ne yazık ki sahip değildi. Bunlardan belki de en önemlisi Yerebatan Sarnıcı’ndaki gizemli emanetti. 1456 senesinde Fatih Sultan Mehmet ile görüşmeye gelen İtalyan heyetin bahsettiği ve sonraki süreçte bulunan bu emanet, belki de şehrin bilinen en değerli emanetiydi. Aradan 600 yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen halen bilmediğimiz birçok gizem ve mistik alan ayaklarımızın altında duruyor. Bunlardan sadece biri ve belki de en önemlisini gün ışığına çıkaran ise bu olayın yaşanmasından 450 yıl sonra torunu 2.Abdülhamit Han oluyor.
‘Agartha Kapıları’ ile ilgili detaylı bilgi verebilir misiniz? Bu kapılardan dünyanın başka hangi ülkelerinde var?
Kitapta bahsettiğim ve kurgusal olan kapılardan biri Konstantin Forumu hizasında bir yerde olabilir. Bu benim öngörüm ama birçok gizli kazı yapılması ve bu alanda çok fazla araştırma yapılması benim öngörümü güçlendiriyor. Türkiye’de 40’tan fazla giriş olduğu iddia ediliyor. Kapadokya, Tarsus, Mersin bunlardan birkaçı. Bunun dışında Brezilya, Tibet, Kanada, Antarktika gibi yerlerde de girişler olduğu iddia ediliyor. Zaten Agartha ile ilgili en güçlü ve insanları ayağa kaldıran en önemli hikaye Richard Byrd’ün hikayesidir. Richard Byrd, Agartha’ya Antarktika’dan uzun bir yürüyüş sonrası girdiğini iddia eder.
Meryem Ana profil silüetini nasıl çıkarttınız? Daha önce belirlenmiş böyle bir silüet var mıydı?
Kitabı yazmaya başlamadan önce notlar alıyordum. İstanbul şehri üzerinde hikayemde geçen alanlar arasındaki mesafeler, bu mesafelerin simgesel bir bütünlüğü var mı? Örnek vermek gerekirse, Bizans Sarayı ile Kınalıada arasında 13 km mesafe olması ve 13 rakamının uğursuz olması gibi... Bu arada Çemberlitaş Sütunu ile Cevahir Bedesteni arasında düz bir hat çektiğinizde tam olarak 333 metre uzunluğunda çıkıyor. V şeklinde bir iniş düşünürsek, 333 metre daha gidip 666 metre gitmiş oluyorsunuz. Bunun gibi birçok detaya bakarken İstanbul haritasında gözüme çarpan bir silüet oldu. Kendi haritamı kapatıp başka bir uygulama üzerinden harita açtım ve yine aynı şeyle karşılaştım. Bizans efsanelerinde anlatılan, Efes Antik Kenti’nde bulunan birçok heykel ve ikonada görünen Meryem Ana tam karşımdaydı. Öncelikle kendi yarattığım bir illüzyon zannettim. Ama tekrar tekrar kontrol ettiğimde tam karşımda duruyordu. Bizans efsanelerinin çoğunda Konstantinopolis şehrini Meryem Ana’nın koruduğuna inanılır. Hatta bazı efsanelerde Meryem Ana’nın Ayasofya’da yaşadığı rivayet edilir. Bazı kaynaklar Ayasofya’da yaşayanın Melek Mikail olduğunu iddia etmesine karşılık, şehri birkaç kere koruyan ve İstanbul fethinden önce şehri terk edenin Meryem Ana olduğu iddia edilir. Bu hikayelerden yola çıkarak bu gerçek silüetle karşı karşıya kalınca haliyle ufak bir şok geçirdim. Daha sonra bununla ilgili bir doküman var mı diye araştırdım ama hiçbir yerde bu silüetin fark edilmediğini anladım. Yani dünya üzerinde İstanbul şehrinin bir Meryem Ana silüeti olduğunu bulan ilk kişiyim. Bu, kitabımın en değerli kısmı diyebilirim.
Son dönemlerde birçok kitap senaryolaştırılarak dizi haline getiriliyor, Agartha’nın hikayesinin dizi yapılmasını düşündünüz mü?
‘Agartha Tünelleri’ binlerce yıllık Bizans rivayetlerinin gerçeklikle örtüştüğü, yaşanmış hikayelerin yer aldığı araştırmalarla kaleme aldığım yarı kurgu bir roman. Herhangi bir dijital platformda dizi yapılmasını çok isterim tabii ki. Türkiye birçok medeniyetin doğduğu, kutsal efsane ve emanetlerin bulunduğu topraklar üzerinde yer alıyor. Ortaya dünyada çok ses getirebilecek ve turizme katkı sağlayacak bir proje çıkabileceğine eminim. Dünya üzerinde aşık olduğum tek şehir İstanbul’un bu gizemli hikayelerinin ve bu serüvenin ekranda da paylaşılmasını çok isterim. Çünkü bu hikayenin içindeki sırlar ve gizemler sadece bu topraklarda yaşayanları değil, tüm dünya halklarını ilgilendiriyor. Yani Meryem Ana silüetinin işlendiği bu kadim şehri, dünya üzerindeki tüm insanların yeniden keşfetmesi gerektiğine inanıyorum.