Yaklaşık 1 yıldır koronavirüs dolayısıyla evlerimizde oturuyoruz. Henüz aşı ya da kesin tedavisi geliştirilmedi için de bu durum belirsizliğini sürdürüyor. Haliyle bu belirsizlik hepimizin psikolojisini derinden etkiliyor. Peki hayatımızdaki tüm bu olumsuzluklarla nasıl başa çıkacağız? Psikolog Orkun Özocak’a sordum...
-Bu yıl önce tüm dünyayı etkisi altına alan Koronavirüs ile tanıştık. Sonrasında korkuyla evlere kapandık. Bu duygu yoğunluğu ve belirsizlik içerisinde duygu durumlarımızı nasıl kontrol edeceğiz?
Yaşamı tehdit eden, yaşam kalitemizi etkileyen her şey, var olma kaygısını arttırır. Bu gibi beklenmedik olaylar karşısında da psikolojik reaksiyonlar göstermemiz olağandır. Stres ve korku, düzeyi hangi seviyede olursa olsun uzun süreli maruz kalındığında beraberinde huzursuzluk, çaresizlik gibi depresyon belirtileri getirebiliyor. Fakat bizi en çok korkutan, kaygılandıran durumun ‘belirsizlik’ olduğunu bilmemiz gerek. Yaşadığımız huzursuzlukların temelinde şu an belirsizlik var. Belirsizlik, bu olağan dışı günlerde en çok ihtiyaç duyduğumuz güven duygusunun karşıtı olan güvensizliği barındırıyor. Belirsizliğin süresi arttığı zaman tehlike artıyor, çünkü kontrol hissi azalıyor. Kaygı ortaya çıkıyor.
Bu süreçte kendimizi tanımak hangi duygu ve düşüncelerin, korku mekanizmamızı tetiklediğini bilmek, yaşadığımız korkuyu yönetebilmemiz açısından önemlidir. Yapmamız gereken nasıl bir durum ya da sorunla karşılaştığımız hakkında yeterli ve doğru bilgiye sahip olmak. Mesela hangi durumlar bizim için gerçekten tehdit? Bunları bilirsek vücudumuzun vereceği tepki de korkudan değil, daha gerçekçi bir zeminden gelir.
Ayrıca sürekli haberleri izlemek, sosyal mecralarda vakit geçirmek yani kaygıyı artıracak şeylere değil, kontrol edebildiklerimize odaklanmamız gerekiyor. Kendimize mevcut kısıtlamalar içerisinde rutinler yaratmak, daha farkındalıklı şekilde hayatlarımıza devam etmek, duygu durumlarımızı dengelememize yardımcı olacaktır. En önemlisi dayanabileceğimizi bilmemiz, bizler çok güçlü varlıklarız. Belki biraz daha esneyeceğimizi ancak kırılmayacağımızı bilmemiz gerekir.
- Son dönemde çevremizde, haberlerde, sosyal medyada hemen hepimizin paylaştığı ortak duygular var. Bunlar travma sonrası stres bozukluğu mudur o zaman?
Koronavirüs ile birlikte hayatımızın pek çok alanında baş gösteren belirsizlikle baş etmede oldukça güçlük çektik, çaresizlik yaşadık. Fakat virüs nasıl ki bir anda hayatımızdan çıkmıyor, psikolojik ve sosyolojik etkilerinin de öyle bir anda yok olmasını beklememeliyiz. Ani ve beklenmeyen olay ve durumlar sonrası travma ve stres bozukluğu yaşanması olağan bir durum. Anormal durumlara verdiğimiz normal tepkiler bunlar aslında. Deprem gibi bir afet yaşadıktan sonra, bundan etkilenmişsek, ufacık bir sallantıda korkumuzun tetiklenmesi ve kendimizi dışarı atmamız, yani kaçma isteğimiz olasıdır.
Eğer bu dönemde karamsarlık, keyif alamama, uyku ve iştahta bozulmalar, sürekli tetikte olma, dikkat sorunları, öfke patlamaları, günlük yaşam ve sosyal ilişkilerde bozulma gibi durumlar yaşıyorsanız kendinize biraz zaman ve alan tanıyın. Korkulara bir de şu açıdan bakmak lazım; dengeli seviyede korku bizi hayatta tutar. Her şeyin kusursuz ve düzenli olduğu bir dünyada acı, kaygı, neşe gibi hayatımıza anlam katan duygularımız da olmazdı.
- Dışarıda sosyalleşerek geçirdiğimiz zamanlar yok oldu, çoğumuz ofis yerine evinde, belki de kalabalık aile ortamında çalışmaya çalışıyor. Hala adapte olamadığımız bu kısıtlamalara yenileri de eklendi. Nasıl ayak uyduracağız?
İnkar ve direnç gösterdiğimiz durumlarla nasıl baş edeceğimizi bilemeyiz. Deprem olmasın, pandemi bitsin dediğimiz her an mevcut duruma gösterdiğimiz bir direnç ve biz olanı inkar etmeye çalışıyoruz.
İkinci kez karantinaya girdiklerinde aynı dayanıklılığı gösteremeyeceğini düşünerek, panik olanlar var. Engellenme hissiyle mücadele edemezsek, ki bunlar yetişkinlik becerileridir, direncimiz artacak ve beklentimiz yükselecek. Beklenti eşittir baskı. Hayatımız eskisi kadar kolay olmayabilir ama kendimize, beklentilerimize yeniden bakmamız gerekiyor.
Problemler çözmemiz gereken hadiselerdir ama güçlükler içerisinden geçmemizi, kabul etmemizi gerektirebilir. Yaşadığımız gündem, mevcut güçlüklere adapte olmamızı gerektiriyor.
- Peki bu durum aile ilişkilerimize nasıl yansıyor sizce?
Bizler sosyal varlıklarız. Engellenmişlik hissimiz ve değişen düzenimizle birlikte kırılganlığımız arttı.
Eğer ortada ertelediğimiz sorunlar varsa, çiftlerde bu boşanmaya kadar gitti. Bazı kişilerde ise hayatımıza giren ölüm korkusuyla, bilinçaltında ‘yaşam’ yani üreyerek soyunu devam ettirme güdüsü açığa çıktı diyebiliriz. Bunlar da evlilik, ikinci çocuk ya da hayvan sahiplenme olarak hayatımıza girdi.
Tarihte, salgın ya da savaş dönemlerinden sonra, nüfus artışında hep bir patlama yaşanmış…
Çocuklara baktığımızda ise durum, yaş gruplarına göre değişebiliyor. Bir grup hızla adapte olurken, farklı bir yaş grubunun daha çok etkilendiğini gözlemliyorum. Çocuklar için düzen ve sınırlar konusu çok önemli. Fakat bu süreçte düzenleri bozuldu, enerjilerini de atamadıkları için yeme ve uyku bozuklukları gündeme geliyor.
-Son dönemde sıklıkla karşılaştığınız ya da gözlemlediğiniz ortak problemlerden biraz bahseder misiniz?
Koronavirüs salgını nedeniyle artan kaygıya, deprem de ikincil bir travma ekledi. Bu dönemde travma sonrası strese bağlı rahatsızlıklar, depresyon, bizim sık yaşadığımız ruhsal bozukluklar arasında. Kısaca mutsuzuz. Ancak herkeste gözlemlediğim bir nokta var ki, çoğumuz mutluluğu 'iyi olma hali' ile karıştırıyoruz. İşte burada, sorunlarımıza karşı bakış açımız devreye giriyor…
Sorunlar hayatın sabitleridir ve hayat, sorun çözerken başımıza gelen şeydir. En çok şüphe ve merak duymamız gereken şeyler ise bize ‘sorun’ yaratan, düşüncelerimiz ve duygularımızdır. Önemli olan sorunu nasıl ele aldığımız. Mutluluğu doğrudan bir amaç haline getirdiğimizde, sorunlar birer engelden öteye geçemiyor. Tutum olarak sorunları bir gelişim alanı olarak gördüğümüzdeyse, mutluluğumuza engel olmaktan çıkıyorlar. Başarı da aslında biraz bu bakış açısında...