90'ların sevilen dizisi ‘Çarli’nin sevilen karakterlerinden biri olan Cilvenaz karakterini canlandıran Mine Çağlar Kondu, kariyerini oyunculuk dışında bambaşka bir alana yönlendirdi. Çocukluğundan beri çok sevdiği hayvanlarla ilgilenebilmek için önce İstanbul Üniversitesi’nde ardından yurt dışında veterinerlik alanında eğitimler aldı. Mine Çağlar Kondu, her veteriner gibi sadece kedi köpek kuş gibi değil de tavşan kaplumbağa ve egzotik hayvanlar üzerine de aranan isimler arasında. Kondu ile oyunculuktan bilime uzanan yolcuğunu konuştuk…
- Sizi yıllar önce ‘Çarli’ dizisindeki Cilvenaz olarak tanıdık, Çağlar Kondu‘nun hayatında o günlerden bugünlere neler değişti?
Açıkçası çok şey değişti, çünkü 20 yıldan uzun bir süreden bahsediyoruz. O zamanlar üniversite öğrencisiyken, şimdi 20 yıllık klinik hekimim. Uzun eğitimler ve çabalar sonunda çok istediğim bir alan olan onkolojik cerrahi üzerine yoğunlaşmaya başladım. Hayallerimi gerçekleştirdim diyebilirim.
- Dizi oyunculuğuna nasıl karar vermiştiniz?
O dönem hem Veteriner Fakültesi’nde okuyordum, hem de bir ajansa kayıtlı olarak modellik ve reklam oyunculuğu yapıyordum. Çarli dizisine girişim ise tamamen tesadüfi. Bir gün spor salonunda çalışırken o zamanlar Çarli'nin yapımcısı Taylan Biraderler’den Burçin bana yaklaştı ve simamın tanıdık geldiğini, oyunculuk yapıp yapmadığımı sordu. O zamanlar epey bir reklam filmim ve dergilerde fotoğraflarım vardı. Sonrasında projeden bahsetti, görüşmeye gittim ve ‘Cilvenaz’ rolüne seçildim. Aslında herkes ‘Çarli'yi hatırlıyor, belki o dönem pek sitcom olmadığından, özellikle de içinde bir hayvan bulunan dizi olarak ilkti sanırım. Sonrasında ‘Sıcak Saatler’, ‘Mavi Düşler’, ‘Ayşecik’ gibi başka dizilerde de oynadım.
- Daha sonra oyunculuğu bıraktınız bambaşka bir alana yöneldiniz. Doktor olup sonradan oyuncu veya şarkıcı olana çok rastladık. Ama siz oyuncu olup veteriner hekimliği seçtiniz. Bu dönüşümü anlatır mısınız?
Çünkü asıl amacım oyuncu olmak değildi, zaten veterinerlik öğrencisiydim o dönem. Aslında çok insan oyunculuğa devam etmem için baskı yaptı, seçimimi garip buldu. O zamanlar veteriner hekimlik böyle popüler değildi, birçok kişi tesadüfen okula giriyordu. Ben okula girdiğim zaman ciddi ciddi kasap mı olacaksın diye sormuşlardı mesela. Şimdi ise birçok kişinin hayali veteriner hekim olmak. Bu anlamda meslek çok gelişti ve bu da beni mutlu ediyor. O dönem oyunculuğa okulum elverdiği sürece devam edebildim, ancak bir süre sonra çok zorlanmaya başladım. Örneğin, ‘Sıcak Saatler’ setinde benim sahnelerim hep pazar çekiliyordu ve pazartesi sabaha kadar sürüyordu.
Setten doğrudan okula gitmek zorunda kalıyordum. Bir süre sonra tabii derslerim çok aksamaya başladı. Bizim okulumuz çok zor bir okul. Hem tıbbın her alanını öğreniyorsunuz, hem de bunu birçok farklı hayvan anatomisi için ayrı ayrı bilmeniz gerekiyor. Böyle bir tempoyla okul bir arada gidemiyordu, seçim yapmam gerekti ki zaten başından beri asıl isteğim kendi mesleğimdi. Okulu bu şekilde bitiremeyeceğimi anladığım an oyunculuğu bıraktım. Zaten oyuncuyum demem de çok doğru değil bence, bu işe yıllarını vermiş, eğitimini almış kişilere haksızlık olur. Benimkisi bir hobiydi, elimden geldiğince rolümü canlandırdım. Bu arada televizyon sektörünü tamamen bıraktım denemez. Veteriner hekim olduktan sonra iki alanın birleştiği projelerde görev almaya devam ettim. Show TV'de ‘Can Dostum'da jüri üyesiydim. TRT'nin bazı hayvanlarla ilgili projelerine danışmanlık yaptım. TRT Okul ‘Aileden Biri’ programının ise hem sundum, hem de hazırlığının birçok aşamasında görev aldım.
- Mesleğinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Veteriner hekimler sadece pet kliniklerinde değil, ekonomik değeri olan hayvan çiftliklerinde, et ve süt gibi gıda alanları, ilaç sektörleri gibi birçok alanda faal. Ben başından beri küçük hayvanlarla ilgilenmek istiyordum, bu nedenle bu alana yöneldim. Klinisyen hekim olmak kolay diyemem, geceniz gündüzünüz yok. Beşeri hekimlikte doktorlar genelde dahiliye, cerrahi, doğum vb gibi belli bir alanı seçiyor ve sadece o alandaki vakalarla ilgileniyor. Biz klinisyenler ise bunların hepsine birden bakıyoruz. Son zamanlarda branşlaşmaya başlayan meslektaşların artmasıyla özel dal klinikleri açılmaya başladı.
Ancak bu sayı şimdilk çok az, genel olarak klinisyen hekimler tıbbın tüm alanlarıyla ilgilenmek zorunda. Mesela sabah güne deri problemli bir köpekle başlıyorsunuz, dermatolog oluyorsunuz, arkasından tümörlü bir vakanız geliyor, bunun hem cerrahisini yapıp onkolojik cerrah oluyorsunuz, hem de sonrasında yapılacak ek tedavilere de karar vermeniz gerekiyor yani onkolog oluyorsunuz. Arkasından diş problemli bir hayvan geliyor, onların dişlerine müdahale ediyorsunuz, oldunuz diş hekimi. Bacağını kırmış bir köpek geliyor, kırığı plak veya pinle fikse ediyorsunuz, ortopedist oluyorsunuz. Hamile bebişlere ultrasonla bakıyorsunuz, gerek olursa sezaryen yapıyorsunuz, oldunuz doğum uzmanı.
Bu örnekler sonsuz. Bir de tüm bu işlemleri tek bir anatomiye değil, ilgi alanınıza göre birçok farklı anatomiye uyguluyorsunuz. İlaçların dozları her tür için farklı olduğu gibi, bir de aynı tür içinde bile farklılıklar olabiliyor. Örneğin uyuz için köpeklerde sık kullanılan bir ilaç, belli köpek türlerini zehirleyebiliyor. Sizin bu türleri bilmeniz gerekiyor. Ya da normalde kedi köpekte sık kullanılan antibiyotiklerin birçoğu guinea pig, tavşan gibi küçük hayvanları öldürebiliyor. Kısacası bizim meslekte çok ama çok fazla bilinmesi gereken bilgi var. Ama bence bu çeşitlilik mesleğe heyecan katıyor.
- Başarılı bir hekim olarak sizin bu alanda başarılı olmak isteyen yeni veteriner hekim adayları için önerileriniz neler?
Çok çalışmak ve sürekli günceli takip etmek. Tıbbın her alanı gibi bizim mesleğimiz de sürekli gelişiyor. Literatürü takip etmek, kongrelere katılmak, ilgi alanınızla ilgili kurslara düzenli gitmek önemli.
- Veteriner hekimliğin en keyif aldığınız ve sizi en çok sıkıntıya sokan yönleri neler?
Keyif aldığım anlar çok fazla. Bizim mesleğin çok ciddi bir manevi tatmini var. Mesela koma halinde gelen bir hastanın kendine gelip de elinizdeki mamayı yemeye başladığı o an tarifsiz. Zorlukları da saymakla bitmez. Herkes ne güzel tüm gün hayvanları seviyoruz diye düşünüyor. Ama gerçeği öyle değil, canla uğraşıyorsunuz bir kere, aşırı stresli bir iş. Her işte olduğu gibi insan faktörü var, hayvanlar tek başlarına gelmiyorlar kliniğe. Bazen aşırı gergin hasta sahipleri sizi çok yorabiliyor, doğal olarak onların endişelerini gidermenizi, rahatlatmanızı bekliyorlar. Ama beni en zorlayan kısmı işten bir an için bile kopamamak, zihnimi boşaltamamak. Acil bir durum olması ihtimalinden telefonumu asla kapatıp sakin sakin oturamıyorum mesela, telefonum ve whatsapp'ım hiç durmuyor, gün boyunca sorular vs. Belki kapatabilen vardır, ama ben genel olarak biraz mükemmeliyetçi de olduğum için elimde değil, o telde ışık yandı mı ne oldu diye bakmam gerekiyor.
- Kediler, köpekler dışında egzotik hayvanlarla ilgilenen sayılı hekimlerden birisiniz. Egzotik olarak tanımladığımız hangi hayvan türlerin tedavisi ile ilgileniyorsunuz? Genellikle ne tür sorunlar oluyor?
Ben kedi-köpek dışında daha çok tavşanlarla ve guinea pig, hamster, chinchilla gibi küçük kemirgenlerle ilgileniyorum. En fazla gördüğüm sorunları maalesef diş problemleri. Bunların bir kısmı genetik, ancak büyük bir kısmı da yanlış beslenmeden kaynaklanıyor. Her canlıda olduğu gibi bu türleri besleyenlerin de iyi araştırıp doğru şekilde bakımlarını yapmaları gerekli.
- Sizin de evinizde beslediğiniz canlarınız var mı?
Evet. Honey ve Tobby yaklaşık 2 yaşlarındaki kediciklerim. Bir de evimizin demirbaşı köpek dostum Ginger'ım var, kendisi 14 yaşında bir Golden Retriever.