Yazar/senarist Güneş Altunkaş, yayınladığı tüm kitapların gelirlerini ruhu yaralı çocukların eğitimi için kullanıyor. Şu anda yardımcı olduğu 9 çocuğu var… Güneş Altunkaş ile son kitabı ‘O Sokağa Asla Girme’ ve yeni projeleri üzerine konuştuk.
- Yıllardır değişmeyen iddialı, bir o kadar farklı bir yazı diliniz ve tarzınız var. Sosyal medya hesaplarında da sıklıkla görüyorum ki, okurlarınız hikayelerinizi fazlasıyla içselleştiriyor hatta kendilerini kaptırıp sizin kurduğunuz dünyalarda gezinmeyi de çok seviyorlar. Çok yakın zamanda çıkan yeni romanınız ‘O Sokağa Asla Girme’ ile yine uzun yıllar çok konuşulacak bir hikaye yazdığınızı biliyorum. Peki, neden O Sokağa Asla Girmeyelim?
Kalemimin tarzı farklı ama bazı vazgeçilmez önceliklerim var. Her yeni romanımda adaletli bir dünya kurmaya çalışıyorum. Hikayemin türü ve konusu ne olursa olsun kötülere en ağır cezaların verildiği, hata yapanlara ikinci şansın sunulduğu ve her daim iyilerin kazandığı bir dünya benim vazgeçilmezim. Sanırım okurlarım da benim gibi düşünüyorlar ki hikayelerimle aralarında büyük bir bağ kuruyorlar. Sonuçta insan, psikolojisi gereği garip bir varlık. Zaman ve durum fark etmeksizin yasak olan hep merak edilip, cazip gelmiştir. Kitabımın adına da bu denli düşünerek karar verdim diyebilirim.
- Her yazar, roman yazabilir mi? Ve siz roman yazmaya nasıl karar verdiniz?
Aslında bu soruyu söyleşilerimde, atölye çalışmalarımda ve sosyal medya mecralarımda çok sık duyuyorum. Yazmak başka bir eylem, roman yazmak bambaşka bir eylem. Sonsuz bir inanç ve cesaretle son sayfaya kadar bitmek bilmeyen bir doğum sancısı çekmek pek kolay olmasa gerek. Ve bu süreçte önyargılarına yenik düşen insanlarla, geri dönüşü olmayan pişmanlıklarla, korkularına yenik düşüp canileşen ruhlarla, geçmişinin faturasını masumlara kesmeye çalışanların hazin sonunlarıyla ve çok daha fazlasıyla zihninizde karşılaşıyor ve sayısı belli olmayan kelimeleri bulup yanyana getirip yeni bir dünya kuruyor olmak gerçek bir disiplin ve bu yola adanmış bir hayat gerektiriyor. Çocuk yaşlardan beri yazmak hayatımın en öncü eylemiydi. Şanslıyım ki eğitim hayatımda bu yönde devam etti ve üniversitede Sinema&TV okudum. Bu işin temeli olan dramanın yapısının ve ilkelerinin en temelini bilmek, yaratma ve yönetme bilgisine sahip olmak için de dramaturji eğitimleri aldım. Hiçbir zaman ilhamın bana gelmesini beklemedim ve yıllar önce öz disiplinim ile çıktığım bu yolda hala film sektöründe çalışıyor ve roman yazmaya devam ediyorum.
- ‘Kapının Ardındaki Ben’ romanınız fantastik-dram, ‘Hokus Pokus’ ise polisiye-dram türünde. Oysa ki hayatını stabil bir denge üzerine kurmuş sakin bir ruhsunuz. Ancak böyle inişli çıkışlı bir o kadar da zorlu hikayeler yazarken ne hissediyorsunuz?
Yazarken, kendimi nereye gittiğini bilmediğim hareket halindeki bir otobüste cam kenarında oturan bir yolcu gibi hissediyorum. Sonuçta hangi türde yazarsam yazayım ben hikayelerimde dert anlatıyorum. Gerçek hayatta da, senaryolarda da, romanlarda da her daim olan mutluluğu sevimsiz ve samimiyetsiz buluyorum. Toplum refleksini her daim canlı tutabilmek adına zor olanı hatta hayal edilenden daha da zor olanı yazmaya devam edeceğim.
- Merak edenler için ‘O Sokağa Asla Girme’nin çıkış noktasından ve konusundan bahseder misiniz?
Ben yazdığım her hikayede insana ait olumsuz bir duyguyu kendime başlık alıp arkama bile bakmadan öylece yola çıkarım. Bu romanımdaki olumsuz duygu ise önyargı. Ne yazık ki, insanı her defasında en çok tuzağına düşüren belki de tek duygu bu. Bu romanımda önyargılarına yenik düşen insanlar var, geri dönüşü olmayan pişmanlıklar var, korkularına yenik düşüp canileşen ruhlar var, geçmişinin faturasını masumlara kesmeye çalışanların hazin sonu var ama finalinde hayal edilenden bile ötesi var. O Sokağa Asla Girme’nin hikayesi hala sevilerek okunan romanım Kapının Ardındaki Ben' in Dost Apartmanı'nda geçiyor. Kapının Ardındaki Ben’in sevilen karakterleri Zeynep, Ali ve Leyla' nın yolları Hokus Pokus' un insanları Ercüment, Canan ve Ufuk ile aynı apartmanda kesişiyor. Bir gece yarısı Galata' nın terk edilmiş bir sokağında bir cinayet işleniyor ve bu cinayetin katil zanlısı aranırken bir insanın kaç geçmişi olabileceği sorusunun cevabı ortaya çıkıyor. Şunu söyleyebilirim ki, kitabın son sayfasına gelene kadar sizler de zanlının kim olduğunu bulamayacaksınız.
- Sinema- TV mezunusunuz ve uzun yıllardır da film sektöründe yönetici kadrolarında görev yapmış ve bu sektörün tecrübelilerindensiniz. Görsele dönüştürmek üzere yazdığın hikayeleri öncelikli olarak roman haline getirip seyirciden önce okurla buluşturmayı tercih ediyorsunuz. Böyle bir yol seçmenin sizin için bir amacı ya da özel bir nedeni var mı?
Var tabii, olmaz olur mu hiç... Ben hikayelerimi çocuklarım gibi görüyorum, sonuç olarak onları ben dünyaya getiriyorum ve onları da korumak ilk önceliğim oluyor. Öncelikle bir edebiyat tutkunu olarak görsel için ürettiklerimin roman haline getirmeyi güvenli buluyorum, en azından esinlenme adı altında çalınma riskini azaltmış oluyorum. Evet, yolu uzatıyorum ancak bildiğim yoldan gitmek bana kendimi hem güven de hem de iyi hissettiriyor.
- Bu arada tüm kitap gelirlerinizi ihtiyaç sahibi çocukların eğitimine katkı olarak sunuyorsunuz. Bu kararı almanızdaki en önemli nedeni merak ediyorum?
Sadece çok fazla endişenin, kaosun, korkunun olduğu bir dünyada insan olmaya çalışıyorum diyebilirim. Kabul edelim ki, her insanın içinde iyi ve kötü tarafları var. Ben sadece iyi tarafımı kullanmayı seçiyorum. Ben ve kardeşim babamızı erken yaşta kaybettik ama bizler imkanları olan şanslı çocuklardık. Bizde baba geleneğidir ihtiyacı olana incitmeden yardımcı olmak, bunu da adeta iğne oyası yapar gibi özenle yaparız. Malum, film sektöründe olduğum için hayatımı romanlarımdan kazandığım parayla idame ettirmiyorum. Her kitap 3 çocuk diye çıktığım bu yolda Kapının Ardındaki Ben ve Hokus Pokus ile bugüne kadar 6 çocuğun eğitimine katkı sağladım. Hatta satışları devam ettiği için çocukların hayatlarına dokunmaya hala devam ediyorum. O Sokağa Asla Girme ile de artık 9 çocuğumum var. Bu çocuklar sadece ekonomik zorluk çeken çocuklar değil maalesef ki, şeytani ruhlar tarafından canları yanmış çocuklar. İçlerinde annesi kadın cinayetine kurban gitmiş olan da var, ensest ve pedofili mağduru olan da var. Bu evlatların karartılmış dünyalarını tamamıyla aydınlatamayacağımı çok iyi biliyorum. Ancak belki renklere giden bir yol bulmalarında minik bir yardımım olur diye onlara sadece ablalık yapmaya çalışıyorum.
- Kitaplarınızın film ya da dizi olmaları yönünde teklifler aldığınızı biliyorum. Peki, yakın zamanda görsel bir proje var mı?
Teklifler geliyor hatta tüm romanlarım için gelmeye de devam ediyor. Ben karşı tarafın hikayelerimi ne kadar sahiplendiğine bakıyorum. Boşuna hikayelerime çocuklarım demiyorum, öyle kolay da kimseye emanet edemiyorum. Ancak yakın zamanda güzel haberler vereceğim.
- Peki yeni roman hazırlığı var mı?
Hatta bitti ve yayıncıma teslim ettim desem bana ne dersiniz... Yazmak, benim için yemek yemek, su içmek gibi bir rutin. Yazmayınca kendimi biraz huzursuz hissediyorum. Bu sefer de okurlarıma bir sürpriz yapmak istedim. Çünkü onlar kitap okuyacaklarını zannederken aslında kitabın kahramanlarıyla sohbet edip, dertleşecekler. O zaman yakın zamanda görüşmek üzere diyelim mi?