Çeyrek asrı aşan iş hayatında, profesyonel yöneticilik yıllarından sonra Aret Vartanyan ile birlikte Yaşam Atölyesi’ni kuran Zuhal Gürçimen, tüm bu deneyimlerini derlediği ve gerçek olaylardan esinlenerek yazdığı “Başıma Bir İŞ Geldi” kitabı ile profesyonellere ışık tutmayı hedefliyor. Yazar, şimdiye dek çok ele alınmayan iş yerinde mobbing, taciz ve yolsuzluk gibi olayların mağdurlarına çıkış yolları da anlatılıyor.
- “Hayat zor, bu hayatta kadın olmak daha da zor”... Pek çoğumuz anne-babamızın bu kaygılarının birer yansıması olarak hayata atıldık. Dolayısıyla da iş hayatında bir yerlere gelebilmek için savaşmak gerektiğini öğrendik. Bu da kendimiz de dahil çevremizde her geçen gün daha fazla mutsuz bireyle karşılaşmamıza neden oldu. Kısaca sormak istiyorum, en iyi pozisyonlarda olsak bile neden mutlu değiliz?
- Çünkü o hayat, büyük oranda çevreden onay görme isteğiyle kurulmuş bir hayat. Zafere gidene kadar oynanan oyunlar, vakit dolduruyor, hırslandırıyor, kendimizi o meseleye aitmiş gibi hissettiriyor. Ancak her bir hedef gerçekleştikten sonra eski o bilindik boşluk biraz daha büyüyerek geri geliyor. Boşluğu doldurmaya çalışmak bir bataklığı sulayarak kurutmaya uğraşmak gibi. Verdikçe battığımız bir bataklık...
Özetle, arka bahçelerimiz neyse bizler o insanlarız! Bir işi yaparken bir şirketin hedefini tutturmak, yöneticinin hayalini gerçekleştirmek, birilerini memnun etmek için çalışmıyoruz aslında o şirketlerde. Kendi hayalimizi gerçekleştirmek, üretmek, kazanmak kendimize ve çevremize fayda sağlamak için çalışıyoruz. Bu yüzden de yapmamız gereken şey neden orada o işi yaptığımızın cevabını kendi içimizde yanıtlamak ve bu cevabı kendimize sık sık hatırlatmak.
- Siz kendi iş yaşamınızdan ve bugünkü Zuhal Gürçimen’den bahseder misiniz?
- Yaptığım işe, yaşadığım hayata karşı olan tutku ve idealle, merak duygusuyla besleniyorum öncelikle. Bugünkü Zuhal’in olmasını ve kalmasını istediğim yer etiketlerinden önce bu nokta benim için. Kağıt üstündeki kısımlara gelecek olursak da; iş yaşamıma üniversite döneminde tam zamanlı çalışmaya başlamış olduğum için bu aralar 30. yılımı tamamlamış bulunuyorum. Bütün kariyerim boyunca da bunun çok büyük faydasını gördüm. Türkiye’nin önemli şirketlerinde finans, muhasebe, bilgi sistemleri departmanlarında İnsan Kaynakları profesyoneli olarak görev aldım. 2008 yılında sevgili Aret Vartanyan ile tanışıp bireye ve şirketlere yönelik eğitimler yaptığımız ‘Yaşam Atölyesi’ni kurduk. Alanım olan, iş/meslek/ilgi alanları konularını birleştirdim ve yeni bir kariyere doğru yol almak isteyenlere danışmanlık yapma işimi, bir eğitim programına çevirdim. Böylelikle kendi yaşanmışlıklarını, hobilerini iş ve meslek deneyimlerindeki konuları anlatan eğitmen ve danışmanlar ortaya çıktı. Bir yandan da, üniversitelerde iş hayatına hazırlık dersleri ve konferanslar veriyorum. Özellikle kadın gücünün iş hayatında var olması için elimden gelen katkının daha fazlasını yapmaya uğraşıyorum.
- Mutlaka siz de uzun iş hayatınız boyunca kendiniz de birtakım haksızlıklar yaşamış olmalısınız. Böyle hiç unutamadığınız bir hikayeniz var mı?
- Elbette var. Belki o günlerde etkisini çok fazla hissedip üzüldüğüm, sonradan incir çekirdeğini doldurmayacak olaylar olduğunu anladığım konular da yaşadım. Yaşadıklarımın bazıları da, birer ders ve öğreti oldu benim için. Aklıma gelenlerden bir tanesi şöyle; yöneticimle özel bir sohbet sırasında her beyaz yakalının hayali olan bir Ege kasabasına yerleşme düşüncelerimden tatlı tatlı bahsetmiştim. Acı olan ise bu konunun birkaç yıl sonra terfi sürecinde karşıma bir dezavantaj olarak çıkarılmasıydı. Benim herhangi bir arkadaşımla konuşur gibi bahsettiğim şey, o günlerde içinde bulunduğum aşırı iş yoğunluğu ve stres altındayken çölde vaha bulmak gibi bir hayaldi oysa. Kısa süre sonra konuştuğum şeyi unutmuştum bile aslında. Ancak kayıtlara geçmişti. Paylaştığım bu hayal, birkaç yıl kara bir gölge gibi beni takip etti. O günlerde çok üzülmüştüm. Ancak bugün düşündüğümde, haklı görmüyor da değilim yöneticimin tedirgin olmasını.
- Yeni kitabınız ‘Başıma Bir İŞ Geldi’ de hikayelerine yer verdiğiniz gerçek hayattan karakterleri hangi kriterlere göre seçtiniz?
- Karakterler ben dahil birçok kişinin karması olduğu için iş hayatımda tanıyıp da yer vermediğim kimse yok diyebilirim. Her iyi olayın içinde olası bir kriz, her zor durumun içinde bir ‘hayra meyletme’ mutlaka olduğu gibi, kişilerde de iyi-kötü karışabiliyor. İçinde olduğu duruma göre değişik özellikler ön plana çıkabiliyor. Başlangıçta da belirttiğim gibi, gözlemlediğim olayları ve kişilerin tepkilerinin arkasındaki mekanizmayı anlamaya çalışarak yaşıyorum hayatımı. Özetle iş hayatının aslında hayatın arka bahçesini yazmayı da bu yüzden sevdim her zaman. İnsanların da yaptıklarından çok neyi neden yaptıklarını anlamaya çalışmak, hayatın kamera arkasını çözmeye çalışmak merak ve ilgi alanım olmaya devam ediyor.
- Kitabınızda seçtiğiniz farklı karakterlerin hikayeleriyle okurlara vermek istediğiniz mesajlar tam olarak nedir?
- Birkaç net mesaj üzerinden toparlayacak olursam, hiçbir olay göründüğü kadar değildir. Temelde bunu vermek istiyorum. Sen kendi potansiyelinin farkında değilsen ve performans sonuçlarının peşine düşmüyorsan kimse seni düşünmez. Sadece işine geldiği için olamayacak bir işin senin için oldurulmasının arka planını düşünmek zorundayız. Onay görme ve sevilme ihtiyacımızın bizi sürüklediği meslekler ve işler yaşamın kendisi olmak zorunda değil. Kaybetmeyi göze almadan kazanamıyoruz. Mutlu olmak ve haklı olmak arasında gidip gelen egomuza yenik düşmeyelim. Kaçış planları kendimize olan inancımızı artıracaksa, evet! Ancak baş etmekte zorlandığımız şeyleri terk etmek için kullanıyorsak, hayır! Nereye gidersek gidelim kendi vizyonumuz bizi takip edecek, unutmayalım.
- Kitabınızı okurken altını iki kere çizdiğim bir sorunuz aklıma takıldı. ‘Başrolünde olmadığın bir senaryonun seyrini, fikirlerinle değiştirmeye hazır mısın?’ diyorsunuz. Gerçekten de düşüncelerimiz hayatımızın gidişatını değiştirecek kadar güçlü mü?
- Yaşam, algılama şeklimize göre değişen ve bizim fikirlerimizden oluşan sistemden başka bir şey değil bana göre. Tabii ki düşünceyi eylemle birleştirdiğimiz durumlardan bahsediyorum burada. Biraz açacak olursam; bazen fiilen değiştiremeyeceğimiz konular için kafa yormayı bırakırız. Herkesin yakasına, dönem dönem adam sendecilik yapışır. Oyunu kuran olmayınca, hiçbir etkimiz olmaz zannederiz. Oysa ki, kendimizle ilgili sonuçları yaratabilecek tek kişi yine kendimiz oluyoruz. Bizler, izin verdiğimiz ölçüde o olay veya kişi bizim hayatımızın bir parçası haline geliyor, bunu idrak etmemiz çok önemli. Ayrıca iş ortamınızda etki alanınızın olamayacağını düşünerek üst pozisyonlara gelmeniz neredeyse imkansız gibi. Geniş düşünmek, bazen risk almak, bulunduğunuz pozisyona takılı kalmadan vizyon geliştirmek sizi sonraki aşamalara taşıyabilir sadece.
- İş hayatı boyunca özellikle kadınlar pek çok sorunla karşı karşıya kalabiliyor. Mobbing, sözlü ya da fiziksel tacizlere uğrayabiliyor. Sizin onlara tavsiyeleriniz, kendi haklarını korumaları konusundaki önerileriniz nelerdir?
- Bunu için her zaman öncelikle önerim. Susma! 1-Kendin için susma 2-Başkaları için susma. Susarsan sıra başkasına gelecek! Bir kadının kendi bedeniyle ilgili en hassas konuda bile önce ailesine ne diyeceğini düşünmek zorunda hissetmesi gibi bir durum var hayatımızın içinde. Böyle meseleler kızlarının okumasına, çalışmasına güç bela razı olmuş aileler için kabullenilemez durumlar yaratabiliyor. En eğitimlileri, büyük şehirlerde yaşayanları bile taciz konusunun kendi aileleriyle anılmasından bu kadar ürker iken, küçük yerlerde yaşayan kadınlarımızın suskunluğuna hak vermemek elde değil elbette. Zor, evet. Ancak yapılması şart olan şey, konuşmak. Konuşmak yerine pek çok kadın başlarına gelen böyle talihsiz olaylarda, çareyi bulundukları yeri terk etmekte buluyor. Bu tür bir şiddet ve tacizi uygulayanlar da, karşısındakinin korktuğunu gördükçe daha da cesaretleniyor, edepsizleşiyor. Kadın çalıştıkça, kendine güvendikçe, ezberletilen senaryoyu yaşadıkça taciz azalmıyor. Ancak boyutu değişiyor.
Bu bahtsız insanlık dışı hareketleri yapanlar, özellikle çaresiz, kendini savunmaktan ürken, elindeki işi kaybettiğinde hayatı durma noktasına gelen kadınlara yüklenmekte daha cüretkar oluyor. Elbette ensest ya da tacizle başlayan, günlük hayatın içine giren, iş hayatında da var olan taciz ve istismar konusuyla savaşmak hepimizin ortak meselesi olmalı. Sadece kadın tacizinden de bahsetmek mümkün değil. Çocuk ve hayvan tacizleriyle kirlenerek büyüyen bir insanlık tarihinin tüm toplumları kapsadığını görüyoruz maalesef. Saldırı ve direkt temas aşamasına geçmemiş tacizi de görmezden gelmemek gerekiyor. O yüzden kitabımdaki hikayenin içinde kahramanın yaşadığı olaylar, onu içten içe çürüten, yaşam enerjisini kaybettiren bir hale geldiğinde, yaşadıklarının neye göre büyük veya küçük olduğunu değerlendirmekte zorlanıyoruz. Bazen zorla maruz kaldığınız bir söz, fiziksel olmayan şiddet, hayat yolunuzda çok önemli travmalar yaşamanıza sebep olur. Hayır=Hayır’dır...