Medikal estetik alanına yeni bir boyut getiren çene ve çene altı bölgesi uygulamaları, yaşlanma belirtilerini yüzü destekleyerek ortadan kaldırıyor. Kalıcılığını uzun süre koruyabilen bu uygulamalar ile yüzün alt bölgesi belirginleştirilerek daha ince ve genç bir görünüm sağlanıyor.
İçeriğindeki hyalüronik asit ile hem cilt görünümünde hem de yüz hattında olumlu değişimler sağlayan dermal dolgu uygulamalarına her gün bir yenisi ekleniyor. Bugüne kadar kullanılan dermal dolgulara göre daha yoğun kıvamıyla dikkat çeken yeni uygulamalar, özellikle çene hattını hedefliyor. Ameliyatsız uygulamalar sayesinde çene hattı daha net bir biçimde şekillendirilebilirken gıdı görünümü de önemli ölçüde ortadan kaldırılabiliyor.
Türkiye’ye gelen dünyaca ünlü Dermatolog Dr. Patricia Ogilvie ile Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Reha Yavuzer hyalüronik asit, çene ve çene altı bölgesini kapsayan medikal uygulamalarla ilgili önemli bilgiler verdi.
Çene ve alt çene hattı kemikleri kısa olanlarda yaşlanma belirtileri daha erken görüyor
Yaşlanmanın yer çekimiyle bağlantılı üç boyutlu bir süreç olduğunu ve çene bölgesinin yaşlanma belirtilerinde etkisinin yadsınamaz olduğunu belirten Dr. Patricia Ogilvie, “Kemiklerin yapılanmasına göre her bireyin yaşlanma süreci farklılık gösteriyor. İlk dönemlerde yaşlılık belirtisi olarak yanaklarda sarkma dikkat çekiyordu ve tıbbi müdahaleler bu bölgeye yapıldı. Sadece yanaklarla sınırlı tutulan müdahalenin doğal görünmeyen sonuçlara yol açabildiği gözlemlendi. Bu yüzden yaşlanma sürecini incelerken çene ve alt çene hattına da bakılması gerekiyor” dedi. Çene ve çene altı bölgesinin yüzün daha genç görünmesindeki etkisinin son dönemde özellikle genç nesil tarafından fark edilmeye başladığına dikkat çeken Dr. Ogilvie, geniş çene ve alt çene hattına sahip insanların kemiklerinin yer çekimiyle daha iyi mücadele edebildiğini dile getirerek, “Çene ve alt çene hattı kemikleri kısa olan kişilerin yüzlerinde yaşlanma belirtileri daha erken görülmeye başlıyor” dedi.
Erken yaşta küçük dokunuşlarla sürdürülebilir genç görünüm mümkün
Medikal uygulamaların doğru yaşta, doğru bölgeye yapılması halinde, işlem görmüş bir görünüm değil sağlıklı bir görünüm sunduğunu belirten Dr. Oglivie, “Uygulama sonrasında yüzün hangi bölgesine ne yapıldığı gözle görülür şekilde fark ediliyorsa bu yüz oranının değiştiğini gösteriyor ve gözümüz bunu ayırt ediyor. Medikal uygulamaların amacı yüzün yapısal görünümünü tümüyle değiştirmek değil, yüzün doğasına uygun, sağlıklı ve genç bir görünüm vermek olmalı. Uygulamalarımızı belirlerken hedefimiz, hastanın yakınlarının yüzüne bir güzellik ve sağlık geldiğini düşünmeleri” dedi.
Bunun için daha erken yaşta yapılan dokunuşların daha kalıcı bir gençliğin anahtarı olduğunu belirten Dr. Ogilvie, “Uygulamalara yaşlanmayı beklemeden başlanırsa az müdahaleyle daha iyi ve kalıcı sonuçlar elde etmek o kadar mümkün. Müdahale için ne kadar çok beklenirse, müdahalenin boyutu da o kadar artıyor ve bir o kadar karmaşık hale geliyor” dedi. Çene ve çene altı bölgesine yapılan yeni uygulamaların daha kalıcı olduğuna da dikkat çeken Dr. Ogilvie, “Klinik çalışmalarda bu işlemlerin, kullanılan malzemeye göre 18 ile 24 ay arasında etkisini koruduğu görüldü” açıklamasını yaptı.
Orantılı bir yüz için 180 derecelik analiz yapılmalı
Orantılı bir yüzün nasıl olması gerektiğini belirlerken akademik verilerle birlikte sezgisel duyumlara da güvenmek gerektiğini vurgulayan Dr. Ogilvie, “Beyin, karşısındaki yüzün iyi, çekici, orantılı görünüp görünmediğine 200 milisaniye içerisinde karar veriyor. Hedeflenen sonucu ortaya çıkarmak için fotoğrafın sadece önden görünümünün değil 180 derecesini analiz etmek ve eksiksiz bir profil kullanımı yapmak gerekiyor” dedi.
Medikal uygulamalarda karar doktora bırakılmalı
Medikal uygulama programını belirlerken yüzün bir bütün olarak ele alınması gerektiğinin altını çizen Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Reha Yavuzer ise hastaların yüzlerinde memnun olmadıkları yaşlanma belirtilerinin tahmin ettiklerinden farklı bir bölgeden kaynaklanabileceğini belirterek “Bazı hastalar müdahale edilmesini istedikleri bir bölgeye karar vererek doktor randevusuna gelebiliyor. Ama çoğu zaman onların tahmininden farklı bir bölgeye yapılacak uygulama ile beklentilerini karşılamak için daha sağlıklı olabiliyor. Bu nedenle kararın doktora bırakılması önemli. Doktorun da hastanın beklentilerini iyi analiz ederek planladığı uygulamaların hastanın ihtiyaçlarına yönelik olduğunu doğru aktarması tedavi sürecini kolaylaştırıyor” bilgisini verdi.
İnsanların dermal dolgulara yönelik bariyerinin, abartılı örnekler olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Yavuzer, “Bir diğer konu ise insanların işlem yaptırmayı bıraktıklarında ciltlerinin doğal elastikiyetini kaybedeceklerine yönelik duydukları endişe. Klinik araştırmalar ise bunun tam tersini söylüyor. Dermal dolguların cilt kalitesini artırmaya katkı sağladığını görüyoruz. Bunun arkasında ciddi bir bilimsel birikim var. Basitçe anlatmak gerekirse, dermal dolgu uygulaması ile bir yandan da ciltteki bağ dokusunu üreten ve koruyan hücreleri uyararak, cildin kolajen üretimine destek olacak ortamı yaratarak elastikiyetini artırmasını sağlıyoruz. Yapılan bu dokunuş cilde dolgunun etkisinden de uzun süren bir katkı sağlıyor.” dedi.
Hastanın bilinçlenmesi komplikasyon riskini azaltır
Dr. Oglivie ise medikal estetik kararı alan hastaların bilinçli olmasının önemine dikkat çekerek, “Bir işlem uygulanacağı zaman hasta mutlaka kendisinde hangi ürünün uygulandığını doktorundan öğrenmelidir. Doktorlar mutlaka bu bilgiyi paylaşacaktır. Eğer talep ettiği halde doktor tarafından bu bilgiler verilmiyorsa orada bir sorun var demektir. Bu şekilde merdiven altı uygulamaların önüne geçilebilir ve insanları korkutan komplikasyonların görülme oranı önemli ölçüde azalır” dedi.