‘1 Numaralı Peron’ kitabının yazarı Ece Yazıcı, hayat koşullarının bizim dışımızda değişebileceğini vurgularken şunları söylüyor: ’’Başlangıç noktası ne olursa olsun, değişimi görmek, kabullenmek ve ilerlemek başından sonuna bir yolculuktur. Bu yolculuğun içinde aşk da vardır, birleşmek de, ayrılmak da... 1 Numaralı Peron’dan kalkan tren gibi, hayatımızın her durağında birileri biner, birileri de zamanı geldiğinde sessiz sedasız gider.’’
- Öncelikle kendinizden bahseder misiniz?
1977 yılında Tekirdağ’da doğdum. Yaşamımın çok büyük bir kısmını İstanbul’da geçirdim. 1998 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, dönemin konjonktürü itibariyle bankacılık sınavlarına girmeye başladım. Sektöre ilk adımları böylece attım. İstanbul Ticaret Üniversitesi Uluslararası Bankacılık ve Finans yüksek lisansından dönem birincisi ve onur derecesi ile mezun oldum. Ama bir süre sonra, işin dışında başka bir dünya olduğunu fark edince, içimde ukde kalan şeylere yönelmeye başladım.
Böylece birbirinden farklı da olsa, merak ettiğim pek çok alan ile ilgilenmek ve geliştirmek için fırsat yaratacak şekilde bir hayat dizayn ettim kendime. Yaşam her dakikasından keyif aldığım daha eğlenceli ve daha enerjik bir hale geldi. Yazmak ise hayatımda bir şekilde hep vardı. Duygu ve düşüncelerimin iniş çıkışlarında sığındığım cümleler küçük denemelerle birikiyordu. Daha önce üzerine pek gidemediğim yazma sevgisinin derinliğini ve sürekliliğini artık daha çok hissediyorum. Hatta, o farklı ilgi alanlarının izlerini 1 Numaralı Peron’da bile görmek mümkün.
- ‘1 Numaralı Peron’ nasıl doğdu?
1 Numaralı Peron’un hikayesini pandeminin ilk aylarında kaleme almaya başladım. Bizi neyin beklediğini bilmediğimiz, hayatımız için endişe ettiğimiz ve bir an önce bitmesini istediğimiz günlerdi. Sevdiğimiz herkesten ve her şeyden uzak geçen o zamanlar benim için en önemli şey üretken olmaktı.
Karşılaştığım bir online yaratıcı yazarlık atölyesi o zamana kadar odaklanmadığım hikaye anlatıcılığı ve yazma iştahını tazelemek için bulunmaz bir fırsattı. Minik hikayelerimi birleştirmek üzere teknik öğrenmeyi amaçlarken, süreç hiç aklımda olmayan yepyeni ve daha büyük bir oluşumun yaratılması ile sonuçlandı. 23 Nisan 2020 tarihinde yazmaya başladım ve temel kurgusunu dört günde tamamladım. Başından neredeyse hiç kalkmamacasına büyük bir heyecan ve zevkle çalıştığım saatler boyunca kendi cümlelerime ve hikayeme öylesine inandım ki! Takip eden yıl ise hikayenin gelişmesi, olay örgüleri ve karakterlerin derinleştirilmesine yönelik çalışmalar ve editörlük süreçleri ile yoğun biçimde devam etti. Mart 2022’de okurla buluşmaya hazırlanırken hiç beklenmedik bir başka olay meydana geldi: Rusya-Ukrayna krizi…
Aslında dünya için üzücü ve sıkıntılı günler kitabın daha ilk günlerinde ona bambaşka bir pencere açmış oldu. Çünkü Boris’in yaşamından kesitler ile başlayan hikayede, Elena’nın Ukraynalı olarak yaratımı olayların doğal akışı içerisinde şekillenmiş; Rusya’nın ilgili dönemdeki tarihini ve sosyo-kültürel yapısını anlamak ve anlatmak yönündeki çalışmalar oldukça önem kazanmıştı. Bundan iki yıl önce o coğrafyada, bir savaşın çıkacağını kim söylese inanmazdım. Bu açıdan tarihlerin böylesine denk düşmesi bana son derece kadersel ve mistik geliyor.
- Kitapta 110 yıl önce yaşanan bir hikâyeyi kaleme almışsınız. Boris ve Elena’nın aşk hikayesinden nasıl esinlendiniz?
Aslında, her şey yazarlık atölyesinde hikayeleştirmemiz istenen o siyah-beyaz fotoğraf ile başladı! Fotoğrafa bakarken, hikayenin geçeceği döneme ve karakterlerinin kimler olacağına dair hayal gücümü çalıştırmaya başladım. İçimden bir ses bana kuvvetle; o karakterlerin en başta Elena ve Boris olacağını ve hikayenin de 1910’lu yılların başında Rusya’da geçeceğini söylemişti.
Elena ve Boris’in bakışlarından çok etkilendim. Birinin gözleri şüphe ile karışmış endişeyi ve tedirginliği yansıtırken, diğerinin gözlerinde ise kibir ve umursamazlık vardı. Bu bakışlar bana bir kaçış hikayesini çağrıştırdı. Kaçış hikayesine, yaşanmışlıklar üzerine ortaya çıkan olaylar eşlik etti. Birbirine zıt karakterlere sahip iki insanın bir araya geldiği yerde ise aşkın doğmaması kaçınılmazdı.
İki kişinin birbirine bakışları ve beden dili beni yazmaya iterken, fotoğraftaki diğer detaylar zaman ve mekan olgularını derinleştirdi. Böylece hikayenin çapı büyüdü, olaylar heyecanla ilmek ilmek birbirine bağlanarak genişledi ve sonunda romana dönüştü. Gerisi tamamen hayal ve yaratıcılığın gücüne kalemin hızının eşlik etmesi…
- Boris ve Elena kimdir? Nasıl bir yolculukları var? Nasıl bir olay örgüsü okuyacak okuyucu? Kitap ne anlatacak?
Boris, dönemin derebeylik sisteminin desteğini en yüksek seviyede arkasına almış, kökten zengin bir ailenin mensubu. Şartlar gereği, Petersburg- Moskova hattında ticarete atılarak yaşam mücadelesi vermeye başlıyor. Elena ise 1 Numaralı Peron’un başkahramanı. Ukraynalı bir ailenin kızı, Rusya’nın o dönemdeki koşullarına bakarsak pek çok ailenin sahip olmadığı/olamayacağı bir imkana sahip olmuş ailesi güzel sanatlar eğitimi almasına zemin hazırlamış ancak tamamlayamadan genç yaşta evlenmiş.
Kurgunun temelindeki bu iki karakterin hayatları farklı sebeplerle yön değiştirdiğinde sonuçlarına da katlanmaya başlıyorlar. Kader bir şekilde yollarını kesiştiriyor ve beraber bir yolculuğa çıkıyorlar. Ancak çıktıkları yolculuğun bir bakıma kendi gerçeklerini değiştirecek bir yolculuk olduğunun henüz bilincinde değiller. Ta ki bu yol, karakterlerin önce kendi kimliklerinin değişimi ile başlayıp bir noktadan sonra da beraber yürünen bir yol haline gelinceye kadar.
Bu doğrultuda kitabın odağında yeni başlangıçlar yapabilmek ve yeni adımlar atabilmek yer alıyor.
- Kitabın devamı olacak mı? Bugünkü savaşın izlerini de yeni kitabınız da görecek miyiz? Buna değinmeyi düşünüyor musunuz?
Bugünkü savaş dünya tarihinde tanıklık edilenlerden sadece bir tanesi, yeni bile olsa. İnsan hayatını nasıl değiştirdiği, insanların nasıl hissettikleri, neyi nasıl kaybettikleri ya da nelerden nasıl vazgeçmek zorunda kaldıkları gerçekleri ise hiç değişmeyecek. Maalesef ki, her defasında yaşanmak zorunda kalınan göç olgusunu da unutmamamız gerekiyor.
Göç, gidilmek zorunda kalınan topraklarda sevdiklerini bırakmakla eş anlamlı iken, yeni varılan yerde de kimlik ve aidiyet sorununu getirdi. Ne bıraktığınız yer sizin vatanınız ne de geldiğiniz bu topraklar. Tutunmaya çalıştığınız her yerde, herkese ve her şeye yabancısınız artık.
Serinin ilk romanı anlamlı bir noktada kesildiği için devamı niteliğindeki ikinci romanda ise, dönemin tarihi koşulları etrafında şekillenecek olan yaşamlara tanıklık edeceğiz. Aşkın sevgiye ve umuda bağlanışını kuvvetle hissedecek hatta izleyeceğiz.
- Bugünün Rusya ve Ukrayna çizgisine nasıl bir ışık tutuyor? Sizce bugün Rusya ve Ukrayna Savaşı'nda benzer aşk hikayeleri ya da yaşam kesitleri yer alır mı?
Aslında bugün tanıklık ettiğimiz Rusya ve Ukrayna savaşına gelinceye kadar, dünya birçok savaş gördü geçirdi. Nesillerin böyle üzücü tecrübeler yaşaması ve ders almaması maalesef çok acı. Ancak kitapta da değindiğim gibi, savaşlar aslında haritalar üzerinde hesap yapılmasına ve sınırların değiştirilmesine karar verilmeden önce siyasi ve ekonomik gerekçeler ile başlıyor. Savaş fiili olarak başladığında da insanlar sevdiklerinden göçler ya da kayıplar sonucu ayrılmak zorunda kalıyor.
Aşk bu büyük resmin içinde solan, yaprakları kuruyup paramparça olan bir çiçek gibi. Bir daha gözünüz kadar sakınamayacak, elinize alıp sevemeyecek ve kokusunu içinize çekemeyeceksiniz. Aşkı ayıran sadece savaşlar ya da sınırlar değil aynı ülkede yaşamasına rağmen birleşmeyi başaramayan karakterler de aşkta kalamıyor.
Her ne zorluk olursa olsun ayrı düşenlerin bir gün buluşacaklarına eminim yeter k,i sahip oldukları aşkın değerini bilip hakkını verecek cesarette olsunlar.
- Bu aşk hikayesi üzerinden okuyucuya vermek istediğiniz asıl mesaj nedir?
Benim vurgulamak istediğim, koşullar değiştiğinde nasıl hareket ettiğimiz. Koşulları kendi isteğimizle değiştirebilir, cesaret gösterip alışkanlıklarımızdan konfor alanlarımızdan çıkabiliriz. Koşullar bizim dışımızda değişebilir ve bunlara bir şekilde adapte olmaya çalışır hatta belki mücadele etmek zorunda kalırız.
Başlangıç noktası ne olursa olsun, bu bir değişimdir ve değişimi görmek, kabullenmek ve ilerlemek başından sonuna bir yolculuktur. Bu yolculuğun içinde aşk da vardır, birleşmek de, ayrılmak da. 1 Numaralı Peron'dan kalkan tren gibi hayatımızın her durağında birileri biner, birileri de zamanı geldiğinde sessiz sedasız gider.
Dışarıdan bir gözle bakmayı başarabilirsek, her şeyin bir sebebi olduğunu ve bu sebeplerin de kendimizi yapılandırmaya imkanı verdiğini fark edebiliriz. Unutmayalım ki ne tanıştığımız insanlar ve karşılaştığımız olaylar, ne de bulunduğumuz ortamların hiçbiri tesadüf değil.