Yaşadıklarımızı göz önünde bulundurursak, güvende olmak, biraz daha iyi hissetmek için bir sağa, bir sola gitme halindeyiz.
‘’Sağa gitmezsem, başıma bir şey gelecek, sol taraf benim için iyi değil’’, diyoruz. Bir müddet sonra sağ tarafın sıkıntılarını deneyimlemeye başlıyoruz. Doğduğumuz andan itibaren sola, sağa, evet, hayır’a, doğru ve yanlışa gidip geldik. Bu tıpkı meditasyon yapmak gibi, meditasyon yaparken bacaklarımız rahatsız olur, pozisyonumuzu değiştiririz. Bir müddet sonra yeni pozisyon rahatsızlık verir. Sürekli belli bir pozisyonda kalmak rahatlatıcı olmaz. Zihin araya girer, rahat edeceğimiz bir pozisyonu ulaşmak diye bir şeyin mümkün olamayacağına bizi ikna eder. Sonra kendimizi Meditasyon da neymiş söylevini yaparken buluruz.
Maalesef, bu yapı yaşantımızın her anında mevcut. Ortada bir referans noktası olmadan bir oraya bir buraya gidiyoruz. Aynı şekilde kurtuluş umuduyla bir spritüal teknikten diğerine gidiyoruz. Her seferinde bir tekniğin işe yarayacağını düşünüyoruz. Bir süre yeni şeyler öğrenmek iyi geliyor. Kendimizi sükunet içinde hissediyoruz. Sonra tekrar zihnimizde farklı bir teknik beliriyor ve onun peşinde gidiyoruz.
Tek yapmadığımız şey, her neyi deneyimliyorsak onunla birlikte kalmak. Her ne oluyorsa orada kalmak sanki DNA yapımızı değiştirmek gibi, gerçekliği algılama şeklimizi değiştirmek anlamına geliyor. Bunu yapmak maalesef cesaret gerektiriyor. Daha fazlasına sahip olmak için gösterdiğimiz çabaya dur demek hiç de kolay değil. Daha fazlasını hak ettiğimizi düşünerek daha fazlanın peşinden gidiyoruz. Fakat bu hal bizi tatminsiz yapıyor. Yalnızlık, can sıkıntısı, kaygı gbi duygularla birlikte kalarak rahatlamak yerine kendimizi mağduriyet ya da başarı özdeşleştirerek acının üstünü örtüyoruz. Üstü örtülen duygular da benzer deneyimler olduğunda geçmiş acı, yeniye yansıyarak daha acılı hale geliyor.
Aşırı çözüme odaklı bir kişi olarak diyebilirim ki, bir şeylerin çözümlenmesi sonuçlanması değil de, belirsizlikle gevşeyebilen açık bir zihin halini hak ediyoruz. Belirsizlikten kaçındığımız ölçüde, her zaman bir sorun olduğunu ve bir yerde birisinin bunu düzeltmesi gerektiğini düşünme ihtiyacı içinde kalacağız. Örneğin; Gönül yarasını kabul etmek alışkanlıklarımız arasında değil. Gerçeği kabul etmek yerine ya o kişinin bizi hak etmediği ya da sevilmeye layık olmadığımız fikrini kabul ediyoruz. Gerçeği kabul etmek neden bu kadar zor?
Çünkü bize böyle öğretildi. Sağa, sola koşuşturmak yerine gönül yarasıyla birlikte olabileceğimizi söyleyen olmadı. Yazdıklarım aklınıza yattıysa şu an her şeyi bırakın ve şu sıralar size üzen, ıstırap çekmenize sebep olan ne varsa ona bulun.
Sizi en çok korkutan ne? Yalnız mı hissediyorsunuz? Haksızlığa uğramış gibi mi hissediyorsunuz? Hiç kimsenin sizi sevmediğini mi? düşünüyorsunuz
Bunlardan birini şu ana davet edin ve onunla birlikte kalın. Onunla birlikte iken çözüm arayışı ya da memnuniyet, daha az arzu gibi beklentiler içinde olmayın. Ortada bir yerde onunla dinlenebildiğinizde, alışkın olduğunuz korku kalıplarından uzak, yalnızlık ile tehditkar olmayan bir ilişki, altüst eden ama rahatlatıcı ve serinletici bir yalnızlık halini deneyimleyin.
Sonrasında ne mi olacak? Her şeyi paylaşırsam geriye keşfedecek kalır ki!
Her Daim Sevgi ve Işıkla
Sibel KAVUNOĞLU
Nefestr.com