Hepimiz şüphesiz sevilmek isteriz. Sevilmek! Yazması bile güzel. Sanırım bu duyguyu en yoğun hissettiğimiz zamanlar yaşama ilk adım attığımız zamanlardı. Yetişkin olduğumuzda ise bu duyguyu tekrar hissedebilmek için zihnimizi; “şunu yaparsam daha çok sevilirim”,” şununla birlikte olursam arzuladığım sevgiyi bulurum” gibi konularla meşgul edip durduk. Sonunda “Şunu yaparsam bu olur” cümlesi de tamamen yok oldu ve kendimizi sürekli yapma hali içinde buluverdik.
Şimdi şöyle bir bebekliğinize dönmenizi istiyorum. İçinizden benim gibi bebekliğini hatırlamayanlar var ise sadece bebek olmanın nasıl olabileceğini imgeleyebilirler. Bakın bakalım o bebeğin zihninden neler geçiyor, gününü nasıl geçiriyor? Kendini nasıl hissediyor?
Ne gördünüz?
Kendisine bir şey söylendiğinde, tepki vermeden izleyen, hoşuna gitmeyen bir şey olduğunda anında mızırdanan, hoşuna giden bir şey olduğunda ise kıkırdayan mutlu bir bebek görmüş olmalısınız. Bu bebek hayatından o kadar memnun ki bir bilge misali kendisine ne sunuluyor ise onu kabul ediyor. O kadar savunmasız ve kırılgan olmasına rağmen kendini koruma altına almıyor. Çünkü ona göre her şey mükemmel ve sadece hayatın tadını çıkartıyor. Onunla kan bağı olmayanlar, hatta sadece fotoğrafına bakmış olanlar dahi ona hayran. Kısaca onu tanıyan, tanımayan herkes ona sevgisini sunuyor.
Biz yetişkinler ise, hayatımız boyunca hiçbir şey yapmaya gerek kalmadan sunulan bu tür sevgiyi arayıp duruyoruz. Peki, sevginin bize gelmesi için bebekken olduğu gibi savunmasız kalabiliyor muyuz? HAYIR!
Tersine yaşımız ilerledikçe çevremizde bir sürü savunma kalkanı inşa ettik. Yıllarca bu kalkanının önünde nöbet tutup, gerektiğinde revizyonlar yaptık. Kendimizi yalnız hissettiğimizde içeriye yeni insanlar aldık. Kalkanın içindeki insanlara kızdığımızda ise sessizce sınır kapısının yerini ustaca değiştirdik ki sınırın dışında bırakıldıklarını anlayamadılar. Arzu ve isteklerimiz arttıkça sınırlarımız da genişledi. Hatta bazen çaktırmadan başkalarının alanına girdik. Sınırlar genişledikçe onları kontrol edemez hale geldik. O zaman da sınırları daraltıp aynı alan içine daha çok şey sığdırdık. Gel zaman git zaman içerisi tozlanmaya, örümcek ağları ile dolmaya başladı. İşte o zaman tüm bunların başımıza neden geldiğini sorgulamaya başladık. İşin içinden çıkamayınca danışmanlara, doktorlara başvurduk. Başımıza gelenlerin savunmasızlığı zayıflık olarak görmemizden kaynaklandığını fark edemedik.
Şimdi size ne mi öneriyorum; Size bebekken ki savunmasızlık halini deneyimlemenizi, biraz incinebilir olmanızı öneriyorum. Hadi bugünden itibaren sınırlarınızın etrafındaki savunma kalkanlarını teker teker kaldırın; Nasıl mı? İşte size birkaç öneri;
- Daha önce konuşmadığınız bakkal amcanın hatırını sorun, çocuklarının isimleri ile yaşamdaki en büyük hayalinin ne olduğunu öğrenin,
- İş yerinizde daha önce hiç konuşmadığınız bir iş arkadaşınızın bugünlerde nelerle ilgilendiğini sorun,
-Sizinle aynı fikirde olmayan bir kişiye bir kereliğine de olsa tepki vermeyin, sadece onu dinleyin. Onun söylediğini onaylamak ya da uygulamak zorunda değilsiniz (zaten onlar bunu sizden hiçbir zaman istemediler!)
- Daha önce izin vermediğiniz şeylere izin vermeye başlayın, bunu yaparken çenenizi kesinlikle sıkı tutun,
-Diğerlerinin ne söyleyeceğine umursamayacağınız size keyif veren bir şeyler yapın
-Her gün 5 dakika, hayatta en çok neyi yapmak istediğinizi düşünün? Sonra gün içinde bunlarla ilgili bir şeyler yapıp yapmadığını kontrol edin.
-Kendinizi iyi hissettirecek düşüncelerinizi bulun, bu düşüncelere sımsıkı sarılın, çıkış yolunuzu size gösterecek belki de tek şey onlar olacak,
-En önemlisi ne kadar zor olsa da annenize onu çok sevdiğinizi söyleyin
Hadi biraz incinmeyi göze alın, tıpkı bebekliğinizdeki gibi savunmasız kalın ki sevgi içeri girsin. Gerçek şu ki savunma sınırları hiçbir zaman var olmadı. Sadece algılarınız onları varmış gibi gösterdi.
Sizce “Kırılganlık” kavramı neden yaratılmış olabilir ki?
Tabii ki sevgiyi, nazik olabilmeyi deneyimleyebilmemiz için
Sevgiler
Arzu ve İstekleriniz Gerçeğinizi Oluşturur