Herkese Merhaba,
Bu haftaki yazımda sizlerle kötü karakter örneğini sorgulatan, geçmişine inmemizi sağlayan ve bazı şeylerin neden ve nasıl olduğunun cevabını veren bir filmden bahsetmek istiyorum. Aslında bu tarz hikayeye sahip filmleri daha önce de izledik ve aslında kötü olarak tanıdığımız film karakterlerinin özüne döndük ve hatta yer yer özdeşleştik. Evet, 2021 yapımı Cruella da bu tarz filmlerden biri. Yönetmen koltuğunda Craig Gillespie’nın oturduğu, 101 Dalmaçyalı filmlerinin unutulmaz kötü karakteri Cruella De Vil’in derinliklerine inen film, Disney’in 2014 yapımı Malefiz’i ve DC Comics’in 2019 yapımı Joker’i tadında. Filmleri izlerken karakterlerin masumiyetten zalimliğe giden yolculuklarında neler yaşadıklarına şahit oluyoruz. İyilikle kötülük arasında sınır karmaşık bir hale gelirken, neden bu kadar acımasız olduklarının da cevaplarını alıyoruz bu tarz konulu filmlerde… Aslında karakterlerin seri filmlerini izlerken körü körüne yargıladığımız, acımasızlığına şaşırdığımız kötü karakterlerin özlerinde öyle olmadıklarını, bir süreç sonucunda kötülüğü tercih etmek zorunda bırakıldıklarını Malefiz, Joker ve Cruella filmlerinde görüyoruz. Karakterleri irdelerken, zaman zaman acıyor, sorguluyor ve kahraman ilan ediyoruz. Cruella’nın Malefiz ve Joker’den tek farkı, karakterdeki kötülüğün daha az korkutucu ve filmin daha komedi ağırlıklı olması. Çünkü Cruella’nın kötülükleri hep başarısızlıklarla sonuçlanıyor ve izleyiciyi güldürüyor. Böyle bir karakterin irdelendiği film de haliyle trajik ve eğlenceli bir hal alıyor. Amerika’da Mayıs ayında gösterime giren film, en çok hasılat yapan filmler arasında yer alıyor. Türkiye’de ise 2 Temmuz’dan beri gösterimde ve 2021’nin en ses getiren filmleri listesine girdi bile.
1970 yıllarının Londra’sında geçen ve bir dönem filmi olan yapımın ana karakterini şöyle bir anımsarsak eğer, İngiliz yazar Dodie Smith’in 1956 tarihli 101 Dalmaçyalı romanından tanıdığımız Cruella De Vil, Dalmaçyalı cinsi köpeklerin yumuşak tüylerinin peşinde olan zengin ve zalim bir kadın. Bu filmde de çocukluğundan itibaren karakterin nasıl bu boyuta geldiğini izliyoruz. Aslında filmde Cruella’yı (Emma Stone) tam anlamıyla tanıyoruz. Okul yıllarıyla başlıyoruz karakteri tanımaya. Küçük yaşlardaki adı Estella. Siyah-beyaz saçlarıyla dünyaya gelen ve farklı olduğu için çevresiyle hep mücadele halinde olan tatlı, şirin ama karanlık bir yanı da olan küçük Estella (Cruella), okuldan atılıyor ve Londra’ya geliyor. Aslında Estella ve Cruella çocukluktan beri aynı bedende yaşayan iki karakter gibi. Ancak Estella annesinin isteğiyle Cruella’yı kendi derinliklerine itiyor. Londra’da hırsızlık yapan bir çocuk çetesine katılıyor. Yaklaşık 10 yıl beraber yaşıyorlar ve aile gibi oluyorlar. Film, bir süre soygun filmi gibi ilerliyor ve Estella’nın Baroness (Emma Thompson) ile tanışmasının ardından farklı bir boyuta geçiliyor ve karakter değişimi başlıyor. Bu noktadan itibaren küçük Estella’nın Cruella De Vil’e nasıl dönüştüğüne şahit oluyoruz. Ancak bu süreci izlerken, Malefiz ve Joker filmlerindeki gibi izleyicinin karakterle kuvvetli bir bağ kurabileceğini söylemem doğru olmaz. Her iki filmde de karakterlerin iyi olmaktan vazgeçip zalimliğe yöneldikleri süreci izlerken karakterlerle özdeşleştik. Yeri geldi onları haklı bulduk, kendimizden pay çıkardık; üzüldük, acıdık ve sorguladık. Ancak Cruella’da böyle bir bağ kurmak pek de mümkün değil. Estella ve Cruella arasında çok büyük uçurum var. Estella’nın nasıl Cruella gibi açgözlü, acımasız bir karaktere dönüştüğünü kabullenmek ve anlamak biraz zor oluyor. Çünkü Estella, çocukluğundan beri kötülüğün karşısında duran ve mücadele eden bir yapıya sahip. İşte aslında tam bu noktada karakter sıfırlaması yapılıyor. Estella’dan bambaşka bir karakter doğuyor; kürkleri için yavru köpeklerin peşine düşen Cruella. Ancak bu tarz karakterleri irdeleyen filmlerin dramatik yapısının daha etkileyici kurulması gerekir. Bir senaryoyu başarılı kılan izleyiciyle karakter arasında bağ kurmak ve izleyicinin kendini karakterin yerine koymasını sağlamaktır. Film sona erdiğinde karakter aklımızda kalmalı, film bizi etkilemelidir. Ancak Cruella da böyle güçlü bir bağın olduğunu söylemem.
Filme genel olarak baktığımızda 101 Dalmaçyalı renklerinin, siyah ve beyazın Estella ve Baroness arasında bir bütünlük oluşturduğunu görüyoruz. Baroness, Estella’ya göre daha donuk bir karakter. Estella ise daha canlı ve hayat dolu. Aslına bakarsak Disney’in önceki filmlerindeki Cruella De Vil’in derinliğini bu filmde Baroness karakterinde görüyoruz. Baroness, üst sınıfa ait, kibirli ve her yönüyle kötü bir karakter. Estella ve Baroness arasındaki moda rekabeti, filmin görselliğinin önemli bir parçası. Estella (Cruella)’nın karanlık ve asi kişiliğini yansıtan içten bir dünyası var. Baroness ise tam tersi gösteriş meraklısı, samimiyetten uzak bir yapıya sahip. İşte zaten Estella’yı da gösteriş meraklısı zalim bir kadına çeviren Baroness ile arasındaki rekabet. Baroness, Estella’nın aslında kendi Cruella’sı ve hayatındaki en önemli figür. Aynı zamanda Baroness, dönemin en önemli modacısı ve Stella’nın hayalini kurduğu her şeyin vücut bulmuş hali. Örneğin, Baroness’in evcil hayvanları olan 3 dalmaçyalı, Cruella’nın dalmaçyalılara karşı nasıl bir takıntısı olacağının ipuçlarını veriyor bize. Her iki karakteri canlandıran oyuncular Emma Stone ve Emma Thompson ise karakterlerin tüm özelliklerini adeta bir maske gibi taşıyorlar. Özellikle Baroness’in Cruella karşısındaki yenilgisini ve yıkılan egosunu Emma Thompson kusursuz bir şekilde yansıtıyor. Filmde Horace karakterinde gördüğümüz Paul Walter Hauser’in de oyunculuğuna değinmeden geçemeyeceğim. Filmin komedi türüne oyunculuğuyla yaptığı katkı küçümsenemez.
Filme teknik anlamda bakarsak eğer, sinematografik tasarım, müzikler, kamera açıları, hareketli kurgu kusursuz bir uyum içinde. Her sahne adeta tablo niteliğinde. Dekorlar, kostümler, mekanlar filmin ritmik akışıyla uyumlu. Özellikle müzikler dönemin ruhunu yansıtan nitelikte. Film bittiğinde dinlediğimiz müzikler zihnimizde çalmaya devam ediyor. Filmde dramatik yapı ve kurgu bütünlük içinde. Karakterler ön plana çıkarılırken olayın geçtiği mekanlar da göz ardı edilmiyor. Filmde çoğu sahnede uzun planlar dikkatimizi çekiyor. Örneğin, Stella’nın (Cruella) çocukluğundan beri hayali, bir moda tasarımcısı olmak. Hırsızlık çetesindeki arkadaşları Stella’nın doğum gününde ona hayalini kurduğu moda evinin iş ilanını getirerek, onun için uydurma bir CV oluşturduklarını söylüyorlar. Stella görüşmeye gidiyor ve moda evinde işe başlıyor ve buradaki ilk sahnede kusursuz bir plan sekans görüyoruz. Kamera hiç kesme yapmadan çekim yapıyor ve bu çekimin sonunda aslında Stella’nın yıllardır hayalini kurduğu Baroness Moda Evi’ne bir tasarımcı olarak değil de bir temizlikçi olarak girdiğini görüyoruz. Stella’nın burada da mücadelesi devam ediyor. Temizlikçi vasfı olmasına rağmen tasarım bölümüne geçmek için var gücüyle mücadele veriyor. Bu hırsının sonunda da moda evinin sahibiyle rekabet içinde olması ve yaşadıkları Stella’yı acımasız bir kadına dönüştürüyor. Filmde plan sekanslarla olayların içinde akıp gidiyoruz. Bunun yanı sıra zaman geçişleri de çok başarılı. Örneğin, Stella, çocuk hırsız çetesine katıldığında siyah beyaz olan saçlarını boyamak istiyor ve çocuk haliyle aynanın karşısına geçip aldığı saç boyasını saçına boşaltıp kafasını musluğa doğru eğiyor. Biz bu planı aynadan yansıma olarak izliyoruz ve Stella kafasını kaldırdığında kızıl saçlı genç bir kıza dönüşüyor. Yönetmen bu zaman geçişiyle bizi 10 yıl sonrasına götürüyor. Filmde öznel kamera açıları da oldukça fazla kullanılmış. Böylelikle bizi filme dahil ediyor ve karakterlerle özdeşleştiriyor.
Cruella, teknik anlamda oldukça başarılı. İzlerken keyif alacağınız filmlerden. Yer yer dramatik yapıda bağ kurma anlamında boşluklar olsa da akıcı olay örgüsü, teknik kodlar ve müzikler o boşluğun etkisini azaltıyor. Ayrıca filmde dönemin tarzını yansıtan saç-makyaj ve kostüm tasarımları da oldukça iddialı.
Cruella halen bazı sinema salonlarında gösterimde. Çevrimiçi olarak da izleyebilirsiniz.
8/10
Sağlıkla kalın.