Evet; bir üs, 16 nükleer füze ve bir kadın... Tipik Amerikan aksiyon filmi olay örgüsünün baş öğeleri olduğunu düşünmeden edemiyoruz. Aynen öyle! 2022 Amerika-Avustralya yapımı olan, yönetmen koltuğunda Matthew Reilly’nin oturduğu Interceptor (Önleyici), aksiyon filminin bütün insanüstü unsurlarını taşıyor. Başrolleri Elsa Pataky ve Luke Bracey’nin paylaştığı Interceptor filminde bir kadın yüzbaşının tüm Amerika’yı tek bir üs üzerinden 16 nükleer füzeden nasıl kurtardığını nefesimizi tutup izliyoruz.
Filmin karakteriyle başlarsak eğer; iki ana karakter üzerinde konuşmamız mümkün. Bir kadın yüzbaşı ve Amerikan Rus ajanı bir asker. Yüzbaşı JJ Collins (Elsa Pataky), korkusuz, dövüş sanatlarında usta ve asla pes etmeyen bir kadın asker. Alexander Castle (Luke Bracey) ise Amerikan Rus ajanı ve Amerika Emanet Fonu milyarderinin oğlu. Para karşılığında Rusya ile anlaşıp Amerika’yı 16 nükleer füze ile haritadan silmeyi planlıyor. Kendine göre sebepleri var. Babasının yaşadıklarından dolayı Amerika’ya düşmanlığı var ve bu yolda Amerika’nın haklarını yediğini düşünen ve ülkenin eski ülke olmadığına inanan birkaç Amerikan askerini de ihanete sürüklüyor. Söylemleri; ‘Amerika söylenmiş en büyük yalan. Onu silip yeniden başlamak lazım. Enkazdan daha düzgün bir Amerika yapabiliriz.’ Evet, filmin olay örgüsü bu unsurlar çerçevesinde ilerliyor.
Rusya’dan Amerika’ya bir füze fırlatıldığında füzenin Amerika’ya ulaşması 24 dakika sürüyor. Bu füzenin bir üsten füzesavar fırlatılarak durdurulması ise 12 dakika sürüyor. Amerika’da bu füzeleri imha edecek sadece iki üs var. Bir tanesi Pasifik Okyanusu’nun ortasındaki SBX-1 üssü bir diğeri de Alaska’daki üs. Alaska’daki üs Rus ajanlar tarafından yok ediliyor. Sadece SBX-1 üssü kalıyor ve Yüzbaşı JJ Collins, bu üs üzerinden Amerika’yı Rus ajanları tarafından çalınan 16 nükleer füzeden kurtarmak için mücadele veriyor.
Filmin ilk sahnelerinde füzelerin çalınmasını ve Yüzbaşı Collins’in görevinin başına SBX-1 üssüne yola çıktığını izliyoruz. Collins, görevine bir süre ara vermiş bir asker. Bunun sebebini de üsse gittiğinde odası gösterildiğinde araya giren flashback’te anlıyoruz. Günümüzde kadınların sorunsalına parmak basılıyor; taciz! Bir kere daha tacizin ülke, ırk, kıdem fark etmeksizin tüm kadınların başına geldiğiyle yüzleşiyoruz. Feminist izler taşıyan bu aksiyon filminde karşımıza yapılan tüm haksızlıklarla baş etmiş, ne olursa olsun doğrudan vazgeçmemiş bir kadın yüzbaşı çıkıyor. Film boyunca kadınların maruz kaldıkları bu muamelenin meslek, eğitim seviyesi vb. demografik öğeler fark etmeksizin her kesimde olduğu vurgulanıyor. Yüzbaşı Collins, bir korgeneral tarafından tacize uğruyor. Korgeneral Pentagon’da önemli bir isim. Collins, tacize boyun eğmiyor ve durumu belgeleyip korgeneral görevinden alınınca da tüm ordunun ve ülkenin hedefinde oluyor. Öylesine ki; hakaretler, tehditler, gönderilen maillerin ardı arkası kesilmiyor ve en sonunda Collins intihara kalkışıyor. Çünkü tacizde kimse gerçeğe bakmıyor ve körü körüne suçlanıyor. İşte bu olaylardan bir zaman sonra bir üs için görevlendiriliyor ve işine geri dönüyor. Görevi büyük, Amerika’yı 16 nükleer füzeden korumak.
Filmde olaylar gelişirken tabii ki mantıksal hatalar da gözüme çarpmadı değil. Teknik anlamda dövüş sahneleri bir aksiyon filmine göre çok zayıf ve inandırıcı değil. Üstelik her aksiyon filmin de olduğu gibi insanüstü bir güç mevcut. Hele ki bir anda üssün denize açılan alt kapısından bir ninjanın fırlayıp Collins ile bir anda dövüşmeye başlamasını aklım almadı. O uçsuz bucaksız denizden nasıl çıktı da üsse tırmandı ve bir anda mücadeleye girişti, mantık dışı bir durum. Amerikan Rus ajanlarını bir bir etkisiz hale getirip, üssün kontrolünü bir şekilde ele geçirip Amerika’yı 16 nükleer füzeden son anda kurtaran Collins’i ‘yok artık’ diyerek izliyorsunuz. Klasik Amerikan aksiyon filmi. Bir de duyguyu aktarma açısında da zayıf buldum. Özellikle Collins karakterini. Üssü teslim etmesi için babası ele geçiriliyor ve babasının öldürüldüğünü sanıyor. Buna dair de bir görüntülü görüşme yapılıyor. Filmin sonunda Collins, kurtarılıp hastaneye yatırıldığında hastane odasına bir anda babası giriyor. O andaki duyguyu yansıtması karakterin o kadar zayıf ki izlerken eminim seyirci baba karakterini gördüğüne daha çok sevinmiştir. Ancak en beğendiğim sahne şuydu; Collins, üssün üst tarafında füzeleri durdurduktan sonra Rus ajanıyla mücadeleye giriyor ve onu bir şekilde etkisiz hale getirirken Rus denizaltısı ajanı almaya geliyor. Denizaltıdaki komutan ajanı vuruyor ve Collins’e saygı duyduğunu belirtircesine selam veriyor ve gidiyor. Güzel bir ters köşe olmuş, olmasın mı? Sen tek başına kaç tane Rus ajanını alt et, üstelik içeriden de hainler onlarla birlik olsun, yani böyle bir mücadeleye giriş ve sonunda başarılı ol. Böyle bir durumda tüm dünya saygı duyar sadece düşman tarafı değil ki öyle de oluyor. Hakaretler, tehditler alan Collins’in hastane odası adeta çiçek bahçesine dönüşüyor. Bütün ülkeden teşekkür mektupları, iyi dilek mesajları geliyor da geliyor. Devlet başkanı, bütün ordu ve ülke Collins’e minnettar oluyor.
Hikâye güzel, feminist izler taşıyan bir aksiyon filmi. Tipik Amerikan aksiyonundan beklediğiniz her şeyi alıyorsunuz, abartılı sahneler dışında. Çekimler ise tabii ki kusursuz. Çerçeveler, kompozisyonlar yine Amerikan aksiyon filmlerinin ne kadar başarılı olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Sinematografik tasarım tam anlamıyla filmin türünün hakkını veriyor. Aksiyonu seviyorsanız ve soluksuz bir film izlemek istiyorsanız, kendinizi sinemanın düş dünyasına bırakıp, abartılı sahneleri çok da sorgulamadan Interceptor filmini izleyebilirsiniz.
Film, Netflix’te halen yayında. İyi seyirler.
Sevgiler,
6/10