İnsanın anne karnından, annenin kucağına düştüğü süreçte annesinin kokusundan başka uyaranlara çok da ulaşamadığını biliyoruz, bir de kırmızı renge duyarlıyız anne karnında ancak o dış uyaran o süreçte pek umursadığımız bir şey değil. Koku duyusu herhangi bir filtreden geçmeden beynimize ulaştığı için, bebekler dünyaya geldiklerinde anne kokusunu diğer kokulardan ayırt edebilir.
Anne kucağına düşen çocuk, hayata idi ile başlar ve bu id onu hazza ve özünde hayatta kalmaya odaklar. İd’in kendine has niteliklerini bu yazımda (Ruhsal Aygıt Serisi1 ) bulabileceğiniz için etraflıca açıklamayacağım. Ancak tabii ki temel bir iki özelliğine değineceğim.
İd’in çalışma prensibi haz ve elem arasındadır. Açıkçası "yemek bulursan ye dayak bulursan kaç" gibi düşünebilirsiniz. İd o yemeğe ulaşmak için zaman, mekan, ahlak, suç ve ceza oranı gibi gerçekliği içeren kavramları umursamamaktadır. İd’in amacı hazza ulaşmaktır ve bu haz anne kucağındaki çocuk için anne göğsüdür. Anne göğsüne ulaşmaya çalışırken gerçekliği umursamayan id’in hazza ulaşmasını engelleyen nedenler olacaktır. Örneğin annenin işi vardır ve bebek istediği an anneye ulaşamayınca kendini yalnız, terk edilmiş, istenmeyen hissedebilir ve bu bebek için elemdir, kederdir, acıdır.
Tanıdık geldi mi?
Whatappta mavi tiki gördüğünde karşıdaki cevap vermeyince çıldıranlar parmak kaldırsın. İşte o id, uygun ego kapasiteleri ile sakinleşmezse whatsappta geç cevap verdin diye çok can yanar, çok ilişki biter.
Ego kapasiteleri, bizi gerçeklik zemininde sağlıklı duygulara ulaştıran özelliklerimizdir. Bir kaçından bahsetmeden önce ego sistemi nerede başlar ona bakalım. Ego anne göğsünün ilk geciktiği anda başlar; "bebek istediğim her şey her zaman olmuyor ve benim buna tahammül etmem lazım" diye öğrenmeye başlar. İşte bu tahammül etme kapasitesi egonun ilk kıvılcımıdır. Ancak tahammül etme şekli ise savunma mekanizmalarıdır.
Ego kapasitelerimiz şunlardır:
*Paylaşma
* Kendini Yatıştırabilme
* Katılım
* Kendini kabul etme
* Yakınlık
* Kendiliğindenlik
* Empati
* Kendilik Aktivasyonu
* Kendini ortaya koyma düşünce, duygu ve isteklerini belirtme
* Duygulanım Canlılığı
* Yaratıcılık
Ego kapasitelerinin idi sakinleştirme, hazzı ertelemek, uygun zamanı bulmak, uygun değilse ortadan kalmak, suç ve ceza dengesini kurmak gibi önemli işlevleri var ve buradaki en önemli işlevlerden biri yalnız kalmaya tahammül edebilmek.
İd hazza gitmeye çalışırken ego bunu uygun şekillerde yapmaya gayret eder. Ancak id’in bazı istekleri çılgıncadır ve toplum tarafından kabul görmeyebilir. Bu durumda ise 36. aya yakın oluşmaya başlayan ve temelini anne babanın toplumsal ahlak normlarından alan süperego devreye girer ve artık egonun iki patronu vardır. Yazık ona değil mi?
İd hazza ulaşmaya çalışır, süperego ahlak bekçiliği yapar ve ego ikisinin arasında sıkışıp kalır. Ego kapasiteleri neden önemli diye aklınızda bir soru varsa işte tam da bu yüzden önemli. Çünkü her iki patronunu dengede tutması gerekir ve hem ahlakı hem hazzı bir potada eritmelidir.
Bu pek kolay değildir çünkü iki patronu da gerçekliği bilmeyen ve anlamayan zalimlerdir. Bu iki zalim arasında sıkıştığınızda ve ego kapasiteleriniz yeterli değilse duygu durumunuz oldukça zorlayıcı olabilir.
Bu çatışmalar bilinçdışında oluştuğu için bilinç düzeyinde hissedemez, anlayamaz ve yönlendiremezsiniz. Bilinç düzeyinde bu çatışmaları sakinleştirmek için devreye savunma mekanizmaları girer. Yani ego kapasiteleriniz geliştikçe daha olgun savunma mekanizmaları ortaya koyarsanız.
Savunma mekanizmalarına biraz değinip yazıyı toparlayacağım. Anna Freud der ki: hayatımızda yaptığımız her eylem hayata karşı bir savunma mekanizmasıdır. Temel amaç haz almak, hayatta kalmak ve soyu devam ettirmektir. Yemek yemek, çalışmak, uyumak, aile kurmak, kitap okumak, cinsel ilişki, alkol almak, kumar oynamak, ilişkiler kurmak vs. aslında her şey elem ve kederden kaçmak içindir ve birer savunmadır. Savunma mekanizmaları 3’e ayrılır:
*İlkel savunma mekanizmaları
*Orta düzey savunma mekanizmaları
*Olgun savunma mekanizmaları
Peki bu bilgiler hayatta ne işimize yaracak?
Durun daha oraya geleceğim...
Savunma mekanizmaları konusuna geldiysek Masterson ve nesne ilişkileri kuramına gitmemiz biraz soluklanmamız gerekecek.
Nesne ilişkileri kuramı güncel psikodinamik yönelimli psikoterapi kuramlarının en çok tercih edilen kuramıdır. Kabaca bahsedeyim
Yaşamın ilk üç yılını belli başlı bölümlere ayırmış olan kuramın ana hatları şu şekildedir:
0-2 ay otistik dönem
2-7 ay simbiyotik dönem
7-18 ay narsistik dönem
18-36 ay borderline dönem
Yukarda sıraladığım dönemler temel ruhsal yapımızın oluştuğu dönemlerdir ve bu dönemlerde yaşanan optimal üstü kırılmalar kendilik bozukluklarına neden olur. Masterson 4 kendilik bozukluğu tanımlamaktadır.
*Antisosyal kendilik bozukluğu
*Şizoid kendilik bozukluğu
*Narsistik kendilik bozukluğu
*Borderline kendilik bozukluğu
Bu dört bozukluktan herhangi biri ile 36 ay tamamlamış olur ve bu dönemde sevgi, değer , önem, aşk, ilgi gibi libidinal coşku yaratacak duyguları annemizden hangi yollarla almışsak işte bunlar savunma mekanizmalarının tohumlarını oluşturur. Örneğin çocuk 20 ayında sevgiyi annenin sözünü dinleme karşılığı almışsa, tüm yaşama coşkusu yaratacak duyguları diğer insanların sözünü dinleyerek, onların isteklerine uyarak alacağını birleştirmiş olabilir. Sonra çıkıp "kimseye hayır diyemiyorum" diye, gelir.
İşte tüm bilgiler, danışanların savunma mekanizmalarına, id-ego-süperego arasındaki dengelere ve duygu davranış örüntülerine bakarak, danışanın hangi döneme ait duygularla hareket ettiğini, hayatta ki temel arayışının ne olduğunu bulmamıza yaracaktır. İşte bu psikolojik gelişimi basamak basamak bilmek doğru zamanda doğru müdahaleyi yapmanıza ve danışanlarınızda yeni bir nefes oluşturmanızı sağlayacaktır.
Mehmet Murat ALTAN
Psikolojik Danışman/ Psikoterapist