Editörün SeçtikleriKavga kültürü

Kavga kültürü

20.08.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kavga kültürü

Kavga kültürü


       Dün, güçlü düşüncelerin gür şairi Tevfik Fikret’in ölümünün 85. yıldönümüydü. Mustafa Kemal’in de hayranlık duyduğu ilerici Fikret, dildeki gericiliği yüzünden, pek okunmuyor, beğenilmiyor şimdilerde. Özdeyiş gibi kullandığımız bir avuç mısradan öte, şiirleri unutuldu gibi... Yazık. Bugünün okurları birkaç yüz Osmanlıca kelimeye lügatte (sözcüğe sözlükte) bakmak zahmetine katlansalar, erdemli şiirin heyecanlarını yaşayabilirler.
       İnsan nasıl üzülmesin ki Tevfik Fikret bugün en çok Mehmet Âkif ile kavgası dolayısıyla anılıyor. Bu, elbette, ilerici-gerici çatışmaları günümüzde de sürüp gittiğinden böyle oluyor. Ama, asıl neden, nice başka toplumlarda ve siyasal düzenlerde de olduğu gibi, bizim hem kavgacı oluşumuz, hem de kavga izlemeyi bir ulusal spor olarak sevmemiz... Didişme ne kadar hırçın ve kırıcı olursa biz o kadar keyifleniyoruz.
       İki büyük şair, Âkif ve Fikret, iki sanat ustası... İkisinin de ahlâkı pürüzsüz. İnançları, aslında, birbirine zıt değil de, yakın. Ama, görüş ayrılıkları büyümüş büyümüş de, düşman cephelere dönüşmüş. Belki de, rekabet ve kıskançlık yüzünden. Dahası, bazı sözde dostları onları fitlediği, kışkırttığı için.
       Ne kadar çirkin saldırıyorlar... Âkif, “protestanlara zangoçluk eden" diye vuruyor Fikret’e... Fikret “Molla Sırat" diye Âkif’e. Kim ne kazandı bu suçlamalardan? Şiirimiz, düşünce hayatımız, kültürümüz, ahlâkımız zarar gördü. Tek kârlı çıkan, kavga gürültü merakımız oldu.
       Ve onyıllar boyunca, her iki tarafın fanatikleri, sık sık kapıştılar. Fikret’in oğlu Halûk uyrukluk ve din değiştirdi, üstelik papaz oldu diye, sağdan Fikret’e saldırılar... Âkif’in oğullarından biri esrardan öldü diye, soldan Âkif’e dil uzatmalar...
       Biz, horoz döğüşü toplumuyuz, deve güreşi toplumu. Nazım Hikmet ile Peyami Safa yakışıksız didişmelere giriştiklerinde, herkes ne kadar keyiflenmişti.
       Bugün de, kültür hayatımızda yapmamız gereken (sayıyı abartmadan söylüyorum) binlerce olumlu iş varken, bu uğurda hepimiz gönül birliğiyle işbirliği yaparsak dünyayı hayran bırakacak başarılar kazanabilecekken, birbirimizin gırtlağına sarılıyoruz.
       Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında bir görüş ayrılığı oldu diye ne kadar sevindi basın masın, televizyon melevizyon, kamuoyu mamuoyu.
       Bir şarkıcının bir TV’ci ile kapışmasını zevkten dört köşe olarak izledik -o şarkıcının kadınlara dayak atmasını izlediğimiz gibi.
       İstanbul Kongre ve Kültür Merkezi inşaatı gecikecekmiş, İstanbul Şehir Müzesi kurulması sarpa sarmış, en değerli opera yönetmenimizi göz göre göre harcıyorlar...
       Kültürümüze hizmet, kavga ile değil de, uzlaşma ile, barış ruhuyla, işbirliği anlayışıyla olamaz mı? Sürüp giden çekişmelerden kim kârlı çıkıyor: Sadece didişmekten hoşlananlar, bir de hır gür ve vur kır seyretmekten keyif alanlar... Ama, sanatlarımız, kültürümüz, ulusal menfaatlerimiz, feci yıpranıyor bu yüzden... Milletçe kaybımız büyük oluyor.
       1960’lı yıllardan 1980’li yıllara kadar, ülkemiz siyasal ideolojilerin amansız çatışmaları yüzünden yaman acılar çekti. Dökülen kanları, yitirilen canları düşünüp artık, bunca yıl sonra, siyasette ve kültürde nifaktan vazgeçip ittifaka yönelemez miyiz?
       17 Ağustos 1999 deprem felâketinin birinci yıldönümünün arefesinde, yine bir siyasal kriz yaşıyorduk, ama kavgalar sürüp giderken depremzedeler evsiz barksızdı, perişandı, bakımsızdı. “Milliyet", ihmal edilen deprem bölgelerinin yürek burkan ve yüz kızartan fotoğraflarının üstüne güçlü bir manşet attı: “ASIL KRİZ BU".
       Kavga kültüründen kurtulup hizmet kültürüne yönelmek günü gelmiştir.

Yazarlar