Leonardo Da Vinci'nin "Son Akşam Yemeği" tablosunu Nurcan Çağlar, Müslüm Gürses'in de katılımıyla sahneye taşıdı
Esma Sultan Yalı'sını dolduran kitle alabildiğine ilginçti, İstanbul sosyetesi, vilayetten emekli iki polis, Gölge Adam Ertuğrul Akbay, Emre Kongar, ÖDP Başkanı Ufuk Uras, bir iki ressam, kimliğini kaybetmiş gibi ortalıkta dolaşan birkaç sanat muhabiri...
Nurcan Çağlar, Bubi'nin sahneye koyduğu Leonardo Da Vinci'nin ünlü tablosu "Son Akşam Yemeği"ni Neşe Erberk Ajans'a bağlı mankenler Ebru Güzel, Ece Sükan, Oxana Lutsenko, Angela Kokina, Büşra Onan ve Şennur Şafak eşliğinde sahneye taşıyacaktı. Ama bu kalabalık büyük ölçüde Müslüm Gürses ve Muhterem Nur için gelmişti. Çünkü Çağlar bu performansı (çağdaş sanatta eylem) daha önce Afife Jale Tiyatrosu'nda sahnelemiş ama ilgi dar bir sanatsever kitlesi ile sınırlı kalmıştı. Oysa o gece orada ciddi bir kalabalık toplanmıştı.
Gelelim gösteriye, önce bir ilahi yükseldi Ortaköy semalarına, sahnede İsa'nın 12 havarisinin yerine temsilen sanatçılar yerleştirilmişti, Mondrian, Andy Warhol, Bubi, Özdemir Altan, Mona Lisa, Kurt Shwitters, Malevich, Frida Kahlo, Beral Madra, Rousseau, Picasso. Muhterem Nur, kardeşi öldüğü için sanatçılar arasındaki yerini alamamış, maske ile temsil edilmişti. Derken ilahi kesildi ve kitlenin yanık bağrından çıkan çığlığı temsilen, ya da 2000 yılında sanatı yeniden sorgulamız için, ya da Çalar'ın deyimiyle "orijinde olduğu için", ya da artık iyice cılkı çıkan doğu - batı mozayiğine gönderme olarak Müslüm Gürses çıktı sahneye, "Bakma Bana Öyle"yi söyleyerek. Ne var ki, oraya büyük tevazu göstererek eşitliğe ve sanata duyduğu saygıdan gelen Müslim Gürses, hayatının en sönük kalabalığı ile karşılaştı. Kitleler Müslüm için bağrını yırtarken İstanbul sosyetesi büyük sanatçıya seviyesini düşürmemek için bön bön bakmayı yeğledi.
Her şey sanatçının şarkısının sözlerine tekabül eder gibiydi: "Kader zorlasa da alamam seni hayatıma..."! Ondan sonrası ise tam bir "post - modern" karmaşa oldu, barışı temsilen güvercinler uçuruldu, melekler kanatlarını çırpmaya devam etti. İlahi yine devreye girdi ve Nurcan Çağlar, İsa'nın etini temsilen mayasız ekmek yerine lahmacun dağıtmaya başladı. İzleyiciler, izleyici konumlarından kurtularak ironiye etkin bir şekilde dahil oldular lahmacun kuyruğuna girdiler ve performans bitti...
Derken ortalık yine dalgalandı, Müslüm Baba basın açıklaması için geri dönmüştü. Çoğu
magazin muhabiri olan gazetecilerin kafası karışmıştı, kafası karışık olmayan galiba bir tek Müslüm Baba vardı, kitlenin aykırı olduğunu kabul etmiyordu. "Buradakiler ay'dan mı indi, hepimiz insanız, ne farkları var, ben buraya eşitlik mesajı vermeye geldim" diyordu, "beni herkes dinliyor, entel denilenler de, aydınlar da benim farkımda, yaşasın sanat" diyordu... Ondan sonra sazı eline alan Bubi ise tüm Türkiye'nin anladığı Müslüm Gürses'i açımlamaya çalışıyordu, kimsenin şaşırmaması gerektiğini söylüyor, resim yaparken, Mozart ile Müslüm Gürses dinlediğini söyleyerek şaşırtmaya çalışıyordu, alt kültür - üst kültür olmadığını savunurken "işte alt kültür dedikleri ile üst kültür dedikleri birleşti" diyerek Müslüm'ü alt kültüre yerleştiriyordu.
Bu performanstan arta kalanlara gelince:
- Tek gerçek sanatçı Müslüm Gürses'ti,
- Bu kadar abur - cubur post - modernizm muhabbeti yapabilmek için Nurcan Çağlar'ın çok sağlam bir argümanı olması gerekiyordu ama sağlam bir argüman göremedik.
- Çoğunluk gösteriyi beğendi. Beğendikleri belki de kendi "avangardlıkları", seçkinciliklerini aşmış olmaları idi.
- Biz birkaç sanat muhabiri Baudrillard'ı yad ederek kahrolduk.
- O gece sağlam duran tek söylem Beral Madra'nın gösteri ile ilgili olarak yazdıkları idi (...)
- Nurcan bu gösterisinde sembolik olarak sanatçı ruhunu, özellikle modernizmle birlikte yeniden tabulaştırılmış sanatçı - özneyi kurban etmektedir. (Bence gerçekten kurban ediyor).
- İncil'e göre İsa,
yemek öncesinde 12 havarisinin ayağını yıkadı ve havlusuyla kuruladı ve onların da başkalarının ayaklarını yıkamalarını öğütledi. Bu eylem, herkesin ayağının eşit olduğunu, efendinin kölesinden daha büyük olmadığını ve herkesin birbirine iyi davranmasını bildiriyordu (kimse bu mesajı anlamadı, ayırımcı tavırlarıyla anlamadığını fazlasıyla belli etti).
- Bu, insanlığın imgelerini yüzyıllardır biçimlendiren ve yönlendiren büyük öykülerden en önemlisi olabilir; büyük öykü kaldı mı sorusu da post - modernizmin ilk sorularından birisi... Artık, herkesin yaşamındaki son yemekler - küçük - öyküler - herkesin odasındaki ekranlardan milyonlarca kez yineleniyor. Son yemek, tıpkı Warhol'un çoğaltmaları gibi, sonsuz yemek oluyor; ihanet ise, bir sonraki olayın başlamasını sağlayan bir strateji (Orada herkes son yemeği gibi Vestel'in cömert büfesine saldırdı).
- "Son Yemek" kültür sanayiinin malı olmuş ve dibine kadar tüketilmiştir; içeriğine ilişkin veriler ve gerçekler sürdüğü için de değişmeyen bir kalıcılığı vardır...