02.04.2024 - 06:54 | Son Güncellenme:
Derleyen: Fazilet Şenol / Milliyet.com.tr - Tarih boyunca birçok bilim insanı kişilerin ölmeden önce son gördükleri görüntüyü yakalamanın mümkün olup olmadığını çözmeye çalıştı. 17. yüzyılda incelediği kurbağanın retinasında soluk bir görüntü gördüğünü iddia eden Christopher Schiener tarafından ilk olarak ortaya atılan bu fikir, 1840'larda fotoğrafın icadına kadar bilim olarak görülmedi. Bilim insanları retinanın kamera gibi işlev görmesi için ışığa duyarlı kimyasallar içermesi gerektiğini düşünüyorlardı. Ancak ilerleyen günlerde Alman fizyolog Wilhelm Kühne'nin çalışmaları dikkatleri çekecek türdendi.
GİYOTİNLE İDAM EDİLEN MAHKUMUN GÖZLERİ NE SÖYLÜYORDU?
Wilhelm Kühne, gözün bir kamera nitratı gibi davranan, ışığa duyarlı bir protein olan rodopsinin işlevini test etmek için hayvanlar üzerinde birçok deney yaptı. Hayvanlar öldükten sonra onların gözlerini çıkarıyor ve görüntünün retinaya sabitlenmesi için çeşitli kimyasallara maruz bırakıyordu. Yaptığı deneylerden birinde albino bir tavşan kullanmıştı. Tavşan gökyüzündeki bulutları görebilecek şekilde sabitlenmiş, 3 dakika boyunca ışığa maruz bırakıldıktan sonra başı kesilerek öldürülmüştü. Öldürüldüğü an gözleri yuvalarından çıkartıldı. Kühne şap bileşiğinin, en iyi sonucu verdiğini öne sürdüğü için göz küresinin retinayı içeren arka yarısını sabitlemek için şap çözeltisine koymuştu. Ertesi gün gözü kontrol etmeye geldiğinde retinanın üzerinde bir pencere resmi görünüyordu.
Kühne'nin deneyleri hayvanlarla da sınırlı kalmadı. 1880 yılında giyotinle idam edilen bir mahkumun gözleri, tam 10 dakika sonra yuvasından çıkarılıp Kühne'nin laboratuvarında incelemeye alındı. Kühne, yaptığı incelemeler sonucu taslakta yer alan görüntünün giyotin ve darağacına giden basamaklar olabileceğini iddia etti. Yaptığı çalışmalar döneminde tartışmaya sebep olsa da Kühne'nin deneyleri bilim dünyasında hızla yayılıyordu.
Birleşik Krallık ve ABD gibi ülkelerde kolluk kuvvetleri optografiyi bir dava çözüm yolu olarak uygulamaya çalıştı. Bilimselliği güvenilir olmasa da adli optogramlar yetişmeye başlamıştı, bu kişiler oldukça önemli ceza davalarında ve duruşmalarda görev alıyordu. Gün geçtikçe optografi üzerinde çalışmalar yapılması desteklenmeye başladı. Fransız Adli Tıp Derneği, Dr. Maxime Vernois'ten optografların cinayet davalarında delil olarak kabul edilmesinin ihtimalini incelemek için bir çalışma yürütmesini istedi. Doktor, en az 17 hayvanı öldürdü ve gözlerini parçaladı. Ancak Kühne'nin ulaştığı sonuçlara ulaşamadı. Vernois yaptığı deneyler sonucu şu ifadeleri kullandı:
"Bir kurbanın retinasında katilinin portresini ya da ölüm anında karşısına çıkan herhangi bir nesnenin ya da fiziksel özelliğin temsilini bulmak imkânsızdır."
KARINDEŞEN JACK CİNAYETLERİNDE DE KULLANILDI
Vernois'in ifadeleri çok ciddiye alınmadı. Birçok önemli vakada ve cinayette optografi, davanın çözülmesi için oldukça önemli bir aşamaydı. Öyle ki Karındeşen Jack cinayetini çözmeye çalışan dedektifler, tekniğin kurbanlar üzerinde denenmesini uygun görmüştü. Fakat optografiyle ilgili en çarpıcı gelişme 1924 yılında Almanya'da yaşanan cinayetle birlikte yaşandı. Fritz Heinrich Angerstein'ın ailesi ve evdeki çalışanları dahil herkes öldürülmüştü. Angerstein'ın şüpheli açıklamaları ve kanıt yetersizliği davayı gittikçe zorlaştırıyordu fakat polis memurlarından biri ikna edici bir kanıtla gelene kadar. Biri karısı olan kurbanlardan ikisinin retinalarından alınan görüntülerde zanlının kollarını kaldırmış bir vaziyette elinde balta olduğu öne sürüldü.
Birçok kişi tarafından bu vaka bir optogramın elde ettiği en büyük başarı olarak kayıtlara geçti ancak ele alınan görüntüler ne bilimsel bir gerçeklik sunuyor ne de kesinlik değeri taşıyordu. Zamanla optografi katiller arasında da duyulmaya başladı. Bu sebeple cinayet işleyecek zanlılar artık kurbanlarının gözlerini de oyuyordu. Gün geçtikçe korkunç görüntülere sebep olan optografi 20. yüzyılın başlarına doğru popülaritesini kaybetmeye başladı.
YETERLİ OLAMAYACAĞI ANLAŞILDI
Kühne gibi fizyologların çalışmaları, tavşanların gözlerinden birçok yüksek kontrastlı görüntü oluşturmayı başarmış ve adli tıp araştırmalarında potansiyel bir araç olarak optografiye olan kamu ilgisini artırmış olsa da araştırmacılar bu yöntemin, adli amaçlar için asla yeterli olmayacağını anladılar.
Bilimsel olarak geçerliliğini yitirse de optografi dönemin edebiyatına ve sanatına da yön verdi. Popüler bilim kurgu yazarı Jules Verne, 1902 tarihli 'Les Freres Kip' romanında optografi biliminin adli potansiyele sahip olabileceği fikrini öne sürdü. 'Invisible Ray' filmi de bir kurbanın ölü gözlerini fotoğraflamak için ultraviyole kamera kullanılan sahneyi konu aldı. Aynı zamanda 1971 yapımı İtalyan filmi 'Four Flies on Gray Velvet'te ve 'Doctor Who' dizisinin 1975 yılındaki bölümlerinden birinde optografi yine olay örgüsüne dahil edildi.