Bodrum’un Kumbahçe semtinde oturuyorum. Yamacın üzerinde, son sıra evlerden bizimki. Yani arkamızda artık yerleşim yeri yok, orman başlıyor, makilik bir alan var. Temmuz ayının son gününde Bodrum Kumbahçe’de çıkan yangın, evimizin 20 metre arkasına kadar geldi. 20 metre! Bilmiyorum hayâl edebiliyor musunuz? Korku, panik, kargaşa, tahliye sorunları, trafik, hepsini birkaç saat içinde yaşadık ama en acı veren duygu, çaresizlik hissiydi. Apartman boyunda alevler ve elinizde cılız bahçe hortumları, temizlik ve kum kovaları… Bodrum Belediyesi olanca gücüyle çalışıyor, hepimiz şahidiz. Belediye Başkanı Sn. Ahmet Aras bir Kumbahçe’de, bir Mumcular’da, bir Mazı’da… Ama uçağı yok. Türkiye’nin yangın söndürme uçak eksiğinin bedelini, bu yıl çok acı bir şekilde ödüyoruz.
Yerel halk, inanılmaz bir iş çıkarıyor. Kuzenim Yiğit Girgin bizzat gönüllü olarak günlerdir çalışıyor, gözüne bir gram uyku girmedi. Ondan biliyorum. Kriz merkezleri kuruldu, gönüllüler su, ayran ve temel ihtiyaç malzemesi topluyor. Vatandaşların getirdiklerini büyük bir sessizlik, sakinlik, disiplin ve güler yüzle tasnif ediyorlar. Her şey tıkırında işliyor, elden ele dolaştırılan her su kolisi ihtiyaç duyulan yere yetiştirilmek üzere yere bırakılıyor. Herkesin yüzünde bir yandan dayanışmanın verdiği güç ve umut, diğer yandan felaketin devasa boyutlarının yarattığı ümitsizlik…
Çok büyük bir faciayla karşı karşıyayız. Onca can yitti, evler, tarlalar, insanların ekmek kapıları kül oldu. Ekmek kapıları, yani o aileler artık yoksul bile değiller, yoksulluk sınırının altındalar. Ürünleri, yıllık emekleri, hayvanları, hepsi gitti. İnsanın içi yanıyor. Yana devrilmiş inek ve yeni doğurduğu buzağının kaskatı kesilmiş halini gördükten sonra, ben artık kendime gelemedim.
Doğa felaketlerini önleme gibi bir şansımız yok. Ancak etkilerini kontrol altına alabilmek elimizde. Gerekli ve yerinde yatırımlarla, önceden çalışılmış müdahale planlarıyla, tahliye provalarıyla, kamusal eğitimlerle…. Biz bunların neresindeyiz? Yağmur duaları, astrolojik öngörüler ve kehanet varsayımlarına mahkûm kalmamalıydık.
Son yıllarda yaşanan felaketlerin hepsi, doğaya ve kendi doğamıza aykırı yaşamanın sonuçları. Doğadan gelen ve içsel sesimizle aynı olan o müthiş bilgelikle bağlarımızı tamamen kopardık. Serseri mayınlar gibi, bir salgın hastalıktan kaçarken sele tutulmamaya, yangından canımızı kurtarmaya çalışıyoruz. Hepimiz suçluyuz. Arabasının penceresinden yanan izmariti fırlatan da suçlu, bina üzerine bina inşa ederek yerleşim yerlerindeki sıcaklığın yükselmesine sebep olanlar da… Hava sıcaklığını artıracak her türlü ev eşyasına sahip olan bizler de, ağaç katliamı yapıp ekosistemi alt üst edenler de... Hepimiz istisnasız suçluyuz. Geçtim Devlet’ten onu bunu istemekten, bu gezegenin nefes alabilmesi ve yaşayabilmesi için bireysel olarak neler yapıyoruz? Bu soru da, asıl sorulması gerekenler arasında değil mi? Yangınlar, önlerindeki her şeyi yerle bir ederek elbette sönecek. Biz yaralarımızı sarmaya çalışacağız. Peki seneye? Seneye aynı şeylerin, hatta daha da beterinin yaşanmaması için önlemler alacak mıyız?
Yaşadığımız topraklar cayır cayır yanıyor ve elimizden bir şey gelmiyor. Bireysel olarak elimizden gelenler, bu devasa yangınları söndürmeye yeterli değil. Çoğu yerde alevlerin kendiliğinden sakinleşmesini beklemekten başka çaremiz yok. Sonrasında, sonrasında yine birlik olma zamanı. Toplumsal önleyici stratejiler belirleme zamanı. Hatta bunları en küçük yerel idari birimlerde tartışmalı. Mahallelerde, köylerde, kasabalarda, ilçelerde eylem planları oluşturulmalı. Zaman, birlik olma zamanı. Birileri yangın varken dışarıda yiyor diye ayrıştırma zamanı değil. Yargıladığımız kişi belki de hepimizden çok birilerine yardım etmiştir, kim bilebilir ki bunu?
Zaman, birleşme zamanı.
Hepimize ait olan bu suçun tahribatını, ortak akılla gidermenin zamanı. Ve bu ortak akıl, ancak doğayla uyumlu olursa kurtuluşumuz var. Kâr avcılığını bırakıp, insan olmaya başlamamız lazım. Kızılderili atasözünün dediği gibi: “Yalnızca son ağaç kesildikten, son ırmak zehirlendikten, son balık yakalandıktan sonra; ancak ondan sonra paranın yenemeyeceğini anlayacaksınız”.
Doğaya uyumlu yaşamaktan başka, artık bir çaremiz yok.
Esra E. Karaosmanoğlu
Ağustos 2021