Birçok yerde duyuyorum, okuyorum, yaşam amacımızı bulmaya yönelik üzerimizde korkunç bir baskı var. Yaşam amacını bulamadın mı? O zaman hayatını boşa harcamışsın demektir! İnsanlar da yaşam amaçlarını bulmak için, psikiyatrlardan tutun yaşam koçlarına, enerji tacirlerine ve maneviyatla ilgilenen kim varsa herkese oluk oluk para akıtmaya hazırlar… Ve bugünlerde tam da olan bu!
Yaşam amacımız nedir, bu dünyaya neden geldik, dünyevi sınavlarımızın bir gayesi, hayatımızın temel hedefi var mı, tüm bunlar aslında felsefeciler ve ruhanî liderler tarafından çokça yazılan konular. Cevaplar tek değil, farklılıklar gösteriyor. Haliyle insanların aklı da karışıyor.
Sanırım herkes bir konuda hemfikirdir, bu dünyaya kusurlarımızla geliyoruz. Kısıtı olan bir elbisenin içinde doğuyoruz. Baştan, limitleri gerçek, engelleri, yapabilecekleri kısıtlı olan bir kıyafetimiz var. Beden, bize verilen yaşam süresince içinde devineceğimiz küçücük bir alan. Dünyadaki varlığımız bedenlenmeyle başlıyor, son nefesimizdeyse bitiyor. Yol boyunca ise türlü hastalık, fiziksel engelle boğuşuyoruz. Bunları hiç tatmayan insan yok. Kusurları olan bir kıyafetimiz varken, kusursuzluktan bahsedebilir miyiz?
Ruha inananlar, çoğunlukla ruhun sonsuzluğuna ve mükemmelliğine de inanır. Ruhun, tanrısallığın bir izdüşümü olduğunu bilirler. Bu varsayımı kabul edersek -ruhun mükemmel olduğunu- bu ruh bu bedende kendini ifade edebilir mi? Bir başka şekilde söylersek, mükemmel olan bir seyin (ruh), mükemmel olmayan bir “elbise”nin içinde oluşu (beden), bu “paketi” mükemmel yapar mı?
Basit matematikle, hayır diyebiliriz.
Peki yaşam amacı nerede devreye giriyor? Mükemmel olmayan “şartlarda” (beden-ruh birlikteliği), hayat amacımızı bulmak mümkün mü?
Öncelikle, yaşam amacı ruh-beden kısıtlılığının ötesine gitmeyi gerektirir. Kusurlu bir ortamda (bedensel gerçekliğimizde), hayatımızın amacını keşfetme gibi temel bir soruya verilecek her yanıtın kusurlu olacağını düşünüyorum. O zaman odağımızı kısıtlı olan bedenlerimizden kısıtsız olan ruhlarımıza çevirelim. Yaşam amacımızı bu sonsuz varlıkta aramaya gayret edelim mi?
Ruh, hani kısıtsız ve sonsuz dedik ya, neden yeryüzüne “inmiş” olabilir? Amacı ne olabilir?
Okumalarım, dinlediklerim, sezgilerim ve iç görüm diyor ki, yaşam amacımız öncelikle beden kısıtlılığından kurtulmak. Bedenden bağımsız var olan “şey”i keşfetmek. Bu “şey”in her türlü kısıtlamadan ari olduğunu keşfetmek. Bedenin ötesine geçmek, ötesinde bir var oluşu, ruhu keşfetmek…
Yaşam amacını bulmada kanımca ilk ve en büyük adım bu.
Peki ruhumuzun varlığını deneyimledik, keşfettik ve görülmeyen bu “şey”e inandık, bu kadar mı? Hayat amacımız sadece ruhumuzla yeniden irtibat kurmak olabilir mi? Aslında sadece buraya gelmek bile bir sonraki adıma bizi doğrudan hazırlıyor: ruh, yeryüzünde nasıl hareket ediyor, nasıl davranıyor, hangi durumlarda özümüzden uzaklaşıyoruz, hangi durumda evimize yeniden kavuşuyor hissine varıyoruz…. Peşi sıra giden yıllarımızda bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde deneyimlediğimiz aslında tam da bu. Ruh farkındalığı, dünyevi deneyimlerle ortaya çıkıyor ama ruh, dünyevi deneyimlere gereksinim duymadan var oluyor.
Ruhsal deneyim yoluna çıkanlar, kısa sürede hangi durumda ruhun “tam potansiyeline” kavuştuğunu hissederler. Tamamlanmışlık hissi, bize ne zaman geliyor? Bu ruh, “Hah! İşte tam da bu!” ne zaman diyebiliyor?
SEVGİ’yi keşfettiğimizde.
İşte herkesin hayatının amacı bana kalırsa bu: SEVGİyi keşfetmek, sonrasında SEVGİ OLMAK. Elbette, bir kişiye veya kişilere olan sevgiden bahsetmiyorum (ki bu da yollardan biridir), aşkın bir sevgiden bahsediyorum. Sadece var olmakla deneyimleyeceğimiz tamamlanmışlık hissi, SEVGİden geçiyor. SEVGİ olunca ancak, dünyadaki kusurlu varoluşumuzun ötesine geçebiliyoruz. Ve SEVGİ olunca, zaman, mekân, deneyim, var oluş, her şey, ama her şey yok oluyor. Sadece bir “var olma” durumu, ve buradan akan sonsuz bir tatmin…
Hayatın amacı bana kalırsa, çoğunlukla etrafımda duyduklarımın, okuduklarımın aksine, her insanda farklı değil. Kişisel yeteneklerinizin sizi hayatınız amacına götüreceğine inanmıyorum. Birinin el becerisi yüksekse, hayatının amacı heykeltıraş olmak değildir. Bir diğerinin matematiği kuvvetliyse, bu kişinin hayatının amacı mühendis olmak değildir. Sesimiz güzelse, ses sanatçısı olunca hayatımızın amacını bulmuş olmuyoruz. Çoğu zaman, odak farklı ve yanlış yerlere çekiliyor. Yeteneklerimiz, muhakkak ki hayatımızın amacını keşfetmemizde bize sunulan kestirme bir yoldur ancak bir araçtan öte değildir. Bunu kavrayabilen kişi, ruhun deneyimlemeyi seçtiği yere gelebilir. Yeteneklerimizle SEVGİyi keşfetmek mümkün, ancak “yol” illa ki buradan geçmez.
Albert Einstein’in kızına yazdığı mektup çoğu zaman yeterince dikkate değer görülmemiştir. Oysa, izafiyet teorisinden de önemli bir şey söylüyordu bu deha:
“İzafiyet kuramını açıkladığım zaman çok az kişi beni anladı, şimdi insanlığa ulaşması için yazacaklarım da bu dünyada yanlış anlaşılma ve önyargıyla çarpışmaya mahkum.
Mektupları gerektiği sürece korumanı istiyorum, ta ki toplum şimdi açıklayacaklarımı kabul edecek düzeye gelene kadar.
Bilimin açıklayamadığı son derece kuvvetli bir güç var. Bu güç herkesi kapsıyor ve yönetiyor, evrenin çalışmasını sağlayan her olgunun arkasında bile o var ve henüz bizim tarafımızdan tanımlanamadı.
Bu evrensel güç SEVGİDİR.
Bilim insanları, evren için birleşik bir kuram ararken, görülemeyen en kuvvetli evrensel gücü unuttular.
Sevgi ışıktır, onu alıp verenleri aydınlatan.
Sevgi yer çekimidir, çünkü insanların birbirine çekim hissetmelerini sağlar.
Sevgi kuvvettir, çünkü bizdeki en iyiyi çoğaltır ve insanlığın kör bencilliklerinde tükenmemesine izin verir.
Sevgi için yaşarız ve ölürüz.”
Nobel ödülü almış ve 20. yüzyılın en çok okunan yazar ve filozoflarından Bertrand Russell’ın, kendisine hayatının temel deneyimi sorulduğunda verdiği cevap şimdi de, bundan sonraki zamanlarda da güncelliğini koruyacak:
“SEVGİ bilgeliktir. Nefret aptallıktır”.
Görünürde maneviyatla hiç ilgisi olmayan ve dünyaya faydalı izler bırakmış insanlara bakın. Bilim insanı, doktor, yazar, hepsi varmamız gereken yerin SEVGİ olduğunu vurguluyor. Ruh, beden, Tanrı üçlemelerine inanmıyorsanız dahi, en azından bu kişilerin sözleri ışık tutabilir. Hepimizin hayat amacı tek ve bir: o da SEVGİ. Her sözümüze, her davranışımıza, her eylemimize, her düşüncemize katabileceğimiz ve katmamız gereken SEVGİ.
OCAK 2021
Esra E. KARAOSMANOĞLU (ARYA)
Alterego.esra@gmail.com