Dünya ve ülkemiz gündeminde uzun zamandır var olan bir kavram “öteki”. Çatışmaların, savaşların, bir arada olamayışımızın sebebi olarak gösterilen “öteki”. İnsanın kendi güvenliğine tehdit saydığı “öteki”.
Peki kimdir bu ötekileştirdiğimiz? Alevi, sünni, müslüman, hristiyan, türk, kürt, zenci, beyaz... Siz hangisi olursanız olun. Bir insanın "öteki"lerden ayrılışını belirleyen nedir? Yabancılık mı hissediyorsunuz? Ya da bu “yabancı”ya neden nefret duyulması gerekiyor?
Eğer günümüzde kültürel, etnik ve dini çatışmalar bu derece yoğunlaştıysa ve insanlar yabancı gördüklerine karşı ölümcül şiddet uygulayabiliyorlarsa, bu soruların cevaplarını anlamak bir gereksinim halini almıştır. Çünkü insanı birbirine bağlaması gerektiği düşünülen ortak payda, yani sadece “insan oluş” yetmemektedir.
Birbirimizle iletişimimizin bu denli arttığı bir dünyada, aynı hızla "yabancı" olarak kabul ettiklerimiz artmakta ve sadece bu sebeple nefret duyguları açığa çıkmaktadır.
İnsanın bir başkasına duyduğu nefreti açıklayabilmesi için önce kendisine duyduğu nefreti anlayabilmesi gerekir. Eğer kendi içimizde uzlaşamadığımız, kabul edemediğimiz ve hatta düşman gördüğümüz taraflar olmasaydı yani içimizde bir “yabancı” beslemiyor olsaydık, dışarıda ki bir yabancı bu düzeyde bir nefret ve tehdit oluşturamazdı.
Bireyin kendi bazı parçalarına olan nefretinin yansımalarıdır aslında bir başkasına duyulan nefret. Ve kendi içimizde ki bu yabancının varlığı, bizi öylesine rahatsız eder ki, bununla başa çıkabilmek için ya yok sayar inkar ederiz ya da bir başka insana yansıtır ve aslında ondan nefret ettiğimizi düşünürüz. Doğal sonuç olarak da, o dışarıda ki yabancıyı yok etmeye uğraşırız. Ama aslında bir başkasında öldürmeye çalıştığımız da kendimizdir.
Günümüz dünyasında ki rekabetçi tutumlar, ekonomik ve toplumsal zorlanmalar hepimizi belli kalıplar halinde yaşamaya mecbur bırakıyor. Ayrıca anne ve babası tarafından yeterli sevgi ve destek görememiş, aşağılanmış, çaresiz bırakılmış bir çocuk bir süre sonra kendisiyle bağını koparmaya başlıyor. Bu da "kendimize özgü" olandan gittikçe daha fazla uzaklaşmamıza ve yabancılaşmamıza sebep oluyor.
Bir yandan kurban durumundayız, bir yandan da yeni kurbanlar yaratıyoruz ki içimizdeki şiddeti onlara yönlendirerek başa çıkabilelim. İnsanın yabancılarla savaşması, kendisiyle savaşmasına göre çok daha kolay ve kabul edilebilir olduğu için "yabancılar" yaratmak zorunda kalıyoruz.
Bu oluşumları içsel olarak kavramak öylesine zor ki, "öteki" dediğimizin kendi içimizde olduğunu göremiyoruz.
“Öteki”ni kendi içinde bulduğunda ve ondan nefret etmemeyi başardığında hem kendini affedersin, hem yabancı kabul ettiklerini.
Düşmanını ararken kendinle karşılaşırsın. Bunu kabul etmek yaralayıcı olsa da “öteki ve hepsi” sensin.