"Bu ülkeden çekip gitmeli" diyor kimileri. "Yaşanmaz artık burada". "Çocuklarım güvenli bir ülkede büyüsün" diyor bazıları. "Burada bir gelecek kalmadı".
Neyden vazgeçiyorsun? Kimi terk ediyorsun farkında mısın? Oysa ülken senin yuvan. Bütünlüğün. Kendinle ve sevdiklerinle kurduğun bağ. Bildiğin en iyi dilin. İşte bu yüzden mecburiyetin.
Tuhaf şeyler oluyor artık buralarda biliyorum. Biliyoruz. İnsanlar korkuyor bir şeylerden ve çok haklı gerekçelerle... Mesela ölüm, mesela tecavüz, mesela tutuklanmak... Eceliyle ölmekten değil, aslında ölmekten de değil, ölüm tehdidi altında yaşamaktan korkuyor insanlar. Bir zamanlar yalnız kalmaktan korkan bu ülke insanları artık kalabalıklardan korkuyor. Tüketim toplumunu görmekten rahatsız olduğu için gitmekten uzak durduğu alışveriş merkezlerinden, artık sağ çıkacağından endişe ettiği için uzak duruyor. Sadece yer bulamadığı için şikayet ettiği metrolardan artık hiç inememekten korkuyor bir diğerleri. Çocuğunu eğitim alması adına gönderdiği yurtlarda, dayak ve tecavüz haberleriyle tetikte aileler. Gelin oldu diye sevindiği kızını, kafasında kurşun iziyle otopsi masasında tanımaya çalışıyor bazı anne babalar. Yirmi yaşında gururlanarak gönderdiği askerlik görevinden operasyon sonrası boynunda ki isim künyesi kalıyor geriye çocuğunun...
Biliyorum. Biliyoruz. Acıların en dibi bunlar. Oysa bir gerçek var ki, aslında hiç bir travma yeni değil bu ülkede. Bu travmalar bu ülke geçmişinde hep var oldu. İnsanın var olduğu tüm diğer ülkelerde de olduğu gibi. Ama artık anlamakta ve başa çıkmakta zorlanıyor herkes. Çünkü iyileşme yöntemimizi bilinçli bir şekilde yok etmeye çalışıyor iktidar sahipleri. Susmaya, ulu orta konuşmamaya, sineye çekmeye, alıştırmaya çalışıyorlar. Ancak hiç bir travma söze dökülmeden iyileştirilemez. Travma mağdurunun hak aramamasını ya da toplumun onlar adına hesap sormamasını istiyorlar. Çünkü sadece sindirebildiği bir toplumda ayakta kalabilir, hala iktidara sahip olabilir, işkenceye göz yuman o koltuk sahipleri. Seyirci kalmamızı istiyorlar ki iyileşip de dimdik baş kaldırmayalım diye. Oysa travmalarla başa çıkabilmenin ön koşulu olayların açığa çıkarılması, tanımlanması ve anlamaya çalışabilmektir. En önemlisi hakkında konuşabilmek, her detayıyla, her anıyla yüzleşebilmek ve tekrar kendini güvende hissedebilmektir. Güvende hissetmeyelim ve çaresizlik içinde duyarsızlaşalım istiyor o geçici "sözde" güç sahipleri.
Kendi ülkeni sevmek zor gelebilir bazen. Yani kendi yuvanı. Kabul edemeyebilirsin sahip olduğun bunca acıyı. Ama bu vazgeçmek anlamına gelmez. Eğer vazgeçersen bu ancak "oyuna gelmek" olur. Kendi iktidar hırsları yüzünden birilerinin seninle oynamasına izin vermek olur. Sözde iktidar sahipleri gelip geçicidir oysa. Bu ülkenin gerçek sahibi sensin. Sevmek ne kadar zorsa, sevdiğine sahip çıkmak da hiç kolay değildir zaten. Ama mesele yuvansa, ülkense yani, bir de sorumluluğun vardır artık. Mecburiyetin. Bu toprakların bize geçmişte öğrettiği pek çok mücadele dersinin hakkını vermek sorumluluğundayız. Zorunluluk ile sorumluluk arasında ki o incecik çizgiyi sorgulama zamanı değil. Birbirini tüketmek yerine artık haksızlığı tüketmek gerek. Acı ve adaletsizliği tüketmek yani. Bunun yolu önce kendine güvenmek, sonra da bu ülkede kaosa sebep olan o bir avuç iktidar sahibine yuvanı teslim etmemek.
Bir zamanlar göç ederek kurtuluş arayan insanlara sorarsanız söylerler size. Çünkü biliyorlar ne kaçmak çözüm oldu ne de susmak. Tüm mesele yuvaya sahip çıkmak. Sessiz kalmamak. Teslim etmemek. Vazgeçmemek... Sana ait olandan vazgeçmemek... O zaman kendi ülkende "mahsur kalmış" hissetmezsin. O zaman yaşam alanını dar edenleri yaşamından nasıl çıkaracaksın, akılcı ve sağlıklı yollar düşünmeye başlarsın. Yeni yollar keşfettikçe, susmadıkça, dile getirdikçe, sahip çıkmaya karar verdikçe de özgür hissedersin.