8 mart erkeklere klişe saldırı günü" bittiyse konuşalım hadi biraz aramızda. Biz bize. "Hemcins koruma takıntısı" nı bırakıp, biraz başka mevzuları keşfedelim mi kadınlar? Ve erkekler; ancak yüzünüze bu kadar çıplak ve hoyratça çarpıldığı zaman silkelenip, geçici suçluluk duygusu ile yüzleşip, 48 saat içinde kendini imha edecek meselelere biraz daha derinden bakalım mı?
15 yaşında birilerine satılan kız çocuklarından, tecavüzlerden, emeğinin karşılığında erkeklerden daha az ücretle çalıştırılan gerçek mağdurlardan bahsetmiyorum. Çünkü onların sesi 8 Mart'a ya da hiç bir marta ya da aya ve mevsime, yıla yetmiyor zaten... Çünkü onlar çoktan sindirilmiş ya da cezaevinde ya da öldürülmüş oluyorlar.
"8 mart' ta bağırabilen kadınlar"; bu güne sebep olan yani o fabrikada grev yaparak ölen kadınlardan biri de değilsiniz. Onların mirasına konmaya ne kadar hakkımız var acaba? Haklarınız için fabrika da yanmaya hazır mısınız? Biraz ona bakalım mı?
"Seçtiğiniz adamlar" nedeniyle acı çekme, kaybetme hakkında hiç bir sorumluluk almadığınız sürece bu hikayeler sürüp gidecek. "Zarar görmüş olma" ve "sizi kurtaracak kahramanı" bekleme algınız sizi beslediği ve başka meselelere olan öfkenizi erkeklere yönlendirdiğiniz sürece sürüp gidecek...
O erkekler, yani size zarar verdiğini düşündüğünüz erkekler tesadüfen girmedi hayatınıza, siz seçtiniz! O yüzden gerçek öfke kendinize. Biliyorum bununla yüzleşmek çok zor. Seçimlerimizle yüzleşmek her zaman zordur zaten...
Evet, seçtiğimiz adamlar geçmiş çocukluk dinamiklerimizle bağlantılıdır. Tamam. Anneniz ya da babanız örselemiştir. Belirli patolojiler yani sağlıksız durumlar arka planınınız da vardır. Tamam. Ve bu kısımlar "seçim" olamaz. Hiç kimse anne ve babasını belirleme şansına sahip olamayacağı için. Tamam.
Ama erişkin bir kadın olduğunuz da artık bir "seçim" şansınız vardır. Yedi yaşında korkudan titreyerek, olacakları bekleyen o kız çocuğu değilsiniz artık. Artık bir erişkinsiniz. Size verilecek zarar konusunda daha fazla hatta çok fazla söz sahibisiniz.
Eğer suçluyu geçmiş "kadersiz kader" de ya da "hayatınızda ki adam" da aramaya devam ederseniz 300 yıl daha aynı çözümlenmemiş ama süslü cümlelerle 8 martlar kutlamaya devam edersiniz.
Yaşam çok acayip bir sınav yeri biliyorum. Hak ettiğinize sahip olmak için hep büyük emekler sarf edersiniz. Erkek ya da kadın fark etmez. Ama erkeklere doğuştan ya da kültürel olarak verilmiş ayrıcalıklardan bahsedemeyiz, mevzu bu kadar derinken. Bahane olur o ancak, kaçış olur.
Mesela kaç kere, kaç zaman çekip gidebildiniz o erkekten, size hiç hak etmediğiniz davranışlarda bulunduğunda, iyi hissetmediğinizde, duygusal ya da fiziksel şiddet gördüğünüzde, sizi maddi, manevi kötüye "kullanmaya" kalktığında?
Kaç kere affettiniz "erkektir yapar, önemli olan bana dönmesi" diyerek?
Kaç kere vazgeçtiniz iş hayatınızdan, kariyerinizden; "nasıl olsa o bana bakar, benim çalışmama gerek yok" diyerek? Sıcak yatağınızdan kalkıp sabah 6 da işçi olarak çalışmayı seçebildiniz mi? O sırada birilerinin size "bakması" pek cazip gelmişti biliyorum. Herkes sever sabah 10 da uyanıp kahvaltı etmeyi... Zaten anneniz size öyle öğretmişti; evlilik ve çocuk en önemli garantidir. İşte size "garanti" o zaman. 8 martlarda ağlama garantisi. Ya da kariyer sahibi olsanız bile "o adam" istediği için ve sizin gücünüzle baş edemediği için, sizi işinizden yani bağımsızlığınızdan ayırmak istediği zaman kaç kere tutundunuz o kariyere, hevesle sahip çıkarak?
Ya da o adamın "görüştüğü başka kadınlar" olduğunu anladığınızda çekip gidebildiniz mi kendi yolunuza? Yoksa o adamın "kadınlar listesin"e saç renginiz sıralamasından; esmerler, kızıllar, sarışınlar vs vs ya da X harfinden girerek kalmayı "başarı" saydınız mı?
8 mart kadınlar dayanışmasında ki "o kadının" önüne geçebilmek için canına okuduğunuz kim oldu? O kadın mı, yanınızda olduğunu sandığınız adam mı? Öyleyse sizi "listeleyen" erkeğe hesap sorabildiniz mi? Yoksa "ben elde ettim" diye böbürlendiniz mi o sahte başarılarla?
"Zor olanı seçip, başarma duygusu" falan yanlış anlatıldı kız çocuklarına. İmkansız ve ölü doğmuş ilişkilere zorla yapışmayı başarı sandılar. Fanteziler kurdular "aslında beni sevdiği için böyle davranıyor" diye. İnatla kalmayı başarı sandılar. Ve kendilerine yatırım yapmayı unuttular o kız çocukları. Sonra dediler ki yıllar geçtikten bayağı bir sonra "bu yaşta gidecek kimsem ve işim ve param yok, nereye gideyim". İşlevsiz kaldılar. Para, iş, konum, sahibi kadınlar da dedi ki ama "bir erkek beni onaylamazsa, yanımda olmazsa bunların ne önemi var". Ve işte geldik bu noktaya.
Diyebilirsiniz ki bunlar mıdır "fabrika yakmak". Evet, böyle başlar kendine sahip çıkmak, daha ne olsun. Her insan kendi küçük fabrikasında bir küçük işçi ve bir büyük patron.
Peki kadınları sorguladık. Diyebilirsiniz ki "hırsızın hiç mi suçu yok?". Tabii ki var. Hem de nasıl var! Ama mevzu hırsızın değil. O zaten biliyor "kalp hırsızı", "ideal hırsızı", "tutku hırsızı", "yaşam hırsızı" olduğunu. Sizden çok şey çaldığını zaten biliyor. Bu gün değilse yarın yüzleşmek zorunda kalıyor. Herkes yüzleştirilir bir gün çaldıklarıyla. Mevzu, hırsıza rağmen ne yapmak gerektiğinde. Ve mevzu, gerektiğinde fabrikayı yakıp gitmekte...
O zaman kediler gibi mart ayını beklemezsiniz işte. "Dürtü sözleşmesi"ni istediğiniz zaman fes edersiniz. O zaman yaşadığınız her ay, her mevsim, her yıl, her an sizin olur. İnandırıldığınız masallarda ki gibi olmazsa bile size ait bir öykünüz olur. Ve buna değer...