01.09.2021 - 17:53 | Son Güncellenme:
Sizi @annenin.içsesi hesabınız ve ilk kitabınız Çarşamba Çikolataları ile tanıdık. Şimdi ikinci kitabınız Çocukluğum ve Çocuğum ile okuyucuyla buluşuyorsunuz. Tüm bu serüvenin nasıl geliştiğinden bahseder misiniz?
Çocuğumun da, kendi çocukluğumda yaşadığım olayları ve hissettiklerimi deneyimlediğini gördüm ve bunları yazmaya karar verdim.
İlk kitabınız bir romandı. Çocukluğum ve Çocuğum anlatı türü ile karşımızda. Kurguları epey farkı bu iki türden hangisi size daha iyi hissettirdi?
Daha iyi hissettirmekten çok ikisi de bende farklı hisleri ortaya çıkardı. Çarşamba Çikolataları yer yer dramatik olsa da genel olarak güldüren bir kitap. Ben de yazarken eğlendim ve esprili-şakacı yönümü daha çok ortaya koyabildim. Çocukluğum ve Çocuğum ise hüzünlü ve huzurlu diyebileceğimiz duygu geçişleri arasından bir kitap. Tam olarak hüzünlü diyemiyorum çünkü çocukluğumda yaşadığım kalp kırıklıklarının sonucunda çocuğumun neye ihtiyacı olduğunu anlayabilmek bana huzur veriyor. Hem hüzünlendim hem huzur buldum. Hatta beni hiçbir zaman terk etmeyen ve bende ebedi olan çocukluğum da rahatladı diyebilirim.
Bahsettiğiniz gibi paralel anlatıda çocukluğunuz ile çocuğunuz arasındaki geçişler çok iyi işliyor. Çocuğunuzda kendi çocukluğunuzu görüyorsunuz bir haliyle. Bizimle yaşayan tüm hislerin temeli çocuklukta mı atılıyor sizce?
Çocuğum benden ayrı biri. Çocukluk meselelerimiz benzer olsa da, kendime her zaman hikayelerimizin farklı olduğunu hatırlatmaya çalışıyorum. Onun kendi mücadelesi, kendi istekleri, kendi ihtiyaçları olacak.. Benim, çocukluğumdan alıntılamaya çalıştıklarımın temelinde “bir çocuğun nasıl sevilmek istediği” ve “hayatı nasıl gördüğü” sorularının cevapları var. Çünkü sanıyorum ki hikayeler değişkenlik gösterse de, bunlar sabit kalıyor. Ve evet, bence hislerimizin temeli çocukluktan geliyor; hangi konularda ne hissedeceğimizin, hatta münferit olaylarda bir şeyler hissedip hissedemeyeceğimizin bilgisi bile ebeveynlerimizden geliyor. Sonra biz büyüdükçe onların üzerinde çalışmaya başlıyoruz. Bazılarımızın bu konuda sınavı daha kolay oluyor, bazılarımız hislerini çözümlemek için çok uğraşıyor. Gerçek hislerimizi bulmaya çalışarak da içimizdeki o katıksız saf kendimizi görmeye çalışıyoruz.
Dediğiniz gibi kimi zaman ebeveynlerimizde gördüklerimizi taklit ederek bakıyoruz dünyaya ancak bunu değiştirmenin, yanlışları fark etmenin, doğruya hakkını vermenin de mümkün olduğunu görüyoruz yazdıklarınızda. Bu algının çok kolay değişmediğini tahmin ediyorum. Sizin dönüşümünüz nasıl gerçekleşti?
Pek çok konuda, kendime kriterlerime göre eksik olmamın bütün sorumluluğunun bende olmadığını fark ettiğimde rahatladım. Çocukken, kötü giden-kötü olan her şeyin benim yüzümden olduğunu sanırdım. Bir çocuk için taşıması ne kadar zor bir yük. Sonra zamanla anladım ki, büyükler de hata yapıyor. Önce hataları için onlara kızdım. Bu sefer de tüm sorumluluğu onlara atmaya çalıştım. Bu yöntem de tam olarak doğru değildi. Sonrasında kendimi de onları da hatalar için affettim. Kendimi anlayınca, kendimi onların yerine de koyabildim. Alice Miller ebeveynlerini affetmenin tek yolunun onların hatalarını anlayıp senden özür dilediklerinde olabildiğini söylüyor. Benim böyle bir beklentim olmadı. Ellerinden geleni yaptıklarını bilmek bana yetti. Çünkü onlar da kusurluydu, hatalıydı… Benim gibi, herkes gibi.
Sosyal medyada hatırı sayılır bir takipçe kitlesine sahipsiniz. Bu durumun kalemi elinize alırken tedirginlik yarattığı oldu mu?
Sosyal medyada da hislerimi ara ara yazıyorum. Orada beni takip edenler ile duygularımızın ortak olduğunu görmek bana inanılmaz bir motivasyon veriyor. Aksine hesap sayesinde yazmak için daha çok cesaretlendim.
Anneliği idealize etmeden olduğu gibi yansıtıyorsunuz. Anneliğin getirdiği evhamlı hallere mizahla yaklaşıyorsunuz. Bunları direkt yaşadıklarınızla mı ortaya çıkarıyorsunuz yoksa dinlediğiniz hikâyeler, anneliğin kutsanması içeriklerinizde ateşleyici güç oluyor mu?
İlhamın nereden geleceği belli olmuyor. Geçen gün kayınvalidem “Dur şu patates haşlanıncaya kadar oturayım,” dedi, hemen aklıma oradan “Doğru ya anneler hep bir şeyler oluncaya kadar dinleniyor. Makine bitene kadar, yemek pişene kadar…” Hop hemen içerik çıktı. Aynı şekilde eşim, oğlum, annem de gün içinde doğal hallerinde yaşarlarken yaptıkları ile bana ilham veriyorlar. Bir de iç sesim tabii ki. Özellikle ev işleri yaparken hemen durumu sloganlaştırıyor. “Bize hazır ayaktayken demenize gerek yok çünkü 7’-24 ayaktayız!” Gerçek mutluluğu bulaşık makinesi dolu sanırken boş bulduğum anlarda yaşadım” gibi cümleler geliyor.
Kitabın sonlarına geldiğimizde Güneş’e Notlar bölümü kucaklıyor okuyucuyu. Oldukça içten bir bölüm olduğu aşikâr. Özellikle sona saklanmış ve insanın kalbini yumuşatıyor. Yazarken aklınızda oğlunuz Güneş’e özel bir bölüm ayırmak var mıydı yoksa süreç içinde mi şekillendi?
Güneş’e notları ben Güneş doğduğundan beri yazıyorum. Kitabın sonu için de en sevdiklerimi derledim. Kısa bir zaman dilimde değil de, farklı zamanlar ve farklı ruh halleriyle yazıldıkları için bu kadar dokunaklı olduklarını sanıyorum. Anneliği çok yoğun hissettiğim zamanlarda yaşadığım duygulanımları kelimelere dönüştürdüğüm yazılar Güneş’e notlar.
Annelik ve sosyal medyada içerik üreticiliğinin yanında ikinci kitabınızın da raflarda yerini alması, hayat temponuzun hiç düşmediğine dair bir işaret. Yazmak için herhangi bir ritüeliniz var mı?
Deniz kıyısında, sakin bir kafede ya da gökyüzüne bakarak ilham gelmesini bekleme lüksüm yok. Kendi işlerim, çocuğuma ayırdığım vakit, ev işleri derken günde en fazla iki saat yazmaya zaman ayırabiliyorum. O zamanın ne zaman kadar olacağını da günün akışındaki işler belirliyor.
Çocukluğum ve Çocuğum’u okuyacakları neler bekliyor desek, ne dersiniz?
Net bir beklenti tanımlamak istemem ama herkesin kendi çocukluğu ve anneliği adına benzer şeyleri hissetmesi beni mutlu eder.