TİBET'in başkenti Lhasa'da ilk günüm.
      Valizimi otele, kendimi kentin merkezine atıyorum. Potala Sarayı tüm görkemiyle beni şehre girerken karşılamasına karşın, onu keşfetme işini daha rahat bir güne bırakıyorum. Potala Sarayı ve meydanını hızla geçerek Jokhang Meydanı'na geliyorum. Bir kalabalık bir kalabalık.
      Seyyar satıcılar, sokaklarda koşturan vişne sarili Budist rahipler, ellerinde dua çarkları döndüren Tibetli hacılar.. Hepsinin hemen hemen bir tek yönü var, Jokhang Tapınağı. Ağır ama seri adımlarla, daha doğrusu nereye gittiklerini bilen adımlarla ilerliyorlar.
      Bunları Tibet'e gelen Budist hacılar ya da Lhasa'da yaşıyan daim fanatik Budistler gibi tanımlamak da mümkün. Hacıların peşinden tapınağın Batı kapısına geliyorum. Tanrım! O ne manzara? Çoğu yoksul, çoğu yaşlı Tibetliler bir kalabalık yumağıyla tapınağın kapısında yerlere uzanıyor. Çoğunun altında bir örtü bile yok. Saniyelerce yere yüzükoyun uzanmış duruyorlar.
      Bazıları, secdeye kapanırken yere değen ellerini sürtünmekten korumak için kurumuş otlardan örülmüş eldivenler takıyor. Kiminin altında ise livme livme olmuş bir küçük döşek..
      Burası onların evi. Kuvvetli bir tütsü kokusu yayılıyor.
     Â
Hava ağır. Ağırlaştıkça da ağırlaşıyor. Bulunduğum ortama uymaya başlıyorum. Bir süre sonra onlar gibi olup çıkıyorum. Gözlerim bir noktaya bakıyor, Budizim'in gizemine kendimi bırakıyorum. Kim olsa etkilenip bu gizemli ortamın bir parçası olacak. Hareketlerim ağırlaşıyor. Deklanşöre basarken, onları rahatsız etmek, bu kutsal yolculuktan almak istemiyorum. Çok dikkatliyim.
      Arkamı dönünce, olanca sesleriyle mallarını satan seyyar satıcıları, paçamdan ayrılmayan küçük çocukları görüyorum. Tapınağa dönüyorum, ayrı bir
dünya.
      Kendilerinden geçen hacılar.. Kimi saatlerce tapınağın kenarına oturmuş, Buda için yakılan mumları seyrederken tek bir noktaya bakıp tespih çekiyor. Evet, yanlış okumadınız, tespih çekiyorlar. Bir grup ise secdeye doğru kapanıyor.
      Tibet'te ve bir Budist tapınağında olduğumu bilmesem, sanki Müslüman bir ülkede camide zannedeceğim kendimi. Onlar Buda'ya yakarmaktan, bense onları seyredip fotoğraflamaktan yorulmuyorum.
      Rehberim Tibetli Drol Ma beni kolumdan çekip Tibet'in bu en kutsal tapınağının, milyonlarca Tibetli'nin hacı olmak için geldiği Jokhang'ın içine çekmeye çalışıyor. Tabii ki gireceğim.
      Jokhang Tapınağı'nın doğu kapısına yöneliyoruz.
      Önce bir avluya giriyoruz. Tam karşımda yine dizi dizi kandiller yanıyor. "Yak yağı yanar burada" diyor Drol Ma.
      Yak bir tür Tibet sığırı ve Tibetliler için çok önemli. Yak Tibetliler'in herşeyi. Yağından kandil, etinden
yemek, sütünden yoğurt ve tereyağ yapıyorlar ki, bu besinler Tibet mutfağının önemli katkı malzemeleri.
      Beni büyüleyen Jokhang Tapınağı'na dönmekte yarar var. Manzara aynen şöyle:
      Taşları kandillerden akan yağlarla kayganlaşan bir avlu. Karşıda yine duvar boyunca bir dizi kandil. Sağda bir köşede Tibetli hacılar kendilerinden geçmiş dua etmekle meşgul. Solda ise tapınağa girmek için "bilet kesen" vişne renkli sarileriyle Budist rahipler ve merdivenin üzerinde o.
      O bir erkek. Bir Tibetli erkek. Bir Tibetli yaşlı erkek. Elinde tesbihi durmadan çekiyor, diğer elinde ise dua çarkını döndürüyor ve sesi tıpkı bir arının çiçeğin taç yapraklarına doğru giderken çıkardığı ses gibi. Durmadan yorulmadan mırıldanıyor ya da vızıldıyor. Kendinden geçiyor. Beni farketmiyor. Taa ki fotoğrafı çekilinceye kadar. Sinirleniyor. Onu o dünyasından koparıyorum. Söylene söylene bir başka köşeye çekiliyor. Ben de biraz üzülüyorum.
      Jokhang Tapınağı hem Tibetliler, hem de Budistler için çok önemli.
      Tibet'in en eski tapınağı. Tibet Kralı Songtsen Gampo tarafından 7. yüzyılda biri Çin diğeri Nepal Prensesi iki karısının Tibet'e getirdiği Buda heykellerini korumak için yapılan bir tapınak.
      Efsaneye göre Tibet Kralı Songtsen Gampo yüzüğünü havaya fırlatıyor ve düştüğü gölün üzerinde bir tapınak kuruyor. Bugün hala tapınağın altında bulunan su böyle açıklanıyor.
      Drol Ma, bu öyküyü anlatan duvar minyatürünü gösteriyor tapınağın içinde. İçeride yine güçlü bir tütsü kokusu var. Tibet'in gündüz kendini hissettiren sıcağı ile havadaki tütsü kokusu karışıyor. Hatta bu öyle bir koku ki, aynı kokuyu havaalanında Lhasa'dan ayrılırken bile duyuyorum. Çocuklarını Çin'in büyük şehirlerine okumaya gönderen Tibetli aileler onları uğurlarken de aynı tütsüyü havaya savuruyor.
      Jokhang Tapınağı'nda rahipler oturmuş yemek yiyor. Budizm'in süslü dekoru, Tibet Budizmi'nin elyazmaları kutsal odaların duvarlarında.. Kaybolma riski yüksek karmaşık yollardan, Tibet'in en değerli ve en kutsal sayılan Buda heykeli Sakyamuni'ye (en ulu Buda) ulaşıyorum. Sakyamuni'ye varan herkes gibi ben de Tibet'te artık hacılık mertebesine çıkıyorum. Sakyamuni Budistler için çok önemli belki, ama benim gözlerim "Ulu Buda"nın heykelinin üzerindeki turkuaz, mercan, göz taşı, inci, elmas ve som altından oluşturulmuş servete takılıyor. Tapınaktan çıkınca yine o fakir Tibetliler'in arasına karışıyorum.
     Â
yarın: Tibet'te yaşam ve Potala Sarayı      BUDA "aydınlatan" demek. Hindistan'da milattan önce 500 yılında bir prens olarak doğan Buda'nın adı, Siddharta Gautama ya da Sakyamuni.
      Lüks içinde yaşayan Prens Sakyamuni bir gün sefaleti görür, acı çeken insanları kurtarmak için yola koyulur. Bir ağacın altında dua ederken, kendisine vahi gelir. Buda bir yol gösterici olmak ister, bir otorite değil.
      İlk Budizm bir din değil, bir yaşam tarzı olarak ortaya çıkar. Budizm öğretileri, insanın hareket ve düşünceleriyle ruhsal gelişimlerinde tam sorumluluk alma yollarını bulmak olarak başlar.
      500 yıl içinde Budizm, tüm Hindistan'a yayılır. Milattan önce 3. yüzyılda Budizm, Theravada adını alarak Seylan ve Güneydoğu Asya'ya varır. Kuzeyde ise yeni bir Budizm formu, Mahayana oluşur. Aynı öğretiler benimsense bile, söylemleri değişir. Acımak en büyük erdem olur. Yeniden dünyaya dönüp (reenkarnasyon) insanlara yardım etmek için kendini adayan mükemmel bir insan olgusu geliştirilir. Buda, bir tanrı gibi kabul edilmeye başlar. Tapınaklarda bulunan sayısız Buda heykeline tapınılır. Milattan sonra birinci yüzyılda, Budizm yazılı hale gelir ve Mahayana Budizmi Orta Asya, Çin, Kore ve Japonya'ya sıçrar.
      Budizm'in üçüncü kolu ise insanın evrenle uyumunu savunur. Bu kolun taraftarları iç uyumun meditasyondan geçtiğine inanırken, dış güçlerin gizemle idare edildiğine inanır.
      Budizm Hindistan'da 1200 yıllarında ölür ve yerini Hinduizme bırakır, ama Tibet'te yaşamaya devam eder, el yazmaları ve doktrinleriyle birlikte. Budizm Tibet'te krallar tarafından desteklenir. Budizm 20 ayrı mezhebe ayrılır. Tibet'teki en önemli 5 Budist mezhebi şöyle:
     Â
Nyingmapa: 750 yıllarında başladı ve en eski mezhep.
     Â
Kahdampa:1050'de başladı. El yazmaları ve öğretileri izliyor ve Hindistan bilgeleriyle temas kuruyor.
     Â
Kagyupa:En yaygın mezhep. Yogayı ve mutlak mutluluk için aydınlanma felsefesini savunuyor.
     Â
Sakyapa:Bu mezhep daha sonra Tibet'i de yöneten bir mezhep oldu. Metafizikle çok az ilgileniyor ve dışa dönük hareket ediyor.
     Â
Gelugpa:Sarı Şapkalılar diye anılıyorlar. Tibet'te 17. yüzyıldan sonra etkili oldular.