03.05.2024 - 07:03 | Son Güncellenme:
Derleyen: Betül Yasemin Keskin / Milliyet.com.tr - Elias Henry Jones 1883 yılında doğdu. Galli bir asker olan Jones, I. Dünya Savaşı'nda Irak cephesinde savaşırken esir düştü. Kendisi gibi birçok esirle Osmanlı İmparatorluğu'nun Yozgat'taki esir kampına götürüldü. Jones'un hikâyesi ise burada başladı. İşte teyzesinden duyduğu bir fikirle yola çıkıp kendine kaçış planı hazırlayan Jones ve kendisini örnek alan diğer esir arkadaşlarının ruh çağırmayla başlayan akıllara durgunluk veren komplosu.
ŞAKA GERÇEĞE DÖNDÜ
Jones'un esir kampına düştüğünü duyan teyzesi yeğenine bir kartpostal yolladı, kampta vakit geçirebilmesi için de harika (!) bir fikir verdi. Teyzesi yeğenine bir Ouija tahtası (ruh çağırma tahtası) yapabileceğini söylemişti. Jones bu fikre başta sıcak bakmayıp manasız bulsa da bir süre sonra bu fikir mantıklı geldi. Bir ruh çağırma tahtası yaptı, yetmedi bir de 'Sally' adını verdiği bir ruhla iletişime geçiyormuş gibi davrandı. Başlarda tamamen eğlence amaçlı olan bu oyun işlerin ciddi bir hâl almasına sebep olurken, gerçek bir kaçış planının mihenk taşı koyulmuş oldu.
Jones gibi kampta kalan diğer askerlerden biri de Moyes'ti. Moyes diğer esirler tarafından pek fazla sevilmiyordu. Moyes'un ilgisini çektiğini fark eden Jones da onunla tanışmaya karar verdi. Ancak Jones'un bir planı vardı. Moyes'da tuhaf bir şeyler olduğunu fark eden Jones, arkadaşlarından o geldiğinde uydurma bir hikâye anlatmasını istedi. Hikâye daha önce başka bir savaşta esir düşen Jones'ın bir ruh tarafından kurtarılmasına dayanıyordu. Moyes, Jones'un ruhlarla olan ilişkisinden etkilendi ve ona inanarak ruhlardan yardım bile istedi.
BİR GALLİ VE BİR AVUSTRALYALI BİR ARAYA GELİRSE...
Bu sohbetten kısa bir süre sonra 6 Mayıs 1917 yılında Jones ve diğer mahkumlar bulundukları yerde gömülü bir tabanca buldu. Bunu gören Moyes, ruhların gizli bir hazineyi bulup bulamayacağını sorunca işler çığırından bir anda çıktı. Bir anda Jones ve arkadaşları gömülü bir hazine bulup bulamayacağına dair fikirler ortaya atılmaya başladı. Türk askerler gelip durumu anlamaya, silahı buldukları yeri kazmaya ve başka silah olup olmadığını kontrol etmeye başladı. Ardından bu olan dönemin komutanlarından Kazım Karabekir'in kulağına gitti. Kazım Karabekir Jones'u çağırdı ve duyduğu şeyin aslını astarını sordu. Kazım Karabekir test etmek için o bölgede Ermeni bir askerin hazinesi olduğunu duyduğunu ve Jones'un ruhlarının onu bulup bulamayacağına dair bir soru yöneltti. Jones ise vakit istedi. Kendince bir plan yapmayı hedefleyen Jones'ın karşısına o sırada Avustralyalı esir Cedric Waters Hill çıktı.
Sihirbazlık ve ruhlarla iletişim konusunda gerçekten yetkin olan Hill, Jones'la tanıştı. Jones'un bir planı vardı, bunu duyan Hill ona yardım etmeye karar verdi. Birlikte Ermenice öğrenerek Ermenice yazılmış notlar hazırladılar, sonra o notları 3 teneke kutuya ve ayrı ayrı bölgelere gömdüler. Jones ve Hill uzunca bir süre sakallarını kesmedi, sanki ruhlarla sık sık iletişim kuruyormuş gibi numaralar yaptı ve kendi kendilerine bayılma taklidi yapmanın yolunu buldu. Amaçları deli izlenimi vererek bulundukları esir kampından İstanbul'a gönderilmekti.
Planlarını ince ince işleyen ikili bu uğurda tüm çabalarını sarf etti. Hill bir gün sanki bir ruhla iletişime geçiyormuş gibi davranarak önceden kutuları gömdükleri bölgelere işaret etti ve o 3 bölgeye bakılmasını istedi. Onlar kurdukları planın tıkır tıkır işlediğini düşünerek askerleri oyaladıklarına inandı ve kendilerini de aç bırakarak iyice akıl sağlıklarını kaybettiklerine doktorları inandırdı.
Hill ve Jones Ouija tahtası sayesinde ruhlarla iletişime geçtiklerine önce kendilerini sonra da diğer esirleri inandırdı.
DOKTOR ONAYIYLA TIMARHANEYE GÖNDERİLDİLER
Doktor raporuyla İstanbul'da Haydarpaşa'da bulunan tımarhane koğuşuna gönderildiler. İkili burada 6 ay geçirdi ve planlarının son aşamasına geldiler. Yapmak istedikleri şey basitti: İstanbul'a bir vapur gelecek, tımarhaneden kaçarak o vapura gideceklerdi.
Hill ve Jones'un tımarhaneye gitmek ve kaçmak için yaptıkları plan Yozgat'taki diğer esirlerinin dikkatini çekince onlar da büyük bir kaçış planı hazırladı ancak yakalandılar. Yakalandıktan sonra Jones ve Hill'i ifşa ettiler. Esiler ikilinin Türk askerlerini kandırdığını söyledi. Hazine avı işi askeri mahkemeye kadar taşındı. Yetkililer, bu olayla ilgilenirken Hill ve Jones tımarhaneden kaçmış ve gemiyle yola çıkmışlardı bile. Kendilerince bir zafer kazandığını düşünen bu ikilinin hesaba katmadığı bir şey vardı.
MEĞER HER ŞEY 2 HAFTA DAHA ERKEN GİDEBİLMEK İÇİNMİŞ
O dönemde Osmanlı İmparatorluğu savaştan getirdiği esirleri zaten kendi ülkelerine gönderecekti, bunun üzerine bir anlaşma bile imzalanmıştı. Yani diğer esirler de Jones ve Hill'den yalnızca 2 hafta sonra ülkelerine döndü.
Jones ve Hill'in çektiği tüm çile boşunaydı. Kendilerince kurdukları çocukça planın hiçbir zorluğunu yaşamalarına gerek yoktu. Deli gibi davranmak için harcadıkları çaba, tımarhanede geçen 6 ay ve kaçmak uğruna yaptıkları bu planın tamamı gereksizdi. Evlerine dönmek için bu kadar uğraşmasalardı zaten kısa bir süre sonra serbest kalacaklardı. Yaptıkları bu plan onlara yalnızca 2 hafta daha erken gidebilme fırsatı verdi.
Jones ülkesine döndükten sonra 1919 yılında bu olayı 'The Road to En-dor (En-dor'a Giden Yol)' isimli kitabında anlattı. Hill ise Jones'un anlattıklarını doğrulayan bu kaçış planını 'The Spook and The Commandant (Hayalet ve Komutan)’ adlı kitabında aktardı.