Kursağında sadece Babıâli lokması olan Cem Atabeyoğlu, polis-adliye muhabiri olarak gazeteciliğe başladı. Spor yazarlığı yaptı. Meydan Larousse Ansiklopedisi’nde spor maddeleri yazdı. Üç ciltlik Spor Ansiklopedisi onun eseri. 1995’te Milli Olimpiyat Komitesi Bilgi Birikim Merkezi’nin başına geçti
ıl 1955. Demokrat Parti’nin iktidarda olduğu o günlerde toplumun baş gündem maddesi de Kıbrıs sorunudur. 29 Ağustos günü Kıbrıs için Londra’da bir konferans düzenlenir. Görüş ayrılıkları nedeniyle konferans çıkmaza girerken, 6 Eylül Salı sabahı tatsız bir haber de İstanbul’da kulaktan kulağa yayılmaya başlar.
- Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atıldı.
Bu haber devletin radyosundan da duyurulur. Aynı gün DP il yöneticisi Mithat Perin’in sahibi ve başyazarı olduğu İstanbul Ekspres gazetesi birkaç saat içinde yıldırım baskı yapıp, haberi şehrin her köşesine ulaştırırken, Kıbrıs Türktür Derneği’nin genel sekreteri demecini patlatır.
- Mukaddesata el uzatanlara bunu çok pahalıya ödeteceğiz!
Aynı gün dernek Taksim’de miting düzenlerken, şehir dışından gelen elleri baltalı, sopalı kalabalık da bu topluluğa katılır. Miting biter, gözü dönmüşler azınlıkların oturduğu sokaklara dağılırken Beyoğlu’ndaki dükkanların camları kırılır, tezgahlar yağmalanır. İstiklal Caddesi’nde kumaş topları ve kürkler taşınması zor olduğu için parçalanır! “Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır" sloganı atanlar kiliseleri, evleri ateşe verirken, Balıklı Kilisesi’nin papazı kafasına sopa vurularak öldürülür. Bir Rum, saldırganlara karşı çıkınca linç edilir. Saldırganlar önlerine çıkanın Türk olup olmadığını anlamak için donlarını bile indirtirler. Aynı anda Sirkeci ve Haliç’ten kalkan motorlar da azınlıkların oturduğu “Prens Adalarıöna doğru yola çıkarken, İzmir’de de yağmacılar görev başındadır!
Türkiye’nin utancı: 6-7 EylülErtesi günü de devam eden yağma ve talanın sonuçları korkunçtur. İstanbul’da üç Rum ölür, onlarca kişi yaralanır. 73 Rum kilisesi, bir havra, sekiz ayazma, iki manastır, 3 bin 584’ü Rumlara ait olmak üzere 5 bin 538 gayrimenkul yakılır, yıkılır. İzmir’de de Yunan konsolosluğu, fuardaki Yunan pavyonu, 14 ev, beş dükkan yıkılıp ateşe verilir.
Olayların olduğu 6 Eylül akşamı sokağa çıkma yasağı ilan edilir. Cumhuriyet’in Genel Yayın Müdürü Cevat Fehmi Başkut’un yardımcısı Cem Atabeyoğlu içi kan ağlayarak gazeteyi hazırlar. Gazete sabaha karşı baskıya girecekken Atabeyoğlu’nun telefonu çalar. Telefondaki otoriter ses İstanbul sıkıyönetim komutanının yaverinindir.
- Sıkıyönetim komutanı gazeteleri görmeden baskıya girmeyeceksiniz. Tersi bir davranış, başınıza büyük işler açar. Paşa gazetenin sorumlusunu vilayete bekliyor. Derhal gelin.
Emir, demiri keser. Atabeyoğlu da bir adet gazete bastırdıktan sonra Babıâli Yokuşu’ndan hızla inip, paşanın yaverinin karşısına dikilir.
Milliyet’in Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi de vilayetteki odadadır. Gazeteleri alan yaver bir süre sonra asık yüzle yanlarına gelir.
- Paşam gazetelerin yayımlanmasına izin vermiyor.
Hazin açıklama karşısında odada bulunan diğer gazete sorumluları şok olurken, Atabeyoğlu’nu şeytan dürter.
- Albayım buraya sadece Türkçe gazetelerin sorumlularını çağırdınız. Azınlık gazetelerinden kimse yok. Ya onlar kendi gazetelerini yayımlarlarsa...
Yaver uzun uzun düşünür ve gazeteciye hak verip, paşanın yanına giderken Abdi İpekçi de o meşhur gülme krizi içine girer.
Tam yaveri yola getirmişken bu gülme krizi de nereden çıktı? Ya paşa kükrerse. Biraz sonra yaver tebessüm ederek yanlarına gelir.
- Gazeteleri çıkarabilirsiniz.
Cem Atabeyoğlu, İpekçi’yi dertop edip odadan çıkarken yeni doğan güneşin kızıllığı da ‘hüzünlü hüzünlü’ etrafa yayılmaya başlar.
Spor tarihçisi bir ustaKursağında sadece Babıâli lokması olan Cem Atabeyoğlu, 1940’ta İstanbul Erkek Lisesi’nde okurken Talat Mithat Hemşeri’nin çıkarttığı “Kırmızı Beyaz" gazetesinde,
okul arkadaşı “Sadri Alışıköla birlikte spor haberleri yazmaya başlar. Emeğinin karşılığı ise pazar gününün önemli bir maç davetiyesidir!
İlk realist yazarlardan ve Türkiye’nin Emile Zola’sı olarak tanınan Selahattin Enis vefat edince baba mesleği esas işi olur. İki yıl sonra Selim Ragıp Emeç’in
Son Posta, 1945’te de Cumhuriyet gazetesine geçer. 1968 sonunda iktidar değişikliği olup, Cevat Fehmi Başkut’un yerine Ecvet Güresin gelince 25 yıl çalıştığı Cumhuriyet gazetesine veda etmek zorunda kalır. Oysa Son Posta’da birlikte çalıştığı arkadaşı Ecvet Güresin’in, Cem Atabeyoğlu’nun gazeteyi “sabote edecek" korkusu öylesine yersizdir ki...
Cem Atabeyoğlu önceleri polis, adliye muhabirliği yapar. Siyasi partileri ve liderlerin gezilerini de takip eder. Hafta sonu ise spor yazarıdır. Maaşlar yetişmediği için dergilere de yazılar yazar. Ay sonunda derginin sahibi ne kadar yazı yazmışsa haberi terzi mezurası ile ölçer! Emeğin bedeli de mezurayla ölçülen haberin karşılığıdır. Bazı yerlere satır hesabıyla da yazar. Hatta Meydan Larousse ansiklopedisinde spor maddeleri yazarken Hakkı Devrim’e takılır.
-Usta “veöleri de sayıyor musun?
Renkli basına geçişCumhuriyet’ten ayrıldıktan sonra Haldun Simavi’nin, Babıâli’de ilk kez ofset tekniğini kullanarak çıkaracağı gazetenin kadrosuna katılır. Yeni çıkacak gazetenin “ismiöni okuyucu bulacak; ödülü ise 100 bin liradır. Rakam büyük olunca çuvallar dolusu öneri gelir. Atabeyoğlu, spor yazarı Şükrü Gülesin’le birlikte çuvalların başına geçip, tasnif yapmaya da başlar. Okuyucunun bulduğu isim “Günaydınödır. Bu “atılım" da renkli basının ilk başlangıcı olur. Gazete daha sonraları kokulu da çıkınca hem “sükse" yapar, hem “tiraj" alır! Ancak Günaydın ondan, o da gazeteden memnundur ama... Kolay mı, 25 yıl çeki taşı gibi ağır olan Cumhuriyet’te çalıştıktan sonra, “renkli", “kokulu", “hafif" bir gazeteye geçmek... Dayanamaz, ayrılır ve serbest çalışmaya başlar. 1973’te ise Şevket Rado’nun sahibi olduğu Hayat Spor’un Genel Yayın Yönetmenliği’ni üstlenir; ta ki iki yıl sürecek greve kadar. 1978’de emekli olduktan sonra iş yapmadığı gazete kalmaz. Hürriyet, Milliyet, Tercüman gazetelerinin ilavelerine araştırma yazıları hazırlar. Milliyet’in çıkardığı Türkiye Ansiklopedisi’nin spor maddelerini yazar. Tercüman’ın hazırladığı üç ciltlik Spor Ansiklopedisi de onun eseridir. 1981’de Günaydın ısrarla çağırınca yeniden gazeteye dönüp, spor yazarlığı yapar. Spor yazarlığının yanı sıra Günaydın’ın Almanya baskısına pehlivan tefrikaları, 50 büyük Türk zaferi, umut kapıları, evliyalar, yatırlar ve türbeler, şifalı sular ve kaplıcalarla ilgili dizi yazıları hazırlar. 1991’de Fotospor’a geçer. 1995’te ise halen çalıştığı Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Bilgi Birikim Merkezi’nin başına getirilir.
Babıâli’ye tam 58 yıl emek veren Atabeyoğlu “ayaklı ansiklopedi". Basında bu kadar uzun yıl çalışan ustamızın yaşadıklarını bir yazıya sığdırmak zor. İşte birkaç güzel örnek...
Yunus Nadi’den nasihatCem Atabeyoğlu’nun gazetecilikteki ikinci durağı Cumhuriyet gazetesidir. Yıl 1945, şubat ayının 15’i. Genç gazeteci bir zamanlar İttihat Terakki’nin merkezi olan pembe renkli ahşap konağa adımını atar atmaz Cumhuriyet’in sahibi Yunus Nadi, Atabeyoğlu’nu hemen yanına çağırır.
Gazeteci heyecanını bastıramadan, süklüm püklüm Yunus Bey’in yanına gider.
Haşmetli gövdesiyle maroken koltukta kurulan Yunus Nadi, genç gazeteciyi görünce yüzünden sevinç bulutları geçer.
- Gel bakalım evlat. Babanla da çalıştım. Seninle de çalışmak kısmetmiş. İşte sana “meslektaş" nasihatı. Sen gazeteci olarak okuyucunun bir karış üstünde duracaksın. Okuyucuyu oraya doğru çekmeye çalışacaksın. Okuyucu senin düzeyine geldiyse o zaman sen bir karış daha üste çıkacaksın. Milletçe kalkınma böyle olur.
Atabeyoğlu, Yunus Nadi’yi can kulağıyla dinlerken Cumhuriyet’in sahibi ikinci nasihatını da patlatır.
- Dur evlat. Bir de şunu unutma. Bir gazetede en iyi münderecat (içerik) ilandır.
Aradan yıllar geçer. Gazeteler okuyucunun bir karış üstünde olacakken roller değişir! İlan politikası ise alır başını promosyona gider!
İstanbullu gazetecilerin çilesi bitmez. Sadece muhabirlik mi?.. Bir de yurdun her tarafından telefonla verilen haberleri “kurşunkalemle" yazmak var. Hele bütçe görüşmeleri, Meclis müzakereleri yok mu?.. Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Cem Atabeyoğlu da bu çileli kervanın yolcusu. Parmağındaki nasır o günlerden yadigar!
Bir gün Meclis’teki müzakereleri izleyen Ankara muhabiri telefonla “on sayfalık" haberini yazdırır. Boynuyla kulağı arasına telefonu sıkıştırıp, kurşunkalemle bir saat haberi yazan gazetecinin derdi bitmez. Düzeltmeleri yapar, Meclis’te konuşan kişinin hangi ilin milletvekili olduğunu parantez içine yazar. Altı siyah olacak yerleri çizer, taslak başlıklarını attıktan sonra da Genel Yayın Yönetmeni Başkut’a uzatır.
Cevat Fehmi on sayfalık haberi bir solukta okuduktan sonra yardımcısına kızgın kızgın bakar.
- Yazıyı okudun mu?
Kuyumcu titizliğiyle haber üzerinde çalışan gazeteci okuduğunu söyler ama bu itham karşısında da bir hayli bozulur. Yardımcısının üzüldüğünü sezen Başkut yine de istifini bozmaz, kağıt tomarını Atabeyoğlu’nun önüne atıverir.
Atabeyoğlu yazıyı tekrar tekrar okur ama yine bir şey bulamaz.
Başkut öfkeyle sorar.
-Hâlâ bulamadın mı?
Gazeteci olumsuz cevap verince Başkut onu yanına çağırır.
-Sayfanın sağ köşesine bak. Milletvekilinin ait olduğu ilin ismini yazmışsın ama ‘virgül’ koymayı unutmuşsun!
Oysa ana yazım kurallarını harfi harfine bilen gazeteci bu işareti unutmamış, ancak sayfanın sonuna gelen kısımda yer kalmayınca “virgül"ü koyamamıştır.
Günaydın’lı yıllarSpor yazarı Cem Atabeyoğlu’nun Günaydın’da çalıştığı 1969 yılı... Ana gazeteyi hazırlayan, ama halkla hiç teması olmayan yazı işleri ekibi de sabah evden alınıp, akşam bırakılır. Bir gün gazetenin sahibi Haldun Simavi, Atabeyoğlu’na sitem eder.
- Yavrucuğum hep dinliyorsun. Biraz da sen konuş. Eleştirilerin varsa söyle.
Yılların deneyimli gazetecisi Simavi’ye gözucuyla bakar.
- Ben yazı işleri ekibinin özel araçla evlerinden alınmasına karşıyım.
Haldun Bey şaşırır.
- Neden yavrucuğum?
- Benim okuyucum vapurdaki, trendeki, otobüsteki insandır. Ben ana gazeteyi hazırlayan bir basın mensubu isem o gün halk ne konuşuyorsa onu dinlemem lazım. Sıkıntıyı yaşamadan, duymadan gazete hazırlanmaz ki. Gündemi halk belirler, gazeteci de onun derdini manşete taşır. Yazı işlerinde çalışan hangi arkadaşımız halkın derdini duyuyor? Semt pazarında dolaşıp onların sıkıntılarını dinliyor mu? Halkla iç içe olmadan iyi gazetecilik yapılamaz.
Türkiye’den Mısır’a ‘nota’Cem Atabeyoğlu, Akdeniz Oyunları nedeniyle 1951 yılında Mısır’ın İskenderiye şehrine gider. Ancak o yıllar Mısır’ın en büyük düşmanı da İngiltere. Kraliçe’nin dostu olan bir ülke varsa o da yanar. Bu yüzden İsrail ve Türkiye de hedef tahtasıdır!
Gazeteci, bir Mısırlı’nın gösteriler sırasında kendi bayrağının üzerinde tepindiğini görünce dehşete düşer. Türkçe bilen meslektaşına bu işin nedenini sorunca Mısırlı gururla cevap verir.
- Bayrak İngiliz kumaşından yapıldı!
Akdeniz Oyunları sırasında Mısır’da şiddetli bir sansür de vardır. Gazeteci önce haberini yazar. Haber Arapça’ya tercüme edildikten sonra sansür heyetine gider. Sansürcüler “olur" damgası vurduktan sonra Atabeyoğlu haberini gazeteye telgrafla geçebilir.
Atabeyoğlu aynı günlerde bir Mısır gazetesinde çıkan karikatürü görünce iyice küplere biner. Karikatür ise şöyledir:
İngiliz paçalı bir adam, elinde de tasmalı iki köpek. Köpeklerin birinin üzerinde “ay yıldız", diğerinde de “köşeli yıldız"!
Hakaretin böylesi de olmaz. Gazeteci sinirlenir, karikatürün çıktığı gazeteden iki tane alıp saklar. Akdeniz Oyunları bitip, gümrükten geçerken elindeki gazeteye polisler elkoyar ama diğeri gömleğinin içindedir. O öfkeyle uçaktan iner inmez gazeteye gidip, haberini yazar. Manşetten çıkan haberin altında da o rezil karikatür vardır.
Atabeyoğlu’nun haberi gazetede yayınlanıp, büyük yankı yarattıktan sonra Türkiye de Mısır’a çok ağır bir “nota" yollar.
Kitabı var, ezbere konuşmazMesleğimizin duayeni Nezih Demirkent 1991’de, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olduğu sıralarda Fotospor’da kendine ayrılan köşede Atabeyoğlu için şöyle yazar.
- Cem bizim meslek hayatımızda titiz bir spor yazarıdır. Titiz olduğu kadar da araştırıcı yönü vardır. Onun söylediklerinin hemen hepsi doğrudur. Eski adamların tâbiriyle; kitabı vardır, ezbere konuşmaz.
Türkiye Spor Yazarları Derneği Genel Başkanı Togay Bayatlı ise Cem Atabeyoğlu’nu ‘spor yazarlığının yüz akı’ olarak tanımlar. Mesleğin güçlüklerini 58 yıl sırtında taşıyan, onurundan ödün vermeyen, gazetecilik etiğini hiçbir zaman unutmadığı gibi onu “unutturmak isteyenlere" karşı çıkan, meslektaşlarını kırmamak için yaşadığı tatsız olayları bir sır halinde dağarcığında saklayan, 28 araştırma kitabını bir ömüre sığdıran sevgili ustam; sizi çok geç tanıdığım için gerçekten üzgünüm. Ama treni kaçırmayıp sizinle bu güzel sohbeti yaptığım için de kendimi çok şanslı sayıyorum. Tevazuunuzdan ötürü kabul etmeyeceğinizi biliyorum ama yine de söylemeden geçemeyeceğim.
- Sizin gibi onurlu, Türkçe’yi bu kadar güzel kullanan, araştırmacı gazeteciliğin hakkını veren gazeteciler kaldı mı bu yokuşta, pardon “İkitelli’de!?."