Hepimiz o güzel ve pirüpak duyguların hakim olduğu Yeşilçam filmleri ile büyüdük, o filmler kimi zaman en iyi yoldaşımız, kimi zaman da en iyi sırdaşımız oldular. Hatta bizi bize anlatıp hayat dersleri verdiler ve o hayat dersleri ile yaşamımıza yepyeni şekiller verdik. O filmler sırtımızı dayayabileceğimiz bir dayanaktan ziyade, samimiyetin ve sıcaklığın merkezi oldular.
Kel Mahmut, Yaşar Usta, Vecihi, Badi Ekrem, Hafize Ana, Şaban gibi karakterleri hangimiz unutabiliriz ki? Yeni nesil bile halen bu filmleri konuşuyor ve hatta son zamanlarda yeniden Yeşilçam’a ciddi bir dönüş var. Nostalji etkisini yaratmak adına Yeşilçam tadında filmler çekmeye çalışıyorlar ama, aynı tadı bulamıyoruz. Peki neden? Bunu şu şekilde açıklamak gerek: içimize işleyen samimi filmler yapılmıyor, gülerken ağlatmıyorlar veya ağlatırken güldürmüyorlar. Ağırlıklı olarak karakter odaklı sinema anlayışımız rafa kalktığı için, seyirciyi ajite eden, içi çok dolu olmayan, gereksiz yere şişirilmiş ve sadece eğlencelik ambalajında paketlenmiş filmler izliyoruz. Senaryo matematiğinin doğru kurulamıyor oluşu da cabası…
Arzu Film farkı…
Arzu Film’in filmlerinde gerçekler ve durumlar ajite edilmeden anlatılıp, aralara mizah serpiştirilirdi ve mizah aracılığıyla kurguya şekil verilirdi. Didaktik unsurundan kaçan, Ertem Eğilmez aksiyondan çok teatral bir dram, melodram ve komedi arasında dolanıyordu. Karakterlere ve diyaloglara aşırı vurgu yaparken, kendi hayatından kesitler paylaşıyordu. Filmlerin seyirci üzerindeki etkisinin yanı sıra seyircinin filmler üzerindeki payı daha önemliydi. Filmlerinde hayat dersi vermeyi seven Eğilmez, aslında her zaman sıcak bir aile ortamına önem verdiği için, halka hitap edip halk ile bütünleşirdi. Büyük şehirlerde kopuk ve dejenere bir hayat sürülürken, Eğilmez’in filmlerinde etken bir güce sahip olan aile kurumu seyirciyi her daim içine alıyordu.
Neden geçmişe dönüş var?
Dönem ve yaşam şartlarının değiştiğini göz önünde bulundurursak, kalbe dokunmayan filmlerden sıkılan insanlar geçmişin ayak seslerine kulak verip özel bir bağ kurmak istiyorlar. Tabi şunu da unutmamak lazım: Amerikan kültürü ile dolup taştığımız şu günlerde, filmlerde onların izlerine rastlıyoruz. O kültürün yaşam biçimimize yansıyor oluşu, filmlerdeki odağın farklı bir noktaya kaymasına neden oluyor. Bazen aynı sahneleri izliyor gibi oluyoruz, bu da üretimin azaldığının net bir göstergesi… Durum komedisi ile harmanlanan ve kültürel bağları koruyan Yeşilçam filmleri eski günlere duyulan özlemimizi pekiştirdiği ve halen çok sevilerek izlendiği için, artık yapımcılar o tarz filmlere yöneliyorlar.
Durum komedisi kaba komediye yenildi!
Yerini kaba komediye bırakan durum komedisi aslında bir vizyon işidir ve önemli olan gerçek hayattan doneleri senaryoya ekleyerek tatlı bir ironi ortaya koymaktır. Yani durumlardan bir mizah yaratmaktır. Mizah ile hedef tam on ikiden vurulur ve doğallık korunursa durum komedisi açısından daha yararlı olur diye düşünüyoruz. Nasıl ki Hollywood’dan Peter Sellers gibi bir usta bir komedyen çıktıysa, Türkiye’den de Kemal Sunal gibi bir komedyen çıktı. Bu gerçeği yadsıyamayız ancak hepimizin bildiği üzere şu an Recep İvedik tarzındaki kaba komediler iş yapıyor. O eski samimi duygular ne yazık ki günümüzde yeni bir biçime büründüler: yapaylık! Şu çok önemli ki, halkla fazlasıyla temas kuran kaba komediler tekdüze kalıyorlar, yani anlık bir haz yaşatıyorlar.
Aşk ile yapılan işler başarı sağlar
Sinema aşk işidir ve aşk ile yapılmadığı zaman seyirci buz gibi soğur. Seyirci yıllar geçtiğinde bile sevdiği bir filmin karakterlerini ve sahnelerini hatırlıyorsa o film başarıya ulaşmış ve amacını yerine getirmiştir. Ne yazık ki günümüz için bu durum biraz sıkıntılı. Filmlerin gelişim aşamalarına yeteri kadar önem verilmeyip, üzerlerinde fikir teatileri yapılmazsa gelecek nesillere aktaracağımız pek bir şey kalmayacak gibi gözüküyor.
Kadim dostlarımız bizi ayakta tutarlar!
Filmler bizim kadim dostlarımız oldukları için onlarsız olmaz, bunu çok iyi biliyoruz. Her ne olursa olsun onları sahiplenip, korumalıyız. Elbette ki, Türk Sinemasından başarılı işler çıkıyor ve onlar üzerine konuşup tartışıyoruz. Mesela 7. Malatya Film Festivalinde Kemal Sunal Halk Ödülü alan Yeşilçam tadındaki “Sofra Sırları” gibi…
Sofra Sırları ile Tereddüt
“Sofra Sırları” bizi öyle bir ele geçiriyor ki, etkisinden kolay kolay çıkamıyoruz, çünkü ince eleyip sık dokunmuş bir film. Yine aynı şekilde festivallerden birçok ödülü toplayan Yeşim Ustaoğlu’nun çektiği “Tereddüt” filmi hem gerçeklerden yola çıkıp olanı olduğu gibi aktarıyor, hem de toplumsal sorunları salt bir şekilde ortaya koyuyor, bu da ister istemez seyircinin aklını olumlu anlamda kurcalıyor ve böylece seyirci hikâye ile bütünlük kuruyor. Hikâyenin içinden girip, uzun bir süre çıkamamak kolay bir iş değil, ama mantık düzgün işlediğinde tadından yenmiyor.