Sevgililer için sadece tek bir gün değil, tüm günler özeldir ve her daim birbirlerine hediye alıp, kart yazabilirler. Sömürü konusunda amacına ulaşan Sevgililer Günü, ister istemez insanda bir beklenti uyandırır ve sevgilisi olmayanlar kendilerini huzursuz hissederler. Açıkça belirtmek gerekirse; kapitalist arzuları harekete geçiren Sevgililer Günü birbirlerine normal günlerde hediye almayan sevgilileri o özel günde almaları için zorlar. Sevgililer günü eğer sevgilinizle buluşacaksanız ona vereceğiniz en güzel hediye onun yanınızda aldığınız soluktur. Tüketime katkıda bulunmak istemeyen sevgililer birbirlerine kart hediye edebilirler. Eğer illa hediye alacaklarsa da dvd veya roman iyi bir tercihtir.
Aşıkların Azizi olarak ilan edilen ‘San Valentine’ ya da diğer adıyla Valentinus, Hristiyan rivayetine göre Roma azizlerden biridir ve 14 Şubat günü cinayete kurban gitmişti ve Valentine’nin onuruna bir kutlama yapılmıştır Bugün o nedenle Sevgiler Günü kutlanır. Peki, bugün tarihte nasıl bir yere sahiptir?
Valentine, Batı medeniyetlerinde hoşlanılan kişi veya sevgili anlamlarında kullanılır. Valentine’s Day ise 1381 tarihli Parlement of Foules isimli kitaba göre, Fransa'da ve İngiltere'de geleneksel olarak kuşların çiftleşme günü olarak tarihe geçmiştir.
Günün bu özelliğinden dolayı sevgililer birbirlerine güzel sözler yazan notlar verip, birbirlerine Valentine diye hitap etmişlerdir. Kimi tarihçilere göre, sadece bir efsane olan Valentine’s Day, günümüzde sevgililerin birbirine hediyeler aldığı, kartlar gönderdiği özel bir gün olarak kutlanmaktadır.
Deyim yerindeyse, kapitalizm ve tüketim meselesinin en büyük destekçisi olan Sevgililer Günü, okun yaydan çıkmasıyla tamamiyle satış efsanesine dönüşerek, tek bir hedef kitle olan ticari sömürü anlayışını benimsemiştir. “Aşk iki kişiliktir” diyen Ataol Behramoğlu’nun lafını hiçe sayan Sevgililer Günü ne yazık ki, bir gösteriş savaşı ve sanatı haline dönüşmüştür. Kör kör parmağım gözüne misali… Amaç ise, aşkı dünyayla beraber yaşamak, kalıplara dökmek ve duyguları pazarlamak… Pahalı hediye alma yarışı ise cabası!
Bu kadar detaylı açıklamadan sonra şimdi sırada sizler için hazırladığımız filmler…
*Wonder (Mucize, 2017)
Yüzünde ciddi bir deformasyon sorunu olan bir çocuğun trajik hikayesini, kuvvetli aile bağları üzerinden anlatan “Wonder”, onun sıradan olmak için verdiği mücadeleyi göz önüne seriyor. Deformasyon nedeniyle diğer çocukların ona saygı göstermeyişinden tutun da, empati kuramayışlarına kadar tüm ince detaylar kişisel gelişim ve eğitim üzerinden anlatılıyor. Frankenstein muamelesi gören çocuk, önyargıları kırmak için elinden geleni yapıyor ve fiziksel bedenin sadece bir emanetten ibaret olduğunu hatırlatıyor ve önemli olan iç yapımız ve başarılarımızdır diyor. Kendi gibi olmayı başaran çocuk, olduğumuz gibi görünmeliyiz ‘miş’ gibi yapmamalıyız diye seyirciye bir mesaj yolluyor. Sevginin fiziksel beden ile işlemediğinin sınırını çizen film, iç gözlerimizi açmamız gerektiğini ve o iç gözlerle kabule geçme eylemimizin daha kolay olacağını savunuyor. Son olarak film, at gözlüklerinizi atın, dünyadaki her türlü deformasyon bizim bir parçamızdır misyonuna ışık yakıyor.
*Kalbimin Efendisi (1970)
Yönetmenliğini Ertem Eğilmez’in yaptığı ve başrollerinde Ediz Hun ile Hülya Koçyiğit'in yer aldığı filmde, bir iftira sonucu eşi tarafından terk edilen ve çocuğundan uzak kalan bir genç kadının öyküsü konu ediliyor. Klasik bir Yeşilçam filmi olan “Kalbimin Efendisi”, aşılması güç olan engellerin ortaya çıkışını ortaya koyarak mutlu sona ulaşmak adına yapılan sevgi mücadelesini beyazperdenin kollarına doğru bırakıyor.
Karşılıksız sevmenin önemini dile getiren film, mutluluk ve imkansızlıklar arasında gidip gelerek dönemin tüm donelerini sahnelere aktarıyor ve olumlu düşünmenin önemine değiniyor. Pollyanna'nın yaşam felsefesi “Mutluluk Oyunu” nu filme yapıştıran yönetmen Ertem Eğilmez, sevginin her şeyden güçlü olduğuna dikkat çekerek, içimizdeki benliğin yüzeye çıkmasını sağlayarak “seven, sevdiği için her şeyi yapar ucunda ölüm dahi olsa”, düşüncesini neredeyse her sahneye iliştiriyor.
7. Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Yönetmen, Senaryo (Sadık Şendil) ve Yardımcı Kadın Oyuncu (Lale Belkıs) ödüllerini kazanan “Kalbimin Efendisi”bizi eskilere götüren, güzellikleri hatırlatan, içimizi sıcak bir çikolata gibi ısıtan samimi bir aşk filmi…
*Great Expectations (Büyük Umutlar, 1998)
Charles Dickens'ın aynı isimli ünlü romanından uyarlanan ve eşsiz müziğiyle belleğimize kazanan film, küçük ve sevimli bir sahil kasabasında kız kardeşiyle birlikte yaşayan sekiz yaşındaki öksüz bir çocuğun Estella isimli bir kızla yaşadığı aşkı anlatıyor ama aşk bir yerde son buluyor. Flashforward yaparak 10 yıl sonrasını gösteren film, genç aşığın çocukluğunda kaybettiği Estella’yı bulma savaşını ortaya koyuyor. Nasıl ki genç aşık, küçüklüğünde resim yapma merakıyla yanıp tutuşuyorsa, aynı durum devam ediyor ve sonra ipin ucu kaçıyor.
*Midnight İn Paris (Paris'te Gece Yarısı, 2011)
Küçük bir tatil için aşk şehri Paris'e gelen nişanlı çift Gil (Owen Wilson) ve Inez (Rachel McAdams) 'in maceralarını sürrealistik bir şekilde beyazperdeye aktararak, aşkı, komediyi ve ironiyi “Midnight In Paris” filminde birleştiren Woody Allen, 64. Cannes Film Festivalinin ilgi odağı oldu. Woody Allen, günümüzün dünyasında sıkışıp kalan karakterlerin geçmişe yolculuk yaparak, geçmişte büyük başarılara imza atmış şairlerin ve ressamların karakterlerine bürünmelerini irdeliyor.
*Crazy, Stupid, Love (Çılgın Aptal Aşk, 2011)
Sulu zırtlak komedi filmlerinden sıkılanlar için “Crazy, Stupid, Love” yerinde bir tercih. Film; kendisi ile fazla ilgilenmeyen Cal'ın hayatını mercek altına alıyor. Cal Weaver (Steve Carell)'ın iyi bir işi güzel bir evliliği ve çocukları vardır. Hayatı gayet mutlu bir şekilde sürmektedir. Ta ki karısı onu aldattığını açıklayana kadar. Artık yalnız kalan Cal çapkınlık yapmaya başlar, fakat başarısız olur. İmdadına ise barda tanıştığı Jacob gelir ve ona bu işin inceliklerini öğretir. Fakat her şey bu kadarla sınırlı kalmaz. Kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkiyi yeni bir boyuta taşıyan film,” kim kime dum duma” tekniğini komedi yoluyla aktarıyor.
*Love İn The Afternoon (Öğleden Sonra Aşk, 1957)
Eşinin kendisini aldattığından şüphelenen müşterisinin verdiği bilgiler doğrultusunda işe koyulan baba Claude, ne yazık, kızından önce davranmıştır. Şüphelerinde haklı olan adamın eşini öldürmesini engellemek için genç kadının kıyafetlerini giyerek yerine geçen Ariane'nin planı tutar ve kızgın koca, mahcup bir şekilde odadan çıkar. Düşünceli tavırları ve sevimliliğiyle odadaki yasak sevgili, dünyaca ünlü çapkın milyarder Frank Flannagan'ın ilgisini cezbeden Ariane, genç adamın yarın öğleden sonra yemek teklifini kabul eder. Flannagan'dan etkilenen Ariane, elbette kimliğini gizli tutarak kendini aşka teslim eder.