22.08.2021 - 03:00 | Son Güncellenme:
Özlem Ülkü - Taliban’ın Afganistan’ın başkenti Kabil’i ve dolayısıyla ülkenin yönetimini ele geçirmesiyle ülkeden göç etmeye çalışanlarla ilgili görüntüler tüm dünyanın gündemine oturdu. Bugünlerde Afganlı kadınlar umutsuzca bir çıkış yolu arıyor. Bu korku iklimi onlar için yeni değil. Ülkede milyonlarca kadın yıllardır aynı korkuları yaşıyor. Onlardan biri de kurtuluşu kitaplarda görüp canla başla çalışan Zakira Hekmat. Yıllarca Taliban korkusu altında okumaya çalışan ve 2008 yılında aldığı bursla Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitiren Hekmat, bugün Kayseri’de aile hekimi olarak görev yapıyor. Hekmat sadece kendi hayatına sahip çıkmakla kalmadı, 13 yıl önce kurduğu Afgan Mülteciler Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği ile bugün aynı korkuyla vatanlarından ayrılmak zorunda kalan sığınmacılar için projeler yürütüyor.
Geçen yıl Washington’daki sivil toplum kuruluşu HasNa tarafından ‘Barış Elçisi’ unvanına layık görülen Hekmat, Taliban’ın ülkeyi ele geçirdiği haberlerini gözyaşları içinde izlerken o kara günlere geri döndüğünü söylüyor: “Kadın haklarının hiç olmadığı neredeyse köle gibi olunan o dönem ben de gizli saklı, zar zor okula gitmiştim. Hatta bazen derslerde öğretmenlerimiz, Taliban’ın bölgemize yaklaştığını duyduklarını söyleyip, çabuk kaçın derlerdi. Biz korkuyla yerimizden sıçrar, koşarak evlerimize giderdik. Taliban hep vardı ama bu kadar güçlü olmamıştı.” Ailesinin, akrabalarının Gazne’de olduğunu anlatırken yaşadığı endişe ve korkuyu dile getiren Hekmat aracılığıyla biri 10, diğeri bir yıl önce Türkiye’ye gelen iki Afgan kadınla değişen yaşamlarını konuştuk.
“Dil eğitimi de veriyoruz tercümanlık da yapıyoruz” Zakira Hekmat
52 ilde 370 gönüllü ile çalışan dernek bugüne kadar 40 bin kişiye el uzattı. Zakira Hekmat, Afganların dışında İran, Irak, Suriye ve Türkiye’den üniversite öğrencisi, doktor, mimar gibi farklı sektörlerden gönüllülerle, uluslararası koruma sahibi ve geçici koruma altında olan göçmenlerin yerel halkla uyum içinde olmaları için insanı yardım ve dil eğitimi gibi çok sayıda çalışma yaptıklarını söylüyor: “2012 yılından sonra Suriyeli sığınmacıların da artmasıyla ister istemez önyargılar arttı. Biz bunu kırmak adına çalıştık, çalışıyoruz. Pandeminin başında 30 günde 30 bin maske, sabun üreterek ihtiyaç sahiplerine dağıttık. Yine sivil toplum kuruluşlarının desteğiyle bebek bezleri, mamalar, hijyen kitleri dağıtıyoruz. İl göç idarelerinde tercümanlar var ama onun dışında sivil toplum kuruluşlarında Farsça tercüman çok az var. Biz gönüllü olarak, bu hizmeti yapıyoruz. Hastaların kendilerini anlatmasına destek veriyoruz. Ayrıca Türkçe eğitimler, sosyal uyum faaliyetlerinde bulunuyoruz. Gönüllü öğretmenlerimiz Türkçe, Arapça ve İngilizce dersleri veriyor. Ek olarak Türkiye’deki medeni haklarla ilgili toplantılar yapıyoruz.”
Darya Ahmedi (23) “Görmediğim topraklarıma ağlıyorum”
Ben aslen Afganistanlıyım ama İran’da doğdum. 20 yıldan fazla olmuş babamlar Afganistan’dan kaçalı. İran’da da ayrımcılığa çok uğrayınca 10 yıl önce Türkiye’ye geldik. Üst üste tıklım tıklım arabalara bindiğimiz de oldu, yürüdüğümüz de. Van’dan Ankara’ya kayıt altına alınmak için gittik ve bizi Tokat’a yolladılar. O gün bugündür de Tokat’ta yaşıyoruz. Dünyaya mülteci olarak gelmişim ve belki mülteci olarak öleceğim. Memleketimi hiç görmedim ve belki de hiç göremeyeceğim. Oysa çok istiyordum. İnsanın kendi ülkesinde insanca yaşaması nasıl olurdu acaba, bunu hep çok merak ettim. Babama Afganistan’ı görmeye gitmek istediğimi söylemiştim. İstanbul’a gidip pasaportumu, vizemi alıp ziyarete gidecektim. Hatta bu dönemler orada olacaktım. Ama kısmete bakın. Ailemin zulmünden kaçtığı Taliban, yine başta. Duyduğumuzda hepimiz ağladık. Hiç yakından göremediğim Afganistan bayrağını indirip onların bayrağını astıklarını görünce çok kötü oldum. Annemin, babamın anlattıkları aklıma geldi. Hiç göremediğim vatanım, oradaki kadınlar için içimiz yanıyor. Bu bir kabus olsa da uyansak diyoruz.
Sevita S. (33) “Her şeyimiz vardı huzur dışında”
Bir yıl önce Kabil’den Türkiye’ye geldik. Kolay olmadı tabii. Beş gün boyunca İran Nimruz’a yürüdük. Sonra Tahran’a vardık. Orada 2-3 gün bekledik. 17 günde de Van’a geldik. Neredeyse bir ay sürdü. Hem Türkiye’de hem İran’da üç sefer polis durdurdu; “Yok izin, geri dön” dediler. Ama vazgeçmedik. Tatvan’da Göç idaresi Samsun’a yolladı bizi. Ama orada iş yoktu, bir komşu Kayseri’nin güzel olduğunu, işin de olduğunu söyleyince buraya geldik.
9,7 ve 2 yaşlarında bir kızım iki oğlum var. İlk geldiğimizde kimse yoktu, çok yalnızdık. Sonra Kızılay’a gittim, Afgan Mülteciler Dayanışma Derneği’ne gittim. Dört ay önce ameliyat olmam gerekti, kalbimde sıkıntı oldu. Hiç para almadan ameliyat yaptılar, ilaçlar verdiler. Eşim fabrikada çalışıyor, normalde iktisat mezunu. Ben de avukatım. Kabil Üniversitesi’nden iki yıl önce mezun oldum. Taliban yüzünden çalışmak sıkıntı oldu. Şehre intihar saldırıları yaptılar, bomba attılar. Mahkemelere giriyordum, adliyeye üç sefer bomba atıldı. Hatta birinde hamileydim. Ben çalışırken patladı birden. Yaralandım, çocuğum düştü. Artık bu durumun iyiye gitmeyeceğini düşündüm. Çocuklarım, kızım benim gördüklerimi görmesin istedim. Ev, araba, para hepsi vardı ama Taliban’ın eziyetinden huzurumuz yoktu. Her an bir yerde patlama, ölüm. Çocuklar da çok korkuyordu. Şimdi uyuyabiliyoruz, korkmuyoruz. Sadece tek kaldım. İsterdim biri olsun, konuşabileyim, derdimizi paylaşayım ama yok, yalnızım. Ailem dağıldı. Bir abim Hindistan’a gitti. Kız kardeşlerim, annem babam hepsi Pakistan’a gitti. Orada kalan akrabalarıma da ulaşamıyorum artık. Telefon, internet yok. Çok merak ediyorum ama ulaşamıyorum. Bundan sonra hayattan tek beklentim, sadece yaşamak.”