27.10.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:
Ortaokul son sınıfta en sevdiğim ders mitologyaydı. Anılarımda yazmıştım, bu sevgiyi Sarah MacNeal gibi gerçekten inanılmaz, gerçekten olağanüstü, bugüne kadar eşine rastlamadığım bir öğretmene borçluydum. Mrs. MacNeal dersine ilgimizi Zeus’un çapkınlıklarını, Odysseus’un hinliklerini, Akhilleus’un yiğitliğini bir serüven romancısı gibi anlatarak çekmekle kalmamış, kafalarımıza zengin bir dünyanın, bir birikimin temellerini atmıştı.
Bu temeller sayesinde, arkadaşlarım gibi ben de lise sıralarında bir başka öğretmenin, Prof. Seelye’nin felsefe dersinde hiç "yabancılık" çekmedik.
Samsatlı Lukianos’un adını ilk o derslerde duyduğumu hatırlıyorum.
***
Lukianos, İ.S. ikinci yüzyılda, Hadrianus’un egemenlik döneminde Samosata’da, bugünkü Malatya’nın Samsat’ında doğmuş. Anadili Yunanca değil, Süryaniceymiş. Gençliğinde Antakya’ya gidip avukatlık etmiş. Bir süre sonra da Atina’da bulmuş kendini. Orada bilgici (sofist) olmuş. Kent kent dolaşıp görüşlerini dinleyicilere anlatarak geçimini sağlamış. Roma’ya gitmiş daha sonra. Felsefeci Nigrinos’la tanışmış. Arkasından da Yunanistan’a dönmüş. Gezilerini sürdürmüş. Bu arada bilgicilikten de, bilgicilerden de iğrenmiş; felsefeyle, ahlakla ilgilenmeye başlamış. Gününün felsefe akımlarını eleştirdiği için çok düşman kazanmış.
Felsefecilerle alay etmek para getiren bir iş değilmiş elbette. Lukianos da geçim sıkıntısı çekmeye başlayınca Mısır’a gidip devlet hizmetine girmiş. 67 yaşında öldüğünde arkasında 83 yapıt bırakmış.
***
"Seçme Yazılar" (K Kitaplığı), bu yapıtlardan bir derleme. Ataç’ın çevirisi, 1944-1949 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı’nca üç cilt olarak yayımlanmıştı. Şimdi günümüz okuruna tek ciltte (büyük boy, 512 sayfa) sunuluyor.
Ataç, ilk basımın birinci cildine yazdığı önsözde, Lukianos’un yapıtlarının, insan ruhunun kötü, bayağı yanlarını eleştirmek, ilkçağın birçok tanrılar kabul eden dininin çürüklüğünü, anlamsızlığını göstermek için yazıldığını belirtiyor.
Kitabın ilk iki bölümünü, Tanrıların Konuşmaları ile Deniz Konuşmaları’nı okuyunca bu yargıya katılıyorsunuz. Bu bölümlerde ilkçağ dininin tanrılarıyla alay ediyor Lukianos. O arada mitologyadan pek yaygın olmayan öyküleri de aktarıyor.
Üçüncü bölüm Öbür Dünyada Konuşmalar başlığını taşıyor. "Yalan" dünyayı arkada bırakıp ölüm ülkesine göç edenler bir eşitlik ortamında buluyorlar kendilerini. Lukianos da, zenginlerle, güçlülerle alay ediyor, onları kıyasıya eleştirerek yoksulun, zavallının öcünü alıyor.
Yosma Konuşmaları, kitabın belki de en keyifli bölümü. Lukianos’un zamanının geleneklerini, yosmaların sevdalarını, tasalarını, kavgalarını ahlak dersleri vermeye kalkışmadan anlattığı bu bölümü okurken günümüzle de benzerlikler bulabiliyor, yüzyıllar içinde insan özünün pek de değişmediğini anlıyorsunuz.
***
İyi ki, 1940’larda Milli Eğitim Bakanlığı yayınları ya da Remzi Kitabevi’nin dünya klasiklerinden seçmeler gibi diziler varmış. Platon’lardan Dostoyevski’lere kadar nice düşünürün, yazarın yapıtlarıyla beslenmişiz.
Yayıncılık o zaman da ticaretti elbette. Ama sadece ticaret değildi. Beylik deyimle, bir "kültür hizmeti"ydi.
Şimdi birçok büyük yayınevinin çıkardığı kitapları şöyle bir aklımdan geçiriyorum da, Lukianos’un "Seçme Yazılar"ını kitapçı raflarında görmek beni hem mutlu ediyor, hem şaşırtıyor.
Şaşırıyorum. Çünkü önerilen bir kitabı eline alınca, "İyi mi?öden önce "Kaç satar?" sorusunu soran yayıncılar o kadar çoğaldı ki...
Lukianos’un yapıtı kaç satacak acaba? Hayal kurmanın anlamı yok. Satışı, başka yayınevlerini bu tür kitaplara yöneltecek ölçüde olmayacak. Ama hiç değilse "niteliğin iflası"na kanıt olarak gösterilecek sayılarda kalmamalı.
Kalmamalı ki, arkası gelsin.
Lukianos’un "Seçme Yazılar"ının bir bölümünü Yosma Konuşmaları oluşturuyor. Bu haftaki köşemizde Ampelis’le Khrysis’in konuşmalarından bir bölüm aktaralım. Yüzyılların insanoğlunu ne kadar değiştirdiğini (ya da değiştirmediğini) düşünerek...
***
AMPELİS -Erkek kısmı, Khrysis’çiğim, kıskanmıyorsa, köpürmüyor, sevdiğini tokatlayıp saçlarını yolmuyor, üstünü başını yırtmıyorsa, daha iyiden iyiye tutkun değil demektir.
KHYRSİS -Yaa? Sevgiyi böyle şeyler mi gösterir yalnız?
AMPELİS -Ateşli bir sevgiyi yalnız bunlar gösterir, ötekiler, öpücük gibi, gözyaşı gibi, ikide bir uğramak gibi şeyler, daha yeni başlamış, büyüyen bir sevdanın işidir, ama sevdanın bütün ateşi kıskançlıktadır. Dediğin gibi Gorgias seni tokatlıyor, kıskanıyorsa sevin sen, hep böyle olmasına dua et. (...) Demophantos yok mu... Benim oynaşımdı o; bana beş drakhme’den fazla verdiği olmazdı, sözünü de geçirmek isterdi. Ama, Khrysis, onun bana sevgisi, derin bir sevgi değildi; ne içini çeker, ne ağlar, ne de gece yarısında çıkıp geldiği olurdu.
Binde bir gecelik kalırdı.
Bir gün baktım ki geliyor, hemen suratına kapıyı kapayıverdim; içeride ressam Kallides vardı, bana tam on drakhme göndermişti. Demophantos önce epey sövgüler savurup gitti. Birkaç gün geçti, bir adam gönderip çağırtmadım. Kallides gene bana uğramıştı; Demophantos yavaş yavaş kızışmış, benim vefasızlığıma içerlemeye başlamış. Kapının açılmasını kollamış, geliverdi. Ağladı, dövdü, öldüreceğim dedi, üstümü başımı yırttı, öfkesinden ne yapacağını bilemedi; en sonunda tam bir talanton verdi. O zamana kadar bir talanton’la beni sekiz ay oyalardı. Karısı her yanda benim onu büyüyle çıldırttığımı söylemiş; benim büyüm yalnız kıskançlık. Gorgias’la sen de onu kullan, Khrysis’çiğim.