11.08.2024 - 02:00 | Son Güncellenme:
Seyhan Akıncı - Türk sinemasında okul dendiğinde birçoğumuzun zihninde “Hababam Sınıfı” belirir. Ertem Eğilmez’in Rıfat Ilgaz’ın unutulmaz serisinden beyazperdeye taşıdığı yapım “Para getireceğini bilsem babamı bile okula öğrenci diye kaydettiririm” diyen okul müdürüyle bugün kanıksanan ücretli eğitime bakışı yansıtır. Okulun da hayatın da Özel Çamlıca Lisesi’nden ibaret olmadığını “Hababam Sınıfı Uyanıyor”da Ahmet karakteriyle görürüz. Haylaz sınıfın idealist mezunu Ahmet köyüne öğretmen olarak gider. Gitmesek de görmesek de bizim olduğunu düşündüğümüz köylerin çocukları henüz gidip görmedikleri şehirlerden gelen öğretmenlerle başkalaşır. Öğretmenler de oralarla. Sinemamızdaki görünmez iplerle birbirine bağlı fimler bu dönüşümün izdüşümünü taşırlar âdeta. Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz iki büyük usta Ferit Edgü’nün romanından sinemaya taşınan “Hakkâri’de Bir Mevsim”de Genco Erkal’ın hayat verdiği öğretmen gibi. “İki Dil Bir Bavul”un genç öğretmeni de “bilinmeyen dil”le zorunlu görevinde tanışır. Yakın dönemin en dikkat çekici okul filmlerinden Altın Portakal Ödüllü “Okul Tıraşı” da bize baskıcı ve katı kurallara sahip bir yatılı okulda yaşananları Yusuf ve Memo’nun yolculuğu üzerinden anlatır. Ve Samet öğretmenin öğrencisine duyduğu yakınlıkla tartışma da yaratan Nuri Bilge Ceylan imzalı “Kuru Otlar Üstüne” karların beyaza bürüdüğü birçok karanlığı yansıtır. Sanatımızın iki büyük ustasının ardından okulu merkezine alan anlatıları “Kuru Otlar Üstüne”nin oyuncuları Deniz Celiloğlu, Elit Andaç Çam ve sinema yazarı Ebru Çeliktuğ ile konuştuk.
Deniz Celiloğlu: Genco Abi’yi de Edgü’yü de tiyatro sayesinde tanıdım
Sevgili Ferit Edgü’nün bazı sözleri zihnimde yankılanır. Sevgili Genco Abi’nin sesi ve bakışları gibi. Edgü toplumsal olanı sevmezdi. Bireyin özgürlüğünü hapseden bir şey olarak görürdü “toplumsal”ı. Ben, Genco Abi’yi de Edgü’yü de tiyatro sayesinde tanıdım. Biri oyunculuk yolumda bana ışık olan değerli bir hoca; diğeri hikâyeleriyle, karakterleriyle hayal dünyamı çoğaltan bir usta. Bu iki ismi bir araya getirense “Hakkari’de Bir Mevsim”. Okul; toplumsal olanla bireysel olanın çarpıştığı, bir araya geldiği en kritik yer ve bu bir araya gelişin belki de en dramatik, en hüzünlü mekânlarından biri. Bu filmlerin benzer temaları vardır genelde, ya o güruhun içinden bir öğrenciyi odağına alır kamera ya da öğretmeni. Hikâye aynıdır. Ben kimim? Şimdi ne yapacağım? Bana söyleneni mi, yoksa kendim olanı mı? Şimdi yine bir odada öğrenci gibi bir masada ama bu sefer yalnız, elimde kağıt kalem, oturmuş çok sevdiğim iki öğretmenimin arkasından duygularımı karalamaya çalışıyorum. Aklımda aynı soru. Ben kimim? Ne hissediyorum? Ölümü düşünüyorum. Bir çocukken ölüm, benim için göz yaşları, ağlayan ve üzülen insanlardı. Ben de her şey gibi ölüme de nasıl tepki vereceğimi böyle öğrendim, büyüklerime bakarak. Üzüldüm, ağlayabilirsem ağladım, hiçbir şey yapamadıysam da geçip bir kenarda sessizce durdum. Fakat karşı konulmaz bir dürtüyle, hep toplumsal olanla bireysel olan arasındaki farkı bulmaya çalıştım. Ben ne hissediyorum. Yıllar geçtikçe tiyatronun, sinemanın ve edebiyatın içinde büyüyüp geliştikçe o sesi duymaya başladım. O gürültünün içinde cılız bir ses. Bu sesi çoğaltan, onu büyüten şeylere bakıyorum şimdi. Yazarlar, kitap satırları, sahne üstünde oyuncular, onların sesleri, bakışları.
Şimdi bana sesimi ve yolumun ışığını veren bu iki insanın ardından ölümü düşündüğümde, sesin yitmesi geliyor aklıma, ışığı kaybetmek. Korku ve yalnızlık çöküyor ruhuma. Sonra bedensel olanla ruhsal olanı birbirinden ayır diyorum kendime. Öğrendiğin gibi. Giden yalnızca beden çünkü, kalansa ruh. Işık yani. Ses. Geride bıraktıkları.
Ebru Çeliktuğ: Görünmez iplerle birbirine bağlı gibi
Bir hafta arayla kaybettiğimiz Ferit Edgü ve Genco Erkal’ı kendi seçtikleri temel sanat alanının içerisinde son derece açılımlı, derinlikli, tutarlı, nitelikli ve çok yönlü işleriyle hatırlayacağız, şüphesiz. 1977 tarihli “Hakkâri’de Bir Mevsim” romanında, Ferit Edgü hem bireyin yabancılaşmasını-yabancılığını ele aldı hem de ülkemizin bir diğer ucunda bambaşka hayatlar süren insanların yaşadığı toplumsal şartlarla bu bireyin yaşamını benzersiz bir dille kesiştirdi. 2022’de kaybettiğimiz Erden Kıral’ın yönettiği aynı adlı filmse, sinemamızın en başarılı edebiyat uyarlamalarındandı: Öğretmen rolündeki Genco Erkal, Hakkâri’nin bir köyünde, bir yandan kendi yalnızlığını bir yandan da koca bir köyün ıssızlığını deneyimleyecek; çocuklara veda ederkenki tiradıysa göğsümüze bir yumruk gibi oturacaktı. Yıllar sonra 2008’de “İki Dil Bir Bavul” ile yine Batılı bir öğretmenin Doğu’daki zorunlu görevinde yaşadıklarının sade ve çarpıcı anlatımına tanık olduk. Nuri Bilge Ceylan’ın “Kuru Otlar Üstüne”siyse, bize ‘nereden nereye?’ dedirtti; “Hakkâri’de Bir Mevsim”in şefkatli idealist öğretmeninin yerini, bir an önce tayininin İstanbul’a çıkması için sabırsızlanan, çocukları azarlayan ve hatta öğrencilerinden birine anlaşılmayan bir ilgi duyan Samet almıştı sanki. Sinemamızın okulu mekân seçen bu üç filmi, adeta görünmez iplerle birbirine bağlı gibi…
Elit Andaç Çam: Annemin kalbini de yanıma alarak gittim
Öğretmen bir anne babanın üçüncü çocuğuyum ben. Zorunlu hizmetlerini bitirdikten çok sonra dünyaya gelmişim tabi ama çocukken duyduğum, dinlediğim, ailemin benden öncesini hayal ederken bana yardımcı olan ilk anılar onların zorunlu hizmet dönemlerine ait. Yani 20’li yaşlarının başında gencecik insanların taşra deneyimleri benim içimde bireysel olarak da bambaşka hisler uyandırıyor. Annem babam şu an 70 yaşlarındalar ve hâlâ hayattaki en mutlu dönemleri olarak o ‘zorunlu’ hizmet dönemlerini anarlar. Karayazı’da çekilecek bir Nuri Bilge Ceylan filminde Firdevs öğretmeni oynayacak olmak, senaryoyu okuduğum andan itibaren anne babamla böyle bir yerden temas etmek açısından da ciddi bir heyecan yaratmıştı bende. Sanki biraz annemin kalbini de yanıma alarak gittim bölgedeki çekimlere. Çocuklarla oynarken, topluca zehirlenip iyileşmeye çalışırken, sabah güneş çarpması yaşayıp gece öğretmenevinde soğuktan korunmaya çalışırken her şeyi biraz da ben doğmadan çok önceki gencecik annemin kalbiyle de yaşadım sanırım. Mesleğimi yaparken sıklıkla yaşadığım bir duygu var, oyun bittiğinde, ya da özel bir sahnenin çekiminden sonra eve dönerken: “Hayatta daha anlamlı hiç bir şey yok.” Bu duyguyu, “Kuru Otlar Üstüne” çekimlerinden sonra öğretmenlik için de hissetmiştim, hayatta çocuklarla kurulan o temastan daha anlamlı bir şey yok galiba. Ne mutlu o bağı kuranlara.