19.11.2023 - 02:00 | Son Güncellenme:
Ege Doğaç Erdoğan - Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin yazarı Thomas Jefferson, bildirgede üç ana ilkenin önemini vurgular: Yaşama hakkı, özgürlük ve mutluluğa ulaşmak. İnsanlık tarihinin başlangıcından beri mutluluğun formülü tartışılmış, sayısız tavsiyelerde bulunulmuştur. Doğu felsefesi mutluluğu beraberlikte ararken, Batı’da odak noktası bireyin kendisi olmuştur. Farklı kültürlerin gelenek ve öğretilerinden bahsediyoruz bugün. Kore’nin “jeong”undan İskandinavyalıların “hygge”sine kadar mutluluğa giden yol nedir?
Uzak Doğu felsefesi ve “jeong”
Güneşin doğumundan batışına doğru bir mutluluk serüvenine başlayalım. Uzak Doğu toplumları kolektivist ve toplumsalcıdır. Buna paralel olarak mutluluk anlayışları da sosyal uyum ve bağlılıktan geçer. Kore’de “jeong” denilen kavram insanların birbirlerine karşı duyduğu sevgi, sorumluluk duygusu ve bağı anlatıyor. Bu derin duygu aile fertleri, sevgililer, arkadaşlar hatta iş arkadaşları arasında yaşanabiliyor. Bir anda gelişen bir yıldırım aşkından ziyade zamanla oluşan kuvvetli ve sarsılmaz bir bağdan bahsediliyor. Sadece insanlar arasında da değil, her gün geçtiğiniz bir sokak, bindiğiniz otobüs, kullandığınız kahve makinesi, kısacası toplumsal hayatı mümkün kılan her şeyle bir duygusal bağ kurarak mutlu olmanız mümkün. Öte yandan olumlu duyguların yanında olumsuz hisler de jeong’un bir parçası. Nefret duyduğunuz eski sevgilinizi zamanla affetmiş olmanız da sizi mutlu ve daha olgun yapan bir durum olarak değerlendiriliyor.
Japonya’da “wa” konsepti
Japonların “wa” konsepti de benzer bir şekilde toplumsal dayanışma ve bağlılığa vurgu yapıyor. Bireysel çıkarlar, ihtiraslar ve hırslar bir tarafa konularak topluma sağlanan katkı önemseniyor ve toplumun ortalama mutluluğunun artması asıl hedef olarak görülüyor. Çin’de Konfüçyüs’ten beri zaten toplumsalcılık vurgulanıyor. Ünlü düşünür şöyle diyor: “Kendisinden çok, başkalarından az isteyen bir insan kendini kötülüklerden uzak tutar.” Burada da görüyoruz ki topluma verdiğimizden daha azını aldığımızda doğru olanı yapmış oluyoruz.
İskandinavya ve huzur
Biraz daha batıya doğru gittiğimizde Kuzey Avrupa’nın “hygge”sine rastlıyoruz. İskandinav ülkelerinin, özellikle Danimarkalıların hygge felsefesi Doğu anlayışlarından farklı olarak kişinin kendi içinde yaşadığı huzurdan bahsediyor. Gündelik hayatın koşuşturmasından sıyrılıp kendimizle baş başa kaldığımızdaki o sükûnet ve rahatlık hissi diyebiliriz. Tabii bu huzura ulaşmak için illa da tek başımıza olmamıza gerek yok, ailemiz ve sevdiklerimizle beraber güzel ve sakin bir yerde bir piknik, bir akşamüstü yürüyüşü de “hygge”ye ulaşmamız için yeterli olacaktır. Bir nevi bir ermişlik seviyesi olarak da görebiliriz bunu; hayatın rafine zevklerinden keyif almak bizi mutlu edecektir.
Batı’da bireycilik
En batıda ise mutluluk kavramı neredeyse tamamen bireycilik üzerine kuruludur. Yazının başına dönecek olursak örneğin ABD’de mutluluğa giden yol “Amerikan rüyası”dır. Bu konsepte göre kişisel başarı, ekonomik bağımsızlık ve sosyal statünün yukarıya çıkarılmasıdır asıl mutluluk kaynağı. Bireyciliği, kendi kendine yetebilmeyi vurgulayan bu perspektifte çok çalışan, emek veren ve hedefine odaklanan herkes mutluluğa erişebilir. Zaten Jefferson’un bildirgede bahsettiği de aristokrasinin olmadığı, her bir bireyin mutluluğa erişebilmesine izin veren toplumsal bir yapının varlığıdır.
“Bana mutluluğun resmini çizer misin” diye sorduğum her kişi, bana mutlaka birbirinden ayrı resimler sunacaklardır. Aralarında benzerlikler olsa da aslında mutluluk tarifi çok da mümkün olmayan bir olgudur. Farklı yollardan aynı yöne doğru kıvrılan bir yolculuktur mutluluğa giden macera. Ve tüm bu öğretilerden anlaşılan şudur ki: önemli olan son adrese varmak değil, o yönde ilerlemektir.