06.02.2011 - 01:00 | Son Güncellenme:
Miraç Zeynep Özkartal zeynep.ozkartal @ milliyet.com.tr
Yazarların, sanatçıların, üretimleriyle tanıdığımız pek çok ismin anılarını okuduk bugüne kadar. İçlerinde aile hikayeleri de vardı, büyük zaferler, sancılı mağlubiyetler de...
En çok da anıların sahibinin yaşadığı aşklar çekti ilgimizi. “Yazılmaya değer aşklar”... Bir ilişkinin yazılmaya değer olması için ille de “mutlu” olması gerekmediğini bilecek kadar hayat ve edebiyat bilgimiz var.
Nazlı Eray’ın “Tozlu Altın Kafes” adını verdiği anılarını okurken, bu bilgiye rağmen şaşırdım. Gelgitli, alıştığımız anlamda “mutsuz” bir ilişkiden fazlası vardı çünkü. Kitabı elime alana kadar bilgim şuydu: Nazlı Eray bir ara Prof. Metin And ile evliydi. Meğer ne evlilikmiş! Dört yıl sürüyor ama geride bir anı kitabını kaplayacak iz bırakıyor. Yalnızca bu yılları anlatmıyor elbette, ama okurun zihninde en çok bunlar yer ediyor.
“Tozlu Altın Kafes”, Nazlı Eray’ın “Yaşlı Ejder” diye andığı And ile yaşadığı eve verdiği ad. Ne koltuklara “benim” diyebiliyor ne de kendine bir çalışma masası bile yerleştiremediği eve... Hiç “biz” olamamak. Evin köşelerinde büyüler bulmak. Kendi evinde sığıntı olmak... Eray’ın bu evlilikten payına düşenler bunlar.
Bu evliliğin diğer tarafını merak ederseniz, Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi’nde tam da Eray’ın kitabının çıktığı günlerde açılan “Bir Usta Bir Dünya: Metin And” sergisini gezebilirsiniz.
* Anılar, yalnızca kendimize değil, hayatımıza girmiş olanlara da ait... Metin And ile yaşadıklarınızı yazmaya nasıl karar verdiniz?
Bu kitabı yazarken şunu hissettim; geçmişim benim elimdeydi, kim ne yaparsa yapsın onu değiştiremez, başka bir biçime sokamazdı. Bu gücü kendimde buldum. Kısacası benim hayatımdı bu. Metin And’a ait olduğu kadar bana da aitti bu yaşananlar.
* Size “Başımdan geçenleri yazacağım” cümlesini kurduran neydi?
Kafamda böyle bir cümle kurmadım. Ama böyle bir istek, dışa doğru bir akış, ne bileyim ben, tuhaf bir şey vardı içimde. Bu o olayları yaşarken de vardı; o zamanlar da “Ay Falcısı” ve “El Yazması Rüyalar” adlı romanlarımda bölüm bölüm hayatımın bu değişik dönemini kaleme aldım, okurlarımla paylaştım. Belki de kendimi yalnız hissetmemin bir dışavurumuydu bu o zamanlar. Bir de yazmak daima benim için bir hayat haritası. Elimde bu harita olduğu sürece ben hayatta kaybolmam. .
“Bir türlü kavga etmiyorum diye bana kızardı”
* Mağdur olan taraf, mağduriyetini anlatmakta güçlük çeker. Siz yazarken tereddütler, rahatsızlıklar yaşadınız mı?
Yaşamış olduğum bu eski hayatta mağdur olduğumu hiç düşünmedim. Şimdi romanı okuyunca bu söylediklerim tuhaf gelebilir insanlara. Çünkü anlattığım bir mağduriyet. Karşımdaki insanın da zaman zaman mağdur olduğunu; fakat benden baskın bir kişiliği olduğu için, bir hoca olduğu için işine geldiği zaman beni ezmeye çalıştığını yazarken gördüm. Metin And karşımda mağduru oynardı. Şöyle ki; “Kalpten gidebilirim”, “Şimdi deli olabilirim” sıkça duyduğum sözleriydi onun.
* Ya siz?
Hiç şikayet etmeden bir köşede oturur, ya bir şeyler yazar ya da balkondaki çiçeklerle meşgul olurdum. Bir türlü kavga etmiyorum diye bana kızardı bazen. Ama hayat her zaman böyle değildi. Kırılmasını hiç istemezdim. Ona bir türlü mutlu olma şansı tanınmamıştı hayatta. Bu üzerdi beni. Yıllar sonra bu şansı kendi kendine tanımamış olduğunu fark ettim.
* İlişkinizde hissettikleriniz arasında baskın çıkan hangisiydi? Öfke, mutsuzluk, pişmanlık...?
Hiçbiri. Çaresizlik, bir baskı altında olmak, fazla kontrol edilmek, mutlu olmak istemek, daha çok anlamak, tanımak, isyan. Bunlar daha yakın.
* Güne devam etme, yaratma gücünü nereden bulurdunuz?
Ev hayatı sıkıyordu beni. Her an dışarılarda olmayı seven, çocukken okuldan bile kaçan bir insandım. Evden de nasıl kaçabileceğimi her an düşünür olmuştum, çünkü büyük bir baskı hissediyordum. Ama bu tuhaf bir Maigret romanı gibi patolojik bir şey belki de. Çünkü inandığım bir şeyi sonuna kadar yıkmamaya da çalışıyordum. Oysa karşımdaki insan son zamanlarda benim bu çabalarımı hiç görmez olmuştu. Bunda dış etkenlerin çok rolü vardı. Aslında ev, kitapları okuyabilsem çok eğlenceliydi; ama dediğim gibi onlar hiçbir zaman bana ait değildi. Bir ara yaşadığım bu yaşamın bana ait olmadığını fark ettim. Bu korkunç bir şeydi tabii.
* Büyük sıkıntıların yaratıcılığı tetiklediği söylenir. Katılıyor musunuz?
Yaratma gücüm artmıştı. Kendimi kağıt üstünde rahatlatıyordum. Yalnız bir adamın hayatına tek başıma ama kendi kalabalığımla girmiştim. Bir yanda parti uğraşlarım, diğer yanda dostlarım ve arkadaşlarım vardı; ama kimse evden içeriye giremiyordu. Çünkü Metin And’ın özel bir dünyası vardı. Ona saygı gösteriyordum.
* Yaşadıklarınız iç dünyanıza dair ne öğretti?
Çok sabırlı olduğumu; mağdur olduğum halde bunu uzun yıllar sonra anladığımı öğrendim. Bana psikolojik şiddet kullanıldığı halde tepki vermemiş olduğumu gördüm. Bir erkeğin hayatını karmakarışık edebilecek güçte olduğumu anladım. Bütün bunlar bu geçmiş evlilikten bana kalanlar, beni bana öğretenler. Yaşamam gereken şeyleri yaşadım. Bir film gibi hatırlarım o yılları.
“Galiba kendimi kafes kuşuyla özdeşleştirirdim”
* Metin And da benzer bir meslek dünyasında; yazı çiziyle iç içe... Bir fark, bir anlayış yaratmadı mı bu ilişkinizde?
Ben her şarta adapte olup evde bir yazı masam olmadan bile yazabiliyordum. Bu benim en büyük avantajımdı. Ben yazarken Metin And’ın uzaktan beni dikkatle izlediğini birkaç kez yakaladım. O ise darmadağınıktı. Beyni çok doluydu besbelli, stresli bir çalışma tarzı vardı. En ufak bir şey konsantrasyonunu dağıtıyordu. Kısacası onun dünyasıydı o ev. İstediği gibi eser gürlerdi onun içinde. Ben ise ufak bir peykenin üstünde yazardım. İlkbahar ve yaz aylarında da balkonda... Çünkü evde bir masam yoktu. Ama bunu umursamıyordum. Kasten yapılmış bir şey değildi bu bana karşı. Kendi dünyama çekilirdim ve ince tül perdelerimi kapatırdım. Bir kafes kuşum vardı. Acaba kendimle mi özdeşleştirirdim onu? Kim bilir, geçmiş zamanlar bunlar
“Bugünkü Nazlı Eray dost olmayı seçerdi”
* Yazmak geçmişle mesafenizi nasıl etkiledi? Yazdınız ve affettiniz mi? Yazdınız ve daha da mı yara aldınız? Yazdınız ve iyileştiniz mi?
Ben zaten hiç kızmamıştım Metin And’a. Onun için affetmem söz konusu olamaz. Yazarken hiçbir yara almadım. Olmadı böyle bir şey. Yalnızca yazdıklarımı okuyanların aşırı empatileri şaşırttı beni. Yazmadan da iyileşmiştim. Yalnızca, yazarak, son kısımlarda anı defterlerimi kullanarak yaşadıklarımı belgelemek ve ölümsüzleştirmek istedim.
* Sizin sorduğunuz soruyu ben size yönelteyim: Bir başkası nasıl yaşardı bu hayatı?
Bir başkası bu hayatı kolay yaşayamazdı veya bu hayatı yaşamayı seçmezdi. Veya kendi dünyasında bir paralel yaşam olarak hiç bozmadan bu hayatı sürdürürdü. Bütün bunlar yapılabilirdi.
* Peki ya bugünkü Nazlı Eray nasıl yaşardı?
Bugünkü Nazlı Eray herhalde çok daha farklı yaşardı bu hayatı. Belki hiç girmezdi bu değişik, karmakarışık, dopdolu, geçmişin kızgınlıkları ve acılarıyla dolu dünyaya. Bu pırıltılı ve renkli salonun bir misafiri olmayı, Metin And gibi dünya çapında bir adamın yalnızca dostu olmayı tercih ederdi. O zaman üstünde hiçbir baskı kurulamaz, yaşadığı veya yaşadığını sandığı esareti yani o evliliği çekmezdi.