03.03.2024 - 02:00 | Son Güncellenme:
SEYHAN AKINCI
SEYHAN AKINCI - “Cem Karaca’nın Gözyaşları” filmi; eleştirmenlerin beğenisine, seyircilerin ilgisine rağmen davacı tarafça mahkemeye yatırılan 3,5 milyon liralık teminat sonrasında tedbir kararıyla durdurulmuş ve vizyondan kaldırılmıştı.
Günler sonra ise bir başka tartışmalı film Ahmet Kaya’nın ailesinin itirazlarına rağmen “Son Şarkı: Ahmet’in Türküsü” vizyonda. Üstelik bu tartışmalı ilk Ahmet Kaya filmi de değil. 2020’de gösterime giren ve Ahmet Kaya’nın yaşam öyküsünü anlatan “İki Gözüm Ahmet”te de, Kaya’nın eşi Gülten Kaya, X Yapım’ı mahkemeye vererek filmin gösterilmesinin önüne geçmeye çalışmış ancak hukuki süreç yapımcıların lehine işlemiş ve film 11 hafta gösterimde kalmıştı.
Mustafa Uslu ülkeyi terk ediyor
Bir diğer ihtilaflı yapım ise “Garip Bülbül Neşet Ertaş” filmiydi. Dr. Erol Parlak imzalı aynı adlı kitaptan uyarlama olan film Neşet Ertaş’ın ailesinin açtığı dava sonucunda gösterime giremedi. Kararı İstinaf Mahkemesine taşıyan yapımcı Mustafa Uslu buradan da ret yanıtını almıştı. Neşet Ertaş filmine 4.5 milyon dolar harcadığını ve banka borcunu ödeyemediğini söyleyen ünlü yapımcı Uslu, “Çocuklarımın okul taksidini dahi ödemekte zorlanıyorum, kiralık arabaya biniyorum. Çok sevdiğim ülkemi ailemle beraber terk etmeye karar verdim. Almanya’da yaşayacağız. Bundan sonraki hayallerimizi orada gerçekleştirmeye çalışacağız,” açıklamalarında bulundu.
Gişe rekortmeni “Müslüm” filminde de filmin gösteriminden yıllar sonra bile hukuki mücadeler devam ediyor. Yapımcı Mine Şengöz ile senarist Yıldız Bayazıt, filmin hikâyesinin ve senaryosunun kendilerine de ait olduğu iddiasıyla yapımcı Mustafa Uslu’ya açtığı davayı kazandı. Mahkeme “Müslüm” filminin ön ve arka jeneriklerinde Mine Şengöz ile Yıldız Bayazıt’ın isminin senarist olarak kullanılmasına hükmetti.
Sinemanın hakim türü
Hukuk mücadelesi devam ederken son yıllarda sinemada hakim tür hâline gelen biyografi filmleri ayrı bir paragraf açılmayı hak ediyor. 2017’de vizyona giren “Ayla”, 2018’de seyirci sayısı en yüksek film olmayı başaran “Müslüm” ve ardı sıra gelen biyorgafi fimleri; “Cep Herkülü: Naim Süleymanoğlu”, “Çiçero”, “Dilberay”, “Bergen”, “Demir Kadın: Neslican”, “Murat Göğebakan”, “Barış Akarsu Merhaba”, “Bizim İçin Şampiyon”, 23 Şubat’ta gösterime giren “Hayatla Barış” ve bu hafta vizyona çıkan “Son Şarkı: Ahmet’in Türküsü”. Çalışmalarına başlandığı duyurulan Barış Manço filmi ile Fenerbahçe efsanesi Lefter Küçükandonyadis filmi ise sırada...
Biyografi filmleri neden bu kadar çoğaldı? Her ünlünün bir gün filmi yapılacak mı? Yapılan filmler ne düzeyde? Neredeyse kavgasız gürültüsüz vizyon yüzü görmeyen biyografi türündeki yoğunluğu ve tartışmaları sinema eleştirmenleri ile konuştuk.
Ebru Çeliktuğ: Yanıtı psikolog ve sosyologlarda
Sinemamızın en fazla izlenen filmlerinin başını komedi ve biyografi filmleri çekiyor. Sadece ülkemizde değil, başka ülke sinemalarında da Freddy Mercury, Elton John ve Elvis Presley’nin yaşamlarına dair nitelikli yapımlar izledik. Ülkemizde “Ayla” ve “Müslüm”ün liderliğinde başlayan biyografik filmler, gerçek hayat ve kurmacanın kesiştiği senaryolarıyla tartışmalar yaratıp dava konusu da oluyor. Örneğin hayatının filme aktarılmasını istememiş Neşet Ertaş ile ilgili biyografik film çekmek etik mi, değil mi? Ya da kimse Neşet Ertaş ile ilgili film çekmesin mi? Kimlerin hayatı filme çekilmeye değer? Müslüm Gürses ve Bergen gibi trajik hayatlara sahip arabesk müzik sanatçılarının hayatını anlatan filmler komedi filmlerinin gişe saltanatını sarsıyorsa, yapımcılar oradan yola devam mı etmeli? Bu tür filmlerin çok izlenmesinin nedeni ne olabilir? Bunun üzerinde düşünmek gerekiyor biraz da. Kurmacada hepi topu işlenecek 36 temadan bahsedilir, acaba bu sınırlılık mı film üreticilerini biyografik yapımlara yöneltiyor? Parıltılı yaşamların arkasındaki karanlık ya da trajik gerçeğin çekiciliği mi seyirciye cazip geliyor? Bence bu konudaki soruların cevabını aramak sosyolog ve psikologlara düşüyor.
Hasan Nadir Derin: Biyografi filmlerine ilgi düşüyor
Biyografi filmleri, sinema tarihinin en başından beri karşımıza çıkan ve ilgi çeken bir tür. Seyircilerin zaten tanıdığı ve sevdiği karakterlerin hikâyesi, en baştan gişe garantisi oluşturuyor. Bu kişilerin hayatlarında trajik bazı olaylar varsa, seyirci üzerindeki etkisi daha fazla oluyor. Yerli sinemamız bunu geç keşfetti ama çok büyük bir hızda, bu konuda filmler yapılmaya başladı ve bir furya hâline dönüştü. Bu filmlerin ilk örnekleri çok daha fazla ilgi çekse de, giderek ilginin düştüğünü görüyoruz. Bir yerden sonra, hikâye yapısı, anlatım tarzı ve görsel dünya olarak, birbirine çok benzer filmler ortaya çıkmaya başladı. Bu da, özellikle sanatçı biyografilerinde, o sanatçının şarkıları ve başrol oyuncusunun performansının yarattığı fark dışında, hemen hemen aynı filmleri izliyoruz hissi yaratıyor. Her ne kadar, dünya sinemasında da bu tür örnekler yapılmaya devam etse de modern biyografi filmlerinin, karakterin hayatını, çocukluğundan başlayarak sonuna kadar anlatmaktansa, belli olaylara ya da duygulara odaklanarak kurulduğunu, farklı anlatım tarzlarının denendiğini belirtmeliyiz. Henüz sinemamızda bu yönde bir girişim yok.
Tunca Arslan: Ünlülerin hayranlarına dönük çabalar
Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na göre eserler üzerindeki hak sahipliği miras yoluyla geçtiğinden ve ölümden itibaren 70 yıllık bir hak süresi söz konusu olduğundan, “Cem Karaca’nın Gözyaşları” filminin Karaca’nın son eşinin, yani mirasçılarından birinin girişimiyle gösterimden kaldırılmasında hukuki açıdan bir sorun yok. Bu meselenin film çekiminden önce çözülmesi ya da Cem Karaca’nın 70. ölüm yıldönümü olan 8 Şubat 2074’e kadar beklenmesi gerekirdi. Kendi adıma filmi oldukça beğendim, gösterimden kaldırılmasına da üzüldüm ama hukuki süreçte bir anormallik görmüyorum. Son yıllarda yaygınlaşan biyografi filmlerinde anlatılanların hepsi aslında birer belgesel film konusu. Edebiyat alanında da düzeyli bir tarih kitabı yazmanın meşakkatine katlanamayanların popüler ‘tarihi roman’ yazması gibi, sinemada da biraz popüler, biraz da ticari kaygılarla biyografi filmleri çekiliyor ve ne yazık ki pek de yeni şeyler söylenmiyor, yeni iddialar ortaya atılmıyor, yeterince araştırma yapılmıyor. Batı’da da sanatçı, politikacı, bilim insanı, sporcu vb. karakterlerle ilgili bu tür filmler çekilir ama genellikle ilgili kişinin yaşamının bilinmezlerine, sırlarına el atılır, yeni şeyler söylenir ki bu da aslında ticari başarı getirir. Bizde daha çok kitlelerin sevgisini kazanmış ünlü isimlerin hayranlarına dönük çabalar söz konusu. Ele alınan kişiliğin yaşamına tümüyle nesnel bir yaklaşım sergilemeden, örneğin bazı olumsuz nokta ve olayları da vurgulamadan, gerçek biyografi filmlerinden söz etmek pek mümkün değil.
“Sanat hürriyeti mi kişilik hakkı mı?”
Aileler, söz konusu kişinin anısını korumaya dair mücadele verirken, yapımcılar Anayasa’nın Bilim ve Sanat Hürriyeti başlıklı 27. maddesi üzerinden hikâyelerini izleyicilerle buluşturuyor. Sorunun çözümü pek basit değil. Avukat Gökhan Küçük, “Tanınmış kişilere dair biyografik dram filmi için yapımcı-yönetmen-senaristin kural olarak kişinin ailesinden izin alma zorunluluğu bulunmuyor. İzin almak, eser sahibini ileride doğabilecek ihtilaflar karşısında -tamamen olmasa da- koruma altına alabilir. Çünkü izin alsa dahi bu kez verilen iznin sınırlarına riayet edilip edilmediği tartışma konusu olabilir. Konunun hukuksal boyutu çok geniş.
Bildiğiniz gibi ölümle kişilik hakkı son bulur. Ölümünden sonra yakınları ölen kişi için değil kendi kişilik haklarına dayanarak mahkemeden koruma talep edebilmekte. Anayasa’nın 27. maddesiyle teminat altına alınan bilim ve sanat hürriyeti ile kişilik hakkı karşı karşıya gelmekte. Peki, hangisine üstünlük tanıyacağız? Temel soru bu. Amerikan hukukunda daha ziyade konu ifade özgürlüğü çerçevesinde şekillenirken Almanya, Fransa ve bizim gibi ülkelerde doktrinin ve yargının uyguladığı, çatışan değerlerin (sanat hürriyeti ve kişilik hakkı) korunması testi ile konu çözüme kavuşturulmaya çalışılıyor,” diyor.